13 Haziran 2012 09:51

Rektörlük seçimleri üzerine

Milliyet gazetesi haftanın iki günü, Abbas Güçlü yönetiminde “eğitim vitrini’’ adlı bir sayfa çıkarıyor. Bu sayfada üniversitelere dair yazılar yayımlanıyor. Abbas Güçlü’ nün kaleme aldığı kısımda köşe yazısıyla birlikte 11 mayıs günü ve 10 mayıs gününün Mill

Rektörlük seçimleri üzerine
Paylaş
Eren Yurt

Birden maziye gidiyorum, eski günler aklıma geliyor. 3,5 sene önce İstanbul Üniversitesi’nde yaşadığım -yaşayamadım desem daha doğru olur- rektörlük seçimlerini anımsıyorum. “Bir şeyler söylemek lazım” diye düşünüyorum bu seçimlerle ilgili. Ama bir süre sonra erteliyorum bu düşünceyi. Yine 14 Mayıs günü, bir önceki günün Milliyet gazetesini incelerken “eğitim vitrini” sayfasını görüyorum yeniden. Bu sefer haber başlığı daha fazla ilgimi çekiyor. “ İstanbul 559” yaşında. Haberde İstanbul Üniversitesi rektörü Prof. Dr. Yunus Söylet’ e üniversiteye dair 10 soru sorulmuş. Böylece 3 gün önce ertelediğim “düşüncelerimi yazıya dökme” fikrini gerçekleştiriyorum.

Bildiğiniz gibi rektörlük seçimleri 4 yılda bir yapılıyor. İstanbul Üniversitesinin seçimleri de aralık ayında yapılacak. Rektörlük seçimlerinin işleyişi şöyle; rektörlük için aday olanlar arasında bir seçim yapılıyor gizli oylamayla. En yüksek oyu alan 6 aday YÖK’e gönderiliyor. YÖK bu aday sayısını istediği gibi 3‘ e indiriyor ve bu isimleri Cumhurbaşkanına gönderiyor. Cumhurbaşkanı da istediği herhangi birini rektör olarak atıyor. Cumhurbaşkanının 1982 anayasasıyla çok geniş yetkilerle donatıldığını ve  başka mevkiler içinde atama yetkisine sahip olduğunu biliyoruz. (Bu denli geniş yetkiler gözünü Cumhurbaşkanlığına dikmiş olan başbakana yetmemiş olacak ki, geçtiğimiz günlerde yeniden başkanlık tartışmalarını başlattı.) Aynı zamanda bu seçim süreci “atanmışlar” tarafından kurulu olan YÖK’e Cumhurbaşkanı gibi nihai kararı verme kadar olmasa da büyük yetki tanıyor. Bir yanlışlık var sanki değil mi? Öncelikle (yok yok, YÖK’ün varlığını bu yazıda tartışmayacağım. Başka bir yazının konusu olsun bu.) atanmışların seçilmişler üzerindeki tahakkümünü ortadan kaldıran AKP hükümeti döneminde neden en yüksek oyu almış bir aday doğrudan rektör seçilmiyor? “Demokrasi” bunu gerektirmez mi? Kuşkusuz demokrasi bu kadar sığ bir kavram değildir. Ancak dillerinden düşürmedikleri, çizdikleri tanımlaya bile uymamaktadır.

Bildiğiniz üzere rektörlük seçimlerinde yalnızca Yard. Doç., Doç. Ve Prof.’lar oy kullanabiliyor. Yani örneğin 88000’in üzerinde öğrenci, 2500 araştırma görevlisi ve üniversite çalışanlarıyla da birlikte yaklaşık 100.000 mevcutlu üniversite bileşeninin İstanbul Üniversitesi’nde söz hakkı yoktur. Dolayısıyla seçimler sürecinde rektörlük vaatleri, seçmenlerine yönelik olmaktadır. (Teknokent yapacağım, Otopark kuracağım, üniversitemizi dünya üniversiteleri sıralamasında ilk bilmem kaça sokacağım vb. şeklinde) İstanbul Üniversitesi’nin son rektörlük seçimlerinde “demokratik üniversite” kaygısı güden ve bunu dillendiren tek aday Gediz Akdeniz’di ve seçimlerde en az oyu o aldı. Artık bu sonuç, seçim sistemine tepki amacıyla her seçime katılamayacağımızın tutumunu, Yard. Doç. , Doç ve Profesörleri lakayt bulmaları ve oy vermemeleri nedeniyle mi yoksa “demokratik üniversite” diye bir kaygılarının olmamaları nedeniyle mi alındı bilmiyorum. Bu seçimlerde bir aday “tutuklu öğrencilerimizin serbest bırakılması ve onların tutukluluğuna sebep olan TMK ve ÖYM’ lerin kaldırılması için mücadele edeceğim” vaadinde bulunur mu diye soruyorum kendime. Verdiğim cevabı buraya yazmayacağım, siz anladınız onu.

İstanbul Üniversitesi’nin tutuklu öğrencilere, tutukluluk süreleri boyunca sınav hakkının tanınmadığı da bir çoğumuzun malumudur. Ancak bu duruma üzülmeyelim. Nitekim, Tekirdağ 2 No’lu F Tipi Cezaevi için konuşursak, vize ya da final dönemi sınavlarına girmenin maliyeti yaklaşık 600 lira. Sayısı her geçen gün azalsa da hala yoksul emekçi çocuklarının yoğunlukta olduğu İ.Ü’ de bu parayı karşılayabilecek çok fazla kişi bulamayız ne de olsa!

