02 Temmuz 2017 00:39

Barış araştırmalarının temel eksiği: Sınıfsal çözümleme

Egemen sınıflar, bir düşman icat ederler ama topyekün savaşa da yanaşmazlar. Yarayı sürekli kaşırlar, kaşıdıkça da güçlerine güç katarlar.

Paylaş

Doç. Dr. Ulaş Başar GEZGİN

Kapitalizmin ilkelerinden biridir bu: Sınıfsal ve diğer ikincil çatışmaları gündemden düşürmek ve onları görünmezleştirmek için düşman icat ederler. Bu düşmanların fazla güçlü olmamaları tercih edilir; çünkü topyekün bir savaş, egemen sınıfların oligarşisini alaşağı etme olasılığı taşır, bundan korkarlar. Dünya tarihinde devrimlerin büyük bir bölümü savaş koşullarında ya da hemen sonra gerçekleşmiştir; çünkü savaş, güç boşluğu yaratır. Ezilenler savaştan örgütlü bir biçimde çıkarlarsa iktidarı alırlar. Dolayısıyla, egemen sınıflar, bir düşman icat ederler ama topyekün savaşa da yanaşmazlar. Yarayı sürekli kaşırlar, kaşıdıkça da güçlerine güç katarlar. Bir yandan da, düşman ilan ettikleriyle çeşitli düzeylerde yaptıkları gizli anlaşmalardan maddi yarar sağlamaya devam ederler. Bunun en klasik örneği, herhalde Türkiye-İsrail ilişkileri olacaktır. Bu düşman icat etmelere en güzel örneklerden biri ise, Türk-Yunan ilişkileri olacaktır. Şimdi bu konuyu biraz ayrıntılandıralım. 

PADİŞAHIMIZI SEÇME ŞANSIMIZ OLMADIĞINA GÖRE

Öncelikle, bu ilişkiyi gölgeleyen bir sömürgecilik geçmişi bulunmaktadır. Bu geçmişle ilişkili olan temel bir yanlış, Türklerin ezdiği, Yunanlıların ezildiği biçimindedir. Oysa ki, devletlerin sömürücülüğünden ve sömürgeciliklerinden halk sorumlu tutulamaz. Egemen sınıflar, başka bir halkı ezerken, kendi halklarını ezmekten de çoğunlukla geri durmazlar. Örneğin, Yunanistan’daki bir Osmanlı dönemi katliamından Alevileri sorumlu tutamayız; Celali ayaklanmalarına katılmış geniş halk kitlelerini hiç tutamayız; Şeyh Bedreddin ve yiğitlerini ise hiç mi hiç tutamayız. Bu sorumlu tutamama hali, demokratik olmayan rejimlerde çok daha belirgindir. Halkların padişahı seçme şansı olmadığına göre, onun yaptıkları kötülüklerde pay sahibi oldukları da söylenemez. 

Meselenin sınıfsal çözümlemesi budur; ancak bir yandan da, günlük karşılaşmalarda halkların birbirlerine nasıl davranacağına, daha doğrusu nasıl davranmasının makul olacağına ilişkin çeşitli ilkelere ihtiyacımız var. Bu tür pratik ilke metinlerinde gözden kaçan noktalardan biri, iki tarafın da kalıp yargılanmasıdır. Örneğin, ‘Türk-Yunan ilişkileri’ dediğimizde, standart bir ortalama Mehmet’le, yine standart bir ortalama Yorgi’yi düşünmemiz beklenir. Oysa bu ülkelerin halkları, köklü bir sol geçmişe sahiptir. Bu iki komşu halkın hatırı sayılır bir bölümü, zaten komşusuyla barışık yaşar ve bu konuda herhangi bir pratik ilke eğitimi almasalar bile milliyetçiliklerini aşmış durumdadırlar; birbirlerinin kültürüne yakından ilgi gösterirler. Demek ki, aslında bu tür kılavuzlar, iki tarafın milliyetçileri için yazılır. Oysa böyle bir ideolojik formasyonda olanların değişmesi, bir kılavuzla olacak iş değildir; zaman alır. 

‘1453’TEN BERİ İSTANBUL’ MU?

Yine de, bu bağlamda, bir İstanbul Rumu (Eleni) olarak 30 yıl Türkiye’de 30 yıl Yunanistan’da yaşamış olan 1940 doğumlu Herkül Millas’ın ‘Daha İyi Türk-Yunan İlişkileri İçin Yap-Yapma Kılavuzu’ adlı çalışmasına dikkat çekmek isteriz. Kitap, isimlerle ilgili bir bölümle açılıyor. Bilindiği gibi, iki ülke arasında bu konuda bir hassaslık var. Yer adları, Herkül Millas’ın belirttiği gibi, başka bir anlaşmazlık konusu. Ancak, iki kültürün iç içe geçmişliği sanıldığından da belirgin olduğu için, yüzeysel tartışmaların altından daha yakınlaştırıcı sonuçlar çıkıyor: Örneğin, ‘1453’ten beri İstanbul’ gibi taraftar pankartları, ‘İstanbul’un da Yunanca bir sözcük olduğunu unutuyor. Dahası, Türkçe ve Yunanca çok sayıda ortak sözcük bulunuyor (bkz. Millas, 1992). Çok bilinen ortak damak tadına ek olarak, müzik ve danslarda da büyük benzerlik var ve bu, çok doğal. Dahası, ilahilerde benzeşme var; Anadolu, Müslümanlaştırılırken, Rum ezgilerine adeta Müslümanca sözler yazılmış. 

