25 Aralık 2016 05:45
Son Güncellenme Tarihi: 11 Eylül 2019 05:52

Pinochet ve kanlı mirası

Pinochet iktidara nasıl geldi? ABD’nin bu darbedeki rolü ne?  Pinochet nasıl bir miras bıraktı?

Paylaş

Ertan EROL

Hiç şüphesiz, 1970’de Şili’deki başkanlık seçimlerinin farklı sosyalist çizgideki grupların oluşturduğu “Halk Birliği’nin” adayı Salvador Allende’nin zaferiyle sonuçlanması, soğuk savaş döneminde Küba Devrimi ile birlikte Latin Amerika’yı etkileyen en önemli olaylardan biri olmuştur. Allende’nin ve Halk Birliği’nin “sosyalizme Şili yolu” (víachilena al socialismo) olarak tanımladığı program demokratik sistem içinde bir geçiş dönemi vasıtasıyla, azgelişmişlik içinde gelişme hedefi yerine alternatif, eşitlikçi ve adil bir modernizasyon süreci tasarlamaktaydı. Dünyadaki bakır rezervlerinin büyük bir bölümüne sahip olan Şili’de bu program tabii ki bakır madenlerinin millileştirilmesini, ikinci aşamada büyük toprak sahiplerini doğrudan etkileyecek geniş bir toprak reformunu ve son aşamada da sanayinin millileştirilmesini amaçlıyordu. Bu şekilde modernizasyon, burjuva anlamından sıyrılarak demokratik bir karakter kazanacak, toplum gelir adaletsizliği, fakirlik ve azgelişmişlik sarmalından çıkarılmış olacaktı.

ABD’NİN PLANLARI

Fakat bu programın uygulanmasının önünde çok önemli engellerin olduğunu söylemek mümkündür. Bunların başında, Allende’nin seçimleri çok az bir farkla kazanmış olması (toplam oyların yüzde 36.5’i), toplumun önemli ölçüde kutuplaşmış hali, yerli ve özellikle ABD kaynaklı dış sermayenin ve büyük toprak sahipleri ve muhafazakarların Allende’nin başkanlık görevini almaması konusunda uzlaşmış olması gelmekteydi. Seçimlerden sonra Allende’nin görevi devralmaması için ABD’nin hazırladığı planlardan ilki kongrede çoğunluğu elde edememiş olan Allende’nin yerine kongrenin Allende’nin rakibini seçerek tekrar başkanlık seçimlerine gidilmesi yönündeydi. Fakat bu plan başkanlık yarışında üçüncü sırada gelen Hristiyan Demokratların Allende’nin seçim zaferine saygı göstererek bu plana katılmaması ile akamete uğradı. Bu aşamada Nixon idaresi ordunun müdahale etmesi yönündeki CIA planını devreye soktu.

Bu noktada ABD’nin önündeki en büyük engel Anayasaya tam bağımlılığını açıkça ilan ederek “Schneider Doktrini” olarak adlandırılan, ordunun siyasetin tamamen dışında olması gerekliliğini savunan Genelkurmay Başkanı René Schneider’di. ABD Schneider’in kaçırılması ve böylece bir siyasi kaos ortamı yaratılarak askeri müdahale ile tekrar seçime gidilmesini hedefleyen bir plan devreye soktu. Fakat Scneider’in kendisini kaçırmak isteyenlere direnmesi ve çıkan çatışma sonucunda öldürülmesi, ABD