21 Mayıs 2017 01:12

Bir gazeteye operasyon gününden izlenimler

Cumhuriyet Gazetesi Ankara Temsilcisi Erdem Gül, Sözcü Gazetesine dönük operasyon üzerinden okur ve gazetesi arasındaki ilişkiyi yazdı.

Paylaş

Erdem GÜL*

Türkiye, acaiplikler ülkesi. Ben tam Evrensel için özelde Cumhuriyet genelde de basının hali pür melalini anlatmak amacıyla yazıya oturacağım günün sabahında Sözcü’ye operasyon oldu.

Gazeteci olduğumuza ve ortada bir haber olduğuna göre Sözcü operasyonunu yazmak durumundayız. Çünkü basının dertleri deyince en sıcak haber bu. Cumhuriyet, bu operasyon moperasyon işlerinde daha deneyimli, aslında şerbetli olduğu için geçmiş olsun ziyaretine gittik. Ankara bürosunu ziyaret ettik. 

Gazetenin Ankara Temsilcisi Saygı Öztürk ve yazarları Bekir Coşkun, Emin Çölaşan ve çalışanlar ziyaretçileri ağırlıyorlar. Cumhuriyet’in yılda en az bir kaç kez yaşadığı bir görüntü. O yüzden Sözcü’den arkadaşlar, doğrudan bana soruyorlar. “Bu tür durumlarda ne oluyor? En iyi siz bilirsiniz.”

Bazı okurlar, CHP milletvekilleri geçmiş olsun ziyareti için gelmişler. Gelenler bilgi almak istiyor. Nedir bu operasyon? Gözaltı var mı? Suçlama ne? vs. Ama onlar da ne olduğunu bilmiyor. Bilemezler. Çünkü bizde artık basına yönelik operasyon, soruşturma gibi iş ve işlemler, neredeyse yeraltı örgütlerine yönelik olanlardan daha ağır koşullarda gerçekleşiyor. “Terör örgütü” diyorlar. Bitti.  Önce soruşturmanın gizli olduğunun altı çizilip ardından TCK’de ne kadar ağır suç maddesi varsa onlar yazalıp, haber olarak ekranlarda döndürülüyor. Oysa bütün hikaye, yazılan haber ya da haberler ve yazılar. Yani gazetenin işi. 

Neyse bu zaten yaşadığımız, içinde olduğumuz bir hikaye. Asıl Sözcü’ye gelirken tanık olduğum bir gözlemi paylaşmam gerekir. Bu gözlem ve bunun üzerine ziyaret sırasında yaşanan diyalogları, basının tam anlamıyla cendere içine alındığı bir atmosferden çıkış nasıl olabilir sorusu etrafında önemsiyorum.

Sözcü’nün Ankara bürosu, İran’ın Ankara Büyükelçiliği’nin tam karşısında. Tam sokağa yönelince büyükelçiliğin önünde büyük bir kalabalık var. Öyle ki büyükelçiliğin önünde ve tam karşısında büyük bir kuyruk oluşmuş. Dolayısıyla polisler de yerlerini almış. Önce bu kalabalığın nedeninin Sözcü’ye operasyonu kınamak ve gazeteye destek için oluştuğunu zannediyorsunuz. 

Ancak o kalabalığın arasından geçip, gazetenin bürosunun önüne gelince durumun böyle olmadığını anlıyorsunuz. Gazete binasının önü sakin. O zaman İran Büyükelçiliği önündeki kalabalığın nedeni ne? Çünkü pazar günü İran’da cumhurbaşkanı seçimi var ve İran vatandaşları bu seçim için oy kullanma sırasındalar.

Sözcü bürosundaki ziyaret sırasında da bu konuşuluyor. Gelen herkes, İran Büyükelçiliği önündeki kalabalığın Sözcü’ye operasyonu protesto etmek için gelenler olduğunu zannetmiş ve bunu söylüyor. Sonra herkes birbirine, bu kalabalığın gazetesine sahip çıkan okurlar olmadığını, tersine ülkesinin seçimi için oy kullanan İranlılar olduğunu anlatıp tebessüm ediyor.