BENZERLİKLER YERİNE FARKLILIKLARIN ÖNE ÇIKARILMASI

Öte yandan, Millas, Yunanistan tarafının sömürgeci geçmiş dolayısıyla farklılıkları daha çok öne çıkardığına dikkat çekiyor. Yeni doğan ulusal kimliği, benzerlikler değil farklılıklar şekillendiriyor. Bu nedenle, benzerlikleri tek yönlü değil iki yönlü bir etkiyle ve bir arada yaşamanın bir sonucu olarak açıklamak uygun düşüyor. Ancak, Millas, Yunan tarafının bu ‘bir arada yaşama’ sözünü daha çok köleleştirme olarak değerlendirdiğini belirtiyor. Bizce burada eksik olan, sınıf perspektifidir. Osmanlı’nın ezdiği Yunanlılar da Türkler de bir arada yaşamıştı. İş tümüyle etnik olsaydı, Osmanlı’da Rum paşalar, zenginler ve başka ileri gelenler var olmayacaktı. Tarihteki kötülüklerden iki iç içe geçmiş sınıflı toplumun egemen sınıfları sorumludur; ezilenler değil, Osmanlı işbirlikçisi Fener Rum beyleri örneğinde olduğu gibi...

HÜKÜMET EŞİTTİR HALK MI?

Millas, kitapta sanki burjuva demokrasisi gerçek bir demokrasiymiş gibi (oysa gerçekte zenginlerin yönetimi, Trumpokrasi), halkla hükümeti eşdeğerde tutuyor ve “halklar arasında sorun yok” görüşünü inandırıcı bulmuyor (s.48). Ayrıca, kitap çıkalı 15 yıl olduğundan güncelliğini yitirmiş çeşitli görüşler var. Yunanistan’ın ekonomik krizinden sonra, özgüvende büyük bir düşüş oldu. Yunanistan’da nice mülk, yok fiyatına Türklere satılıyor. Aynı zamanda, Yunanistan, Türkiye’deki baskı koşullarından bunalmış Türkiyeliler (özellikle akademisyenler) için bir kurtuluş diyarı... Ancak ne yazık ki, bu hayaller gerçekçi değil...

ORTALAMADAN OKUMANIN SIKINTISI

Millas’ın kılavuzunda Türk’ü de Yunan’ı da ortalamadan okumak gibi bir sıkıntı var. Örneğin, Türklerin Araplara ve İranlılara benzetilmekten hoşlanmadığını söylüyor. Bu, kişiden kişiye değişir. Hatta ülkenin yaklaşık yarısının bu benzetmeden hoşlandığını söyleyebiliriz. Bütün eleştirilerimize karşın, 60 yılı aşan deneyimlerden süzülmüş bir bilgelik var kitapta. İki tarafı da içeriden anlamak zor. Millas, bu zorlu işin üstesinden başarıyla gelmiş. Sınıfsal çözümlemeyle ilgili eksikliği not ederek, yine de, alandaki en önemli az ve öz kitaptan biri olarak önerilir. Umarız birgün, genç kuşak tarafından sınıf bilinci ve sosyal psikoloji bilgisiyle donanmış daha ileri düzeyde metinler de kaleme alınır... 

BİR TUTAM BAHARAT

Bitirirken bir de film önerelim: ‘Bir Tutam Baharat’ (Yunancası, Ğïëßôéêç Êïõæßíá ‘Politiki Kouzina’, 2003) hem etkileyici anlatısı hem de müzikleri ile Türk-Yunan barışı bağlamında önerilebilecek bir film. Öykü, bizi, eski İstanbul’a, Rum (Yunan) kültürünün İstanbul yaşantısının ayrılmaz bir parçası olduğu 1950’lere götürür. Böyle barış yanlısı daha çok filmin çekilmesi önerilir. Aradaki tarihsel ve güncel anlaşmazlıklara karşın, halklardan bir barış iradesi yükseliyor... 

OKUMA ÖNERİLERİ

Millas, Herkül (2002). Daha İyi Türk-Yunan İlişkileri İçin Yap-Yapma Kılavuzu. İstanbul: Türkiye Ekonomik ve Toplumsal Tarih Vakfı.

Millas, Herkül (1992). Türkçe ve Yunanca Ortak Kelimeler, Terimler ve Atasözleri Listesi. http://www.herkulmillas.com/pdf/turkce-yunanca-ortak-kelimeler.pdf 
* ulasbasar@gmail.com

ÖNCEKİ HABER

Hopa’da neden bir Kazım Koyuncu müzesi yok?

SONRAKİ HABER

Faşizm ve Mauthausen toplama kampı

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...