14 Mayıs 2017 03:00

Kamil Tekin SÜREK

Danıştay Başkanı’nın yaptığı son konuşmadan sonra yargı bağımsızlığı tartışmaları yeniden alevlendi. Tartışmalara aslında Danıştay Başkanı neden oldu. Konuşmasında hukukçuları ve siyasetçileri tahrik eden iki vurgu vardı. Biri 16 Nisan’dan sonra kuvvetler ayrılığı prensibinin daha da güçlendiği, diğeri ise OHAL KHK’lerinin amacına uygun olduğu vurgusuydu. AKP yandaşı olmayan bir hukukçu ya da siyasetçi elbette bu sözleri alay etme, aşağılama, tahrik etme olarak algıladı. Çünkü, AKP yanlısı olmayan hiçbir hukukçu bunları söyleyemezdi. Çünkü, herkes biliyor ki, OHAL, Kanun Hükmünde Kararnameleri ancak OHAL’in gerektiren konularla sınırlı olmalıdır. Bu sınır nedir? 15 Temmuz Darbe Girişimi sonrası darbenin devamını önlemek, darbecileri yargıya teslim etmek. Oysa, çıkarılan KHK’ler OHAL nedenleri ile sınırlı değildi. Kanunlar iptal edildi, yeni kanunlar çıkarıldı, yüzbinlerce kişi işinden atıldı, televizyonlar ve gazeteler kapatıldı, şirketlere el kondu, fonlar kuruldu, kamu işletmeleri fonlara devredildi, iş evlilik programlarının yasaklanmasına kadar gitti. Üstelik, KHK’lerin bir ay içinde TBMM tarafından onanması gerekiyordu. Onanmaması durumunda hükümsüz kalması gerekirdi. Danıştay kendine yapılan başvurularda eski içtihatlarını bir tarafa bırakarak, başvuruları ret etti. 

Kuvvetler ayrılığının daha da güçlenmesi meselesine gelinde, yapılan düzenleme ile HSK’nin bütün üyelerinin AKP tarafından seçileceği bir düzenleme yapıldığını herkes görüyordu. Nitekim, TBMM’deki 7 üyenin seçimi sırasında yaşanan gelişmeler de bu öngörüyü destekliyordu. AKP, 16 Nisan öncesi kendilerine verdiği büyük destek nedeniyle bir iki kontenjan da MHP’ye ayırmıştı ama o kontenjan için MHP içinde dahi kavga çıkmıştı, çünkü herkes kendi adamını oraya sokmaya çalışıyordu. İş artık parti çıkarı, siyasi çıkar meselesi de olmaktan çıkmış kişisel menfaat alanı haline daha ilk seçimde gelmişti.  Diğer taraftan da atılan hakim ve savcıların yerine yazılı sınav barajı olmadan hakim ve savcı adayı alınıyordu, bu adayların alımında mülakaat belirleyici oluyordu ve mülakaat da AKP yandaşı kişilerin seçilmesi için kullanılıyordu. Bir AKP yandaşının mülakaatta geçirilmesi için iki AKP’li yöneticinin imzalı olan torpil yazısı yanlışlıkla AKP’li milletvekili yerine CHP’li milletvekiline gönderilmişti. 

DANIŞTAY BAŞKANININ KIZ DAMADI...

Bunları bilmesi gereken ve gören bir hukukçu nasıl Danıştay Başkanı’nın söylediklerini söylerdi? İşte o zaman gazeteciler ve siyasiler Danıştay Başkanı’nın AKP ile yakınlığını araştırmaya başladılar. 

Danıştay Başkanı, Erdoğan ile Rize’ye çay toplamaya gitmişti. O günlerde gazeteler aslında çay toplamaya değil, yargının dizayn edilmesinin konuşulması için Rize’ye gidildiğini yazmıştı. Danıştay Başkanı ayrıca Kırıkkale’de CHP liderinin eleştirilmesini de alkışlamıştı. Siyasi partiler arasında taraf tuttuğunu açıkça göstermişti. Bunlara bir de kızının Erdoğan tarafından Saray’a alındığı ve damadının Saray’ın inşaatında çalıştırıldığı iddiaları eklendi. YSK Başkanı, Yargıtay Başkanı ve Danıştay başkanı yürütmenin fiili başı olan Erdoğan ile görünmekten gocunmuyor, onun konuşmalarını alkışlıyor, önünde cübbesini iliklemeye çalışıyordu. 

