22 Şubat 2017 22:31

DOÇ. DR. YÜCEL DEMİRER: “Ayrılığımız çok uzun sürmeyecek.''

Tüm olumsuzluklara rağmen, çok çalışacağız, bilimsel bilgiyle olan bağımızı sıkı tutmaya özen göstereceğiz.

Paylaş

Dünya Barış Günü’nde akademik dünyaya yönelik saldırıları, bir çok meslektaşı ile birlikte Kocaeli Üniversitesi Siyaset Bilimi ve Kamu Yönetimi Bölümü’nden ihraç edilen, aynı zamanda bir Ankara SBF mezunu olan Doç. Dr. Yücel Demirer ile konuştuk.

 

İlk olarak akademinin geldiği noktayı bir Mülkiye mezunu olarak yorumlar mısınız? SBF’de yaşananlara ilişkin bize ne söylemek istersiniz?

Üniversitelerde eşine az rastlanır boyutta bir tasfiye dalgası ile karşı karşıyayız. Bu genişlikte bir tasfiye bırakınız Türkiye’yi, dünya ölçeğinde bile sayılıdır. Hem sayı hem de Türkiye’nin hemen tüm üniversitelerine sıçramış yaygınlığı itibariyle son derece geniş bir tasfiyeden bahsediyoruz. Üniversitedeki tasfiyelerin diğer kamu kurumlardaki tasfiyelerden farklı bir anlamı var. Çünkü üniversitelerde yapılan üretim, iktisattan bir kavram ödünç alırsak “çoğaltan katsayısı” yüksek bir faaliyet ve etkileri uzun döneme yayılıyor. Bu yüzden son bir yıl içerisinde karşı karşıya kaldığımız tasfiyenin ne yazık ki on yılları bulan sonuçları olacağını kabul etmek zorundayız. Bu nedenle sadece pozitif kalmaya gayret etmek, direnmek yetmiyor. Aynı zamanda akademik üretimi sürdürmek, deyim yerindeyse yeni kurumlar oluşturmak da dahil oyun kurmak anlamlı görünüyor. Siyasal Bilgiler Fakültesi’nde yaşananların benim için ayrı bir önemi var. 1980’de 17 yaşında bu kuruma ilk adımımı attım ve hayatımda çok önemli bir yeri oldu.

“BUGÜNKÜ FIRTINA ÇOK DAHA ŞİDDETLİ”

SBF’nin karşı karşıya kaldığı darbenin diğer kurumlardan farklı bir boyutu var. Çünkü SBF doktora eğitimi veren, öğretim üyesi yetiştiren köklü bir kurum. Türkiye’nin dört bir yanındaki üniversitelere öğretim üyesi yetiştiren bir kurum. Bu bağlamda SBF'ye vurulan darbe çok daha önemlidir, sonuçları sandığımızdan çok daha derindir. 10 Şubat günü öğretim üyelerinin atılmasından sonra ben de SBF önünde bekleyen binlerce insandan biriydim. Orada üzüntü ile hocalarımızın ve yaşı neredeyse 70’e 80’e gelen mezunlarımızın itilip kakılmasına, akademik cübbelerin çiğnenmesine tanık olduk. Aslında SBF ilk defa bu durumla karşı karşıya kalmıyor benim öğrenciliğimde de 1402 Sayılı Sıkıyönetim Kanunu ile hocalarımızın tasfiye edilmesine tanık olmuştuk. Hocalarımın ayakta kalmak için yaptıkları fedakarlıkları hatırlıyorum. Sonuçta büyük bir bölümü geri dönmüştü. O dönemde aşağı yukarı tüm ülkede 500 civarı öğretim üyesinin tasfiyesinden bahsediyoruz. Ancak bugün fırtına çok daha şiddetli.

Türkiye’de ciddi bir akademisyen açığı var. Birçok akademisyenin kadro bekliyor olması, akademik alanda iş güvencesinin giderek azalması insanların bu alana yönelmesinin önüne geçiyor. Bu durumun akademiyi daha da kötüye götürdüğünü, bugün üniversitede yaratılan ortama bakarak söyleyebilir miyiz?

Üniversitedeki akademik tasfiyenin iş güvencesini eksiltme ve daha görünür kılma gibi bir işlevi de var. Bence güvencesizleştirme iktidarın bilimsel üretim alanında hegemonya oluşturmak için sistemli olarak kullandığı bir araç. Öğretim üyelerine pozisyonlarının korunaklı olmadığının hissettirilmesi, faaliyet alanlarına dolaylı bir müdahale anlamı da taşıyor. Tasfiyelerle bir grup öğretim üyesinin etkisizleştirilmesi dışında ve yanında, özellikle muhalif özellikleri kafasında barındıran kişilerin yalıtılması ve susturulması için bizim üzerimizden mesaj gönderildiğini düşünüyorum.

“ÇOK ÇALIŞACAĞIZ”

Sizin hukuksuz bir biçimde yargılanmadan ihraç edilmeniz şunu gösteriyor: Sizi hukuki olarak işten çıkarabilecekleri bir gerekçeleri yoktu; OHAL ve KHK ile bunu yaptılar. Üç sene önce bunu olağan gösterebilecekleri bir siyasi ortam yoktu bu siyasi ortamı bugün sansür ve baskı ile bizi sindirerek yaratmaya çalışıyorlar. Çünkü OHAL bahanesiyle muhalif olan her şeyin herkesin sesini kısıyorlar. Bu ortamda referanduma gidiliyor. Her geçen gün bir önceki söylenenler ile çelişen açıklamalar yapılıyor. Bütün bunları siz nasıl değerlendiriyorsunuz?

Türkiye olağanüstü, olağan ötesi bir dönemden geçiyor. Bu olağanüstü dönem içerisinde, daha önceden karşılaşmadığımız türden yükler, her kuşaktan demokratın, devrimcinin, aydının omzuna yükleniyor. Tüm olumsuzluklara rağmen, çok çalışacağız, bilimsel bilgiyle olan bağımızı sıkı tutmaya özen göstereceğiz. Yoğun bilgi kirliliği ortasında dengemizi korumaya gayret edeceğiz. İktidarın inanç ve kültür alanına sıkıştırmaya, burada karşılamaya çalıştığı durum ve olguları, bilimsel bilgiler ışığında, neyin ne için olduğuna bakarak, politik ve sınıfsal ayrışmaların deyim yerindeyse röntgenini çekerek anlamaya çalışacağız.

MÜCADELECİ BİR İYİMSERLİK

Derslerinizde sürekli gelecekten umutlu olduğunuzu ve bizimde gelecekten umutlu olmamız gerektiğini söylerdiniz. Gelecekten hâlâ umutlu musunuz? Öğrencileriniz gelecekten umutlu olmaya devam etsin mi?

Ümitsizliğe kapılmayacağız. Özellikle Türkiye siyasi tarihinde çalkantıların eksik olmadığını bilip, iyimser kalacağız. Ancak önerdiğim iyimserlik berbat bir konjonktür içinde, ilkesiz ve kontrolsüz bir irade tarafından vahşi bir saldırı altında olduğumuzu akılda tutarak sürdürülen bir mücadeleye bitişik olmalı. Bu yüzden iyimserliğim romantik bir bekleme değil, enerjik bir mücadele daveti içeriyor.

Kırmızı Pazartesi romanında olduğu gibi bir cinayetin göz göre göre gelmesi durumu var bugün. Akademide de herkesin gördüğü büyük bir kıyım var. Gençliğe, öğrencilerinize neler söylemek istersiniz?

Derginiz aracılığıyla öncelikle öğrencilerime onları özlediğimi söylemek istiyorum. Ayrılığımızın çok uzun süremeyeceğine olan inancımı belirtmek isterim. Biz işimize bakacağız. Okumaya, yazmaya, az uyumaya ve çalışmaya devam.

Erdal Eren’in kendisinin “Bir suçum yok, ancak beni ibret-i alem olsun diye asacaklar” demesi gibi, bugün yaşananların benzerlerini biz geçmiş yıllarda da görmüştük. Sizle Siyaset Bilimine Giriş dersinde başkanlık sistemini öğrenmiştik. Başkanlığının olumlu ve olumsuz yönlerini geniş bir biçimde incelemiştik. Siz yaklaşan referandumu nasıl değerlendiriyorsunuz? OHAL ortamının, ihraçların ve basın üzerindeki baskıların yaşandığı bir dönemde, özgür akademiyi savunan öğrenciler, hocalar neler yapabilir?

Öncelikle iktidar kontrolündeki mecralarda yürütülen başkanlık sistemi tartışmalarının salt teknik bir tartışma olmadığını, bunun daha geniş bir ideolojik-politik mücadelenin parçası olduğunu düşünüyorum. Başkanlık tartışması adına bir bütün olarak siyasal alan yeniden kurgulanmak isteniyor. Aslında öneri sahiplerinin önce başkanlık sistemi sonra cumhurbaşkanlığı sistemi demesi kafalarının karışık olduğunu gösteriyor. En yalın söyleyişle ülkelerin tarihsel ve toplumsal dinamiklerinden şekillenmiş siyasal sistemleri vardır ve bunların değişimi bu türden bir arka plan ile bağlantılı olarak gelişir. Oysa Türkiye’de son dönemde dayatılan tartışmalar yapaydı. İhtiyaçlar doğrultusunda, belli bir süreklilik bağı içerisinde gelişen bir süreç olarak ortaya çıkmadı. Aksine siyasi iktidarın kendini kalıcılaştırmasının bir aracı olarak düşünüldü. Bu açıdan bunun salt masum bir siyasal sistem değişikliği önerisi olarak düşünülmesi mümkün değil. Yaşanan kalıcı bir hegemonya kurma çabasının sistem tartışması diliyle sürdürülmesi hali.

YÜCEL DEMİRER KİMDİR?

1963 doğumlu Doç.Dr.Yücel Demirer,  Kocaeli Üniversitesi, Siyaset Bilimi ve Kamu Yönetimi Bölümü öğretim üyesiyken eylül ayında çıkarılan 672 numaralı KHK ile ihraç edildi.

Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi mezunu. İstanbul Üniversitesi'nde Siyaset Bilimi, ABD Fisk Üniversitesi'nde Sosyoloji yüksek lisans eğitimi gördü. Doktorası Ohio State Üniversitesi'nden. Siyaset ve kültür kavramlarının birlikte kapsadığı olgular ile modern zamanlarda dinin siyasal alandaki yeri ilgi alanları içinde. Bu konulara ilişkin yayımlanmış kitap, kitap bölümü ve makaleleri vardır.

 

ÖNCEKİ HABER

'Ülkenin kaderi tek bir kişinin elinde olamaz'

SONRAKİ HABER

''Direniş bizde akademi geleneğidir.''

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...