Tabi şöyle bir sorun var. İnsanların, mağdur olduğu zaman partisine, derneğine, sendikasına sahip çıkmaları beklenir. Bizim ülkemizde yeterince sahip çıkılıp çıkılmadığı tartışılır ama ben okurların gazetelerine sahip çıkıp çıkmamaları konusunu düşünüyorum. Okurlar gazetesine sahip çıkar mı? Ya da çıkacaksa nasıl çıkar?

KRİMİNAL HALE GETİRİLMEK İSTENEN GAZETECİLİK MACERASI

Bu soruların yanıtları önemli. Bu, gazetesinin okurun hayatındaki anlamıyla doğrudan ilgili bir konu. Şu anda hükümetin propaganda bülteni gibi çıkmayan gazete sayısı o kadar az ki. Bilemedin üçtür, dörttür, ama beş değildir. Onların tamamı da artık yalnızca okurları için değil, aslında devletin polisi, savcısı, hakimi için çıkıyor dersek abartmış olmayız. Adliyelerde ve terör mahkemelerinde mesailerin büyük bölümü bizim gazetelerimizin yazdıkları çizdikleri üzerinde yürüyor. Yani kriminal hale getirilmek istenen bir gazetecilik macerasının tam ortasındayız.

Onun dışında iktidarın sözcüsü konumundaki onlarca gazete var. Bunlar aynı zamanda başka bir iş daha yapıyorlar. Elde gazetecilik namına kalmış bir kaç gazetenin savcılardan önce iddianamelerini bu gazeteler yazıyor. Hani gazeteciliğin içinde rekabet vardır ama buradaki rekabet değil tam anlamıyla bazı gazeteler az sayıdaki bazı gazeteleri yok etmek istiyor. Geçmişte de basında karşılıklı sert kavgalar, polemikler, suçlamalar olmadı değil. Ama hiç bu kadarı olmamıştı. Şimdi bazı gazetelerin kapatılmasını, bazı gazetecilerin hapse atılmasını, hatta öldürülmesini savunan gazete ve gazeteciler var.

‘BEŞ BENZEMEZ’İN BİR ARAYA GELMESİ

Başka bazı sorunların yanısıra bu tablonun yarattığı korkunçluk da okurun gazetesiyle çok yakın ilişki kurmasını önlüyor. Ama yine okurun gazetesine sahip çıkmasına ilişkin sorulara dönersek, çok da umutsuz olunmaması gerekiyor. Çünkü aslında 16 Nisan referandumu hani ‘beş benzemez’ diye tanımlayacağımız çok farklı kesimlerin, elden alınmak istenen birkaç değer ve kazanım etrafında ‘hayır’ diyerek bir araya gelmelerinin deneyimiydi. O zaman bu deneyimin gazeteciliğine de ihtiyacımız var demektir.

Neden okurlar gazetelerine bizim gözle görmek istediğimiz bir şekilde sahip çıkmıyor sorusunun yanıtını artık başka türlü vermek durumundayız. Karamsarlığın, umutsuzluğun lüzumu yok. Farklı farklı kesimler bir araya nasıl geldiyse bunun gazeteciliğini de yaptığımızda okurların da bunu görüp yeni bir ilişki biçimi kuracaklarını bilmeliyiz. Yeter ki herkes kendi küçük dünyasına kapanıp, kendi gazetesini savunup diğer gazetelerin dertlerine gözlerini kapatmasın. Hep birlikte gazeteleri hükümetlerin, savcıların, hakimlerin açıp kapattıkları kurumlar değil, kendi okurunun açıp kapattığı mecralar haline dönüştürelim.

*Cumhuriyet gazetesi Ankara Temsilcisi

ÖNCEKİ HABER

Fikir ve sanat eserlerini korumak gözetlemenin bahanesi mi?

SONRAKİ HABER

Ricacı seferberliğin sanal zaferi

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa