07 Mayıs 2017 03:09

Dış politikada değişim, yeni rejim inşası ve Kürt sorunu

Erhan Keleşoğlu, Türkiye’nin siyasal mimarisinde yaşanan değişimi özetledi ve bunun neden olduğu 'öngörülemez' dış politikayı kaleme aldı.

Paylaş

Erhan KELEŞOĞLU

Mayıs 2016’da Ahmet Davutoğlu’nun başbakanlıktan ayrılmasının akabinde Türk dış politikasının seyrinde çarpıcı değişiklikler gözlemlenmeye başlandı. Kasım 2015’te Rus uçağının düşürülmesinden sonra Rusya ile gerilen ilişkiler, Başbakan Binali Yıldırım döneminde yeniden tesis edildi. Mavi Marmara saldırısı ertesinde İsrail ile kopan diplomatik bağ ise tazminatlar hususunda anlaşılarak onarıldı; büyükelçiler karşılıklı olarak yeniden görev yapmaya başladı. Esad’ın geçiş sürecinde başta olmasına ses çıkarılmayacağını ima eden açıklamalar yapıldı. Şam rejimi ile gizli diplomasi kanallarının geliştirilmeye çalışıldığına dair iddialar Arap basınında yer aldı.1 Acaba ne olmuştu?  Bu değişikliği gündeme getiren etmenler nelerdi?

Uluslararası nitelik arz edenleri şöyle sıralayabiliriz:
i)  ‘Arap Baharı’nın başlangıcından sonra bölgede Müslüman Kardeşler ile ittifak içerisinde izlenen İslamcı siyasetin iflası
ii)  Suriye’de PYD’nin ana unsuru olduğu Suriye Demokratik Güçleri’nin (SDG) IŞİD’e karşı ABD’nin taktik desteğini de alarak elde etmiş olduğu askeri-politik-diplomatik kazanımlar,
iii)  Kürt politikasındaki anlaşmazlığın derinleşmesi sonrası ABD ile bozulan ilişkilerde Rusya’yı dengeleyici olarak kullanma arzusu
iv)  Bel bağlanan yerel-bölgesel müttefiklerin zayıflığı,
v)  İzlenen mezhepçi siyasetin İran’la ezeli rekabeti husumete dönüştürmesi2 ve bunun yarattığı türbülans,
vi)  Kürt kurumsallaşmasının önüne geçmek adına içerideki ve sınırdaki eylemlerine göz yumulan IŞİD’in bizzat Türkiye’ye yöneltmiş olduğu tehdidin büyüklüğü,
vii)  Batı’nın özellikle de ABD’nin tüm baskısına rağmen IŞİD’e ve diğer selefi-cihatçı örgütlere karşı eyleme geçmemenin yaratmış olduğu devasa itibar kaybı ve
viii)  Kürt sorununda askeri-güvenlikçi politikalara dönüşle birlikte İran karşıtı cephe içerisinde İsrail’e duyulan ihtiyaç. 

İç politikaya ilişkin etmenlerin başında ise Kürt sorunu ve AKP’nin iktidarının devamlılığının sağlanması gelmekteydi. Ekim 2014’te yaşanan Kobani olayları iktidar bloğunun tüm kanatlarını ortak bir karar vermeye itmişti. Kürt siyasal hareketi, bölgede ve Türkiye’nin batısındaki Kürtleri politik bir mesele için seferber etme konusunda kimsenin tahmin dahi edemeyeceği bir seferberlik kudreti göstermişti. Neticesinde, kademeli olarak dağdakilerin indirilip Kürt siyasal hareketinin de uzun vadede marjinalize olması hedefiyle yürütülen çözüm sürecinin artık sürdürülemeyeceğine ‘Dolmabahçe Mutabakatı’ndan önce karar verilmişti. Ankara’da devleti yönetmekte olan iktidar bloku tarafından, Suriye’nin kuzeyinde PYD denetiminde özerk bölgelerin ortaya çıkması ile birlikte okunduğunda devletin bekasına yönelik varoluşsal bir tehdit algılandığı kesindi. 7 Haziran seçimleri bu tehdit algısını zirveye taşıdı, mevcut devlet yapılanmasını temelden sarsabilecek demokratik bir dinamik ortaya çıkmaktaydı. AKP açısından bakıldığında ise çözüm sürecinden yeterince oy devşirilemediğinin farkına varılmış; çubuğun milliyetçi bir söyleme çevrilmesiyle bunun telafi edilebileceği düşünülmüştü. Beri yandan neoliberal siyasetin yaratmış olduğu toplumsal tahribat, yükselen işsizlik, büyüme hızında yavaşlama ve ‘Metal Fırtına’da görüldüğü gibi emekçilerin sürpriz yapma ihtimali büyük burjuvaziyi de risklere karşı otoriter bir rejime meyyal kılmıştı. Bu bağlamda Kürt siyasal hareketine yönelik kapsamlı bir operasyona geçildiğini, Erdoğan’ın idaresinde yeni bir koalisyon kurulduğunu ve bunun zamkının da milliyetçilik olduğunu söyleyebiliriz. 15 Temmuz darbe girişimi, bu yeni koalisyon eliyle devletin milliyetçi-otoriter tarzda yeniden inşasını hızlandırdı. OHAL, başkanlık referandumu bu doğrultuda atılmış adımlar olarak okunabilir. 

Bu sayılan uluslararası ve iç siyasal etmenler Davutoğlu’nun hali hazırda iflas etmiş İslami soslu ideolojik dış politika tercihlerini uygulanamaz kılıyordu. Yeni oyunda Davutoğlu’ya ve İslami hareketten mülhem politikalara yer yoktu. Kendisinin ve ekibinin günah keçisi ilan edilmesi ve Cem Küçük’ün veciz ifadesiyle İslamcıların “Mavi Marmara’daki manyaklar” olarak adlandırılması asla tesadüf değildir.     

Milliyetçi pragmatizmle birlikte manevra kabiliyeti yükseltilmiş bir dış politika izleme yoluna girilmiştir. İnşa edilmekte olan yeni rejimin dış politika hedefleri de açıktır. 

İlkin Kürt sorununu yönetebilme stratejisinde güvenlikçi politikalar artık vazgeçilmez, başat görülmektedir. Ve bu sorun doğası gereği bölgesel bir nitelik taşımaktadır. Neticesinde PKK çizgisindeki tüm güçlerin Türkiye dışında da yoğun baskı altına alınması amaçlanmıştır. Bu bağlamda KDP ve Kürdistan Bölgesel Yönetimi ile kurulan stratejik ittifak güçlendirilmeye çalışılmaktadır. Ezidilerin yoğun bir şekilde yaşadıkları ve Rojava ile Irak Kürdistanı arasında geçişte stratejik öneme haiz Sincar’ın (Kürtçe Şengal) PKK denetimine girmesinin engellenmesi zikredilen ittifakın amaçları arasındadır. Yine Suriye’nin kuzeyinde ortaya çıkmış ve büyük oranda PYD’nin denetiminde olan entitenin önünün alınması,  bu minvalde Afrin ve Kobani kantonlarının birleştirilmesine set çekilmesi ‘Fırat Kalkanı Operasyonu’nun hedeflerinden birisi olmuştur.3

İkincisi yeni rejimin inşasında olmazsa olmaz görülen dış desteğin sağlanmasıdır. Yeni rejimin otoriter karakterinden ötürü sorun yaşanan AB yerine ABD’nin özellikle de Trump yönetiminin siyasi desteğinin alınması ana hedeflerden birisidir. Obama yönetimi ile büyük sorun yaşanmasına sebep olan ABD’nin SDG’ye verdiği destek halen sürmektedir. Bu desteğin Trump döneminde kesileceğine dair iyimserlik kısa sürmüş; Karaçok’taki YPG karargahına ve Sincar’daki YBŞ mevzilerine düzenlenen hava akını ile Türkiye’nin oyun kurucu olamasa da oyun bozucu olma imkan ve kabiliyetine sahip olduğu mesajı yeni ABD yönetimine verilmiştir. Türkiye orta büyüklükte bir devlet olarak etki kapasitesinin sınırlarını da zorlayarak dünyanın bir numaralı küresel gücünü ikna etmeye; IŞİD’in tasfiyesinde kendisinin ve müttefiklerinin kullanılmasını sağlamaya çalışmaktadır. Son derece riskli olan bu politikanın sonuç verip vermeyeceği Mayıs ortasında Erdoğan’ın Washington’a gerçekleştireceği ziyarette ortaya çıkacaktır. Bizim kanaatimiz SDG konusunda Türkiye’nin elinin zayıf olduğudur.  ABD IŞİD’i yok etmek için SDG’yi sahadaki en etkin güç görmektedir. ABD’nin bu güçlere desteğinin sürmesi halinde ise ilişkilerin kopması bize göre söz konusu değildir. Türkiye’nin daha dezavantajlı olsa da stratejisini sath-ı müdafaadan hatt-ı müdafaaya döndürmesi muhtemeldir. Suriye-Türkiye sınırı boyunca yüzlerce kilometre uzanan bir güvenlik duvarı inşa edilmektedir. Bu duvar bölge halkı arasında fiziksel olduğu kadar siyasal, iktisadi ve psikolojik bariyer de teşkil edecektir.  Ayrıca muhaliflerle kurulmuş olan özel ilişki, Fırat Kalkanı bölgesindeki askeri varlık ve Astana sürecinde özne olunması hasebiyle Türkiye’nin Suriye’nin geleceğine ilişkin kurulan müzakere masasında olacağı unutulmamalıdır. 

ABD ile ilişkilerde Suriye ve SDG meselesi çözümsüz kalsa da özellikle İran’a karşı inşa edilen ve İsrail’in de örtülü parçası olduğu Sünni mihverin bir parçası olarak stratejik ittifak ilişkisinin devamlılığı sağlanmak istenmektedir.  

Bu kapsamda bir diğer belirleyici unsur ABD’ye rakip bir küresel güç olarak Rusya’nın dengeleyici olarak kullanılmasıdır. Rusya’nın desteği olmadan ‘Fırat Kalkanı Operasyonu’ yapılamazdı. Ancak bir NATO üyesi olarak Türkiye’nin Rusya ile ilişkilerinin gidebileceği hudut da bellidir.4 Rusya siyaseten Türkiye ile kurduğu ilişkiye rakip cepheyi bölme perspektifi ile bakmaktadır. İki taraf açısından da pragmatizm bu ilişkinin temel ilkesidir ve tabiatı itibarıyla çelişkileri içerisinde barındırmaktadır. Örneğin Rusya Afrin’de ve Menbic’deki askeri varlığı ile SDG unsurlarına kalkan olmaktadır. Ruslar, Kürtleri sadece ABD’ye mahkum bırakmamaya oynamaktadır. Büyük yatırım yaptıkları rejime desteklerinden vazgeçmeleri de söz konusu değildir.

Sonuç olarak Türkiye’nin siyasal mimarisi kırılgan bir dönüşüm sürecinden geçmektedir. Dış politikanın hiç olmadığı kadar iç politika ile iç içe geçmesinin nedeni de budur. Gerek yurt içinde gerekse de yurt dışında birçok gözlemcinin dış politikada öngörülemezlik saptamasında bulunması boşuna değildir. Bu dönüşümün nasıl sonuçlanacağı içerideki toplumsal ve siyasal güçler kadar uluslararası güçlere de bağlı olacaktır. Ve Kürt sorunu yine bu dönüşümün odağında olmaya devam edecek görünmektedir.

1 “Algeria mediated secret Turkish-Syrian Talks: Syrian Source”, 15 July 2016, http://gulfnews.com/news/mena/syria/algeria-mediated-secret-turkish-syrian-talks-syrian-source-1.1862831,  ayrıca bkz. El –Watan (Cezayir Gazetesi), 8 Nisan 2016.

2 Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın yakın dönem konuşmalarında İran’ın artan nüfuzundan bahsederken “Pers yayılmacılığı” terimini kullanmaya başlaması mezhepçi siyasetten uzaklaşma isteğinden kaynaklanıyor.   

3 Heyet Tahrir Eş-Şam’ın (el-Kaide’nin öncüsü olduğu cephe örgütlenmesi) tüm İslamcı muhalifleri kendi çatısı altında birleştirme projesini boşa çıkarıp muhalifleri kendi güdümünde biraraya getirmek ve IŞİD’i sınırdan uzaklaştırmak diğer ikisiydi.

4 AKP’nin ve yeni oluşan koalisyonun (dışarıdan dahil olan Avrasyacıların hüsnükuruntusunun aksine) NATO’dan ayrılmak gibi bir gündemi ve tahayyülü yoktur.

ÖNCEKİ HABER

Yeniden doğuşun adıdır Deniz

SONRAKİ HABER

‘Hayır’dan sonra: Erdoğan karşıtlığını aşmak...

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...