Peki, yargı (yargıçlar) bu kadar yürütmenin başkanına ya da mensup olduğu partiye yakın olsa ne olur? Erdoğan’a göre bir şey olmaz. O çünkü tarafsızlıktan ne anladığını birkaç kez açıkladı. Örneğin, “biz yaptığımız köprülerden, tünellerden AKP’li olmayanları geçirmiyor muyuz?” dedi. Tabii, birkaç muhalif dışında “O yaptığın tünelleri, köprüleri cebinden mi yaptırıyorsun da vergi veren yurttaşları geçirmeyeceksin?” demedi. Diyemedi. Sonuçta onun seçtiği hakimler de hem AKP’lilere hem de diğerlerine hizmet verecekti. O zaman tarafsız ve bağımsızdı. 

HAKİM BÜTÜN YURTTAŞLARA EŞİT DAVRANACAK

Oysa tarafsız ve bağımsız olmanın kriterleri Erdoğan’ın söylediği gibi değil. Hakim bütün yurttaşlara eşit davranacak. Partisine göre, cinsiyetine göre, dinine göre, etnitisesine göre bir tarafı kayırmayacak. İkincisi güçlü ile güçsüz arasında taraf tutmayacak. Güçlü kimdir yargı karşısında? İşçinin karşısında patron, yurttaşın karşısında devlet. Danıştay’ın baktığı idari davalar yurttaşın devlete, yürütmeye karşı açtığı davalardır. Hakim, bu davalarda devleti kayırmadığı durumlarda bağımsız ve tarafsız olur. Bizdeki gibi kendini devlet memuru olması nedeniyle devleti korumakla görevli hissederse, bağlı ya da sempati duyduğu partinin hükümetini yasalara rağmen kayırırsa o zaman idari yargı kalmaz, hakim de yargı da bağımsız ve tarafsız olmaz. Yasanın açık hükmüne rağmen mühürsüz oylar da geçerli sayılsın diyebilir. OHAL KHK’lerı sınırını aşmamıştır diyebilir, eski içtihatlarını yok sayabilir, binlerce hasta mahpus hapishanelerde can çekişirken iktidar partisinin belediye başkanının damadını özel hastane raporu ile tahliye edebilir, bakan çocukları hakkında soruşturma açanları sürebilir, işten atabilir. 

Yargı (hakimler ve savcılar) sadece tarafsız ve bağımsız olmamalı, öyle de görünmelidir. Aksi, takdirde kimsenin yargıya güveni kalmaz. O zaman, yurttaşlar kendi lehine karar verebilecek mahkeme, hakim ararlar. Örneğin, AKP’li olmayan biri, AKP’li olduğunu açıkça belli eden bir hakimin kendi davasına bakmasını istemez. Hakimin verdiği karar yüzde yüz doğru olsa da AKP’li bir hakimin verdiği karar olduğundan AKP’li olmayan biri kararın doğruluğuna inanmaz. Onun için, hakim ve savcılar kılık kıyafeti ile kullandığı semboller ile görüştüğü kişiler ile tarafsız ve bağımsız olduğu imajı yaratmaya gayret gösterirler. Erdoğan ya da Yıldırım CHP Başkanına veryansın ederken onun sözlerini alkışlamazlar. Hatta, öyle bir toplantıda bulunmazlar. Yürütmenin yemeklerine, davetlerine icabet etmezler. Birlikte tatile çıkmazlar, çay toplamazlar. 

Ama artık görüldüğü kadarıyla, “işin çivisi çıkmış”, bağımsız ve tarafsız yargı falan diye artık söylenmemize yer yok, köprü ve tünellerden hâlâ geçebiliyoruz ya daha ne istiyoruz!   

Evrensel'i Takip Et