Bunun yanında idarenin seçim gününü (akademik takvimde ilan etmemesine rağmen) tatil ilan ettiğini ve üniversite içine öğrencileri almadığını unutmayalım. Zira o gün üniversiteye “seçmenlerin” yanı sıra çevik kuvvet polisleri de “takımlarıyla” birlikte gelmişti! Üniversite kapısının önünde bizi üniversiteye sokmamak için bekliyordu. İstanbul Üniversitesi’ nde seçimin olduğu günü de içine alan süreçte, Yunanistan’ da 16 yaşındaki lise öğrencisi Aleksis’ in polis kurşunuyla öldürülmesine yönelik protestolar yaşanıyordu. Orada  polis şiddetinden korunmak için öğrenciler üniversitelerine sığınıyordu. Çünkü polislerin üniversiteye girmeleri yasaktı. Öğrenciler üniversitenin içinde polis dışındaydı, bizimkinin tam tersi yani!

Yazının başında da söylemiştim, haberde Yunus Söylet’ e 10 soru sorulmuş diye. Bunlardan birisi, öğrenci ve akademisyen sayısının durumu. Sanırım buna “okulumuzun öğrencisi olup ta tutuklu bulunan kaç kişi var?​” diye bir ekleme yapılmalı. Ciddi bir sayıya ulaştı çünkü artık. Aynı şekilde üniversitedeki sosyal ve kültürel etkinliklerin durumunun sorulduğu soruya “172 öğrenci kulübü ve  bu kulüplere bağlı 4 bin üyenin olduğu’’ cevabını veriyor. Lakin bu klüplerin birçoğunun, yalnızca sermaye sponsorluğunda, kariyer amaçlı, ücretli sertifika programları verdiği seminerler, paneller düzenlediği gerçeğini söylemeyi unutuyor. Tıpkı Öğrenci Kültür Merkezi’ni kapatıp yerine, öğrencilerden kayıt dönemlerinde normal kayıt ücretlerinin 5-6 katı oranında ücret aldığı uzaktan eğitim fakültesini açtığını söylemeyi unuttu gibi ! Barınma, beslenme olanaklarına ilişkin soruda sorulmuş tabi. Barınmaya ilişkin yanıtı ağır bir itiraf gibi adeta. “Avcılar yerleşkesi, Cerrahpaşa Tıp Fakültesi ve Beylikdüzü yurtlarında toplam 1282 öğrenci kalıyor.” Besleme konusunda günlük öğün başına 1 Tl olan yerel ücretiyle başarılı olduğunu kabul etmeliyiz. Bu şartla; çalışanların asgari ücretle, sendikasız-sigortasız, günde 10 saat çalıştığı gerçeğini göz ardı edersek! Önümüzdeki 10 yıllık hedeflerinin ne olduğu sorusu ise 2011 yılında dünyanın en iyi 385. üniversitesi olan İstanbul Üniversitesi’ni ilk yüze sokmak şeklinde yanıtlıyor.

Biz ise rektörümüze farklı birkaç öneride bulunalım, yeni dönem hedeflerine ilişkin:


-Mahkemede talep ettiğim okul içinde ve çevresinde polise öğrencilerin tuttukları notalarına varıncaya dek arama yetkisi kararı geçen dönemimde iptal edildi. Bu dönem bu kararı çıkarmak için tekrar başvuracağım.

-Kentsel dönüşüm planı çerçevesinde kampüslerimizi şehir dışına taşıyacağım. Böylelikle kampüslerimizin bulunduğu güzide mekanlar “daha hayırlı” amaçlar için kullanılabilecek.

-Soruşturma alan, tutuklanan öğrenci sayısını kat be kat arttıracağım. Cumhurbaşkanımız ya da başbakanımızın ya da herhangi bir devlet büyüğümüzün üniversiteyi ziyaretleri öncesi potansiyel eylemcileri gözaltına aldıracağım. (Tıpkı daha önce 1 Mayıslar öncesi aydınların gözaltına alınıp, 1 Mayıs’ın ardından serbest bırakılmalarındaki uygulama gibi.)

-Başbakanımıza tüm fakültelerimizin fahri doktora vermesini sağlayacağım. Polise özel odalar tahsis ettiğimiz gibi özel kantinler de tahsis edeceğim. Her tarafı reklam panolarıyla donatacağım; göz gözü göremeyecek!

Bitirirken; Yunus Söylet’ in İstanbul Üniversitesi Rektörü sıfatıyla birlikte YÖK üyesi sıfatını da kullandığına çok tanıklık ettik. Kim bilir belki rektörümüz yukarıda ona öneride bulunduğumuz vaatleri gerçekleştirirse, Yusuf Ziya Özcan’ la kuramadığı halef-selef ilişkisini şu anki YÖK başkanıyla kurabilir!

ÖNCEKİ HABER

Gülay Yaşar davası 5 Temmuz’a ertelendi

SONRAKİ HABER

Üniversite kontenjanları 10 bin arttırıldı

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...