02 Temmuz 2017 00:34

Otostop

Kapıya doğru bakıp, beklediği kadının hala gelmediğini görünce kolundaki saate baktı önce.

Paylaş

Alper KAYA

Derin bir nefes aldı adam.

Her yer 14 Şubat konseptli süslemelerle ve ürün seçenekleriyle doluyken nispeten sakin ve nezih bir ortamda bulunmak, biraz olsun iyi gelmişti. Çok sık geldiği bir restorant değildi işin aslı ama romantik bir yemek için tercih edilebilecek, bildiği yegane adresti. 

Kapıya doğru bakıp, beklediği kadının hala gelmediğini görünce kolundaki saate baktı önce. Yediyi birkaç dakika geçiyordu. Aklına ilk başta binbir türlü ihtimal geldi; saat yedi için sözleştikleri halde neden hala gelmemiş olabilirdi? O an, büyük bir şehirde değil de sadece yaz mevsiminde turizm dolayısıyla hareketli olan bir kasabada yaşadığı için içten içe şükretti. Aksi taktirde paranoyak yönü oldukça kıpırdanabilirdi... Daha derin düşüncelere dalmaya fırsat bulamadan, beklediği kadın kapıda belirdi.

Eski bir televizyon şovunda bir kadın karakterin aşık olduğu erkek karakter için “Allahım bir insan ancak bu kadar kapıda belirebilirdi” tanımlaması yaptığını hatırlarken gülümsemekten kendisini alamadı ve ayağa kalktı. Bir süredir ciddileşmeye teşne bir gönül ilişkisi içinde olduğu kadınla sarılıp öpüşerek merhabalaştılar. Kadının sandalyesini çekip, kadın oturduktan sonra nazikçe masaya yanaştırdıktan sonra kendi sandalyesine geçti.

Garsonun geldiğini, kadına dalgın dalgın baktığı için biraz geç fark edince karşısındaki kadının gülmesiyle heyecanı daha da artmıştı adamın. Yaklaşık altı aylık ilişkilerini, bugün yapacağı romantik bir evlilik teklifiyle taçlandırmak istiyordu ve bu sürprizi uzun süredir planlıyordu!

Garson, bütün bu dalgınca aşamalar geçip gittiğinde anlayışlı bir tebessüm takınarak siparişleri almaya koyuldu. Kırmızı şarap? Gayet iyi bir tercihti. Az pişmiş bir biftek? Tam krallara layıktı. Ara sıcaklar? Neden olmasındı. Her şey yolunda gidiyordu.

Kadının eliyle saçlarını düzeltip arasına kızıl atılmış koyu kahverengi perçemlerini kulağının arkasına yerleştirmesini izlerken, bu esnada iş yerinde yaşadığı incir çekirdeğini doldurmayacak sorunları devler ülkesine düşmüş bir Gülliver şaşkınlığıyla anlatmasını dinliyormuş gibi yaptı. Kadın, sözlerini bitirdiğinde gözlerini belerterek kendisine baktığında öksürerek “Tabii ki sen haklısın, öyle şey mi olurmuş!” diye sunî bir öfkeyle çıkıştı kadının mağduriyetini körükleyerek. 

İlişkilerde böyle bir dinamiği çözmüştü adam. Şimdiye kadar, ender sayıda uzun süren ilişkileri boyunca beraber olduğu kadınlar hakkında deneme yanılma yöntemiyle çözdüğü bu sistem; dışarıdan ne kadar eleştiriye açık ve hoşgörülü görünürse görünsün her kadının en hararetli anlatıları sonrasında haklı çıkma isteği taşıdığına işaret etmişti. Haksız mıydı? Hiç önemli değil. Asıl mağdur, kadının muhatabı mıydı? Salla gitsin.

Kim takar üçüncü şahısların mağduriyetlerini?

O esnada, kenar mahalle meyhanelerinde ‘meze’ diye şahlandırılan ama elit lokantalarda ‘ara sıcak’ adını taşıyan bir grup tabak gelmişti masaya. Tabaklardakileri ufak hamlelerle tırtıklamaya başlarken bir nebze susmuştu kadın. Nezaketi gereği, kadının ilk lokmasını yutmasını beklerken karşısındaki kadının tekrar konuşmaya başlamasıyla gözü çatalın ucundakilere takıldı. Rus salatasından fırlamış bir bezelye tanesi, her an çataldan firar edebilecek gibi salınıyordu. Allah aşkına, paçanga böreğinden bir parçayı kim Rus salatasından bir çatal darbesiyle süslerdi ki? 

Neyse ki kadın çok uzatmadan çatalı ağzına götürdü de bezelyeden doğan gerginlik uzamadı. Adam da bunun üzerine kadının böldüğü paçanga böreğini değil de, diğerini kendi tabağına çekti. Sıcak bir böreği ilk kez böldüğünüzde, yüzünüze kısa bir an buhar çarpar. Eğer börek veya artık o böldüğünüz şey her neyse, taze olup olmadığını o buhardaki kokuyla anlayabilirsiniz. Çocukluğunu anımsayınca kısa  bir an da olsa yüzü asıldı adamın.

Böyle anlarda kendi çocukluğundan çok kardeşinin çocukluğunu hatırlardı. Hep dip dibe oldukları ve hep kardeşine mukayyet olmak zorunda kaldığından olsa gerek... Aralarındaki dört yaşlık fark, kardeşinin gereğinden hiperaktif ve vahşi bir alt yapıya sahip olması nedeniyle aile büyükleri tarafından on dört yaşmış gibi görülmüş; sorumlulukların en büyüğü olarak kardeşinin başını derde sokmasına engel olmasını engellemek kendisine düşmüştü.

Bunu her zaman başaramamıştı.
(…)

Bu hikâyenin tamamını, 14 yazarla hazırladığımız “Aşkın Karanlık Yüzü” kitabında okuyabilirsiniz! 

SON

ÖNCEKİ HABER

Katar ve YPG kavgası muhakak bir kaybeden yaratacaktır

SONRAKİ HABER

Hopa’da neden bir Kazım Koyuncu müzesi yok?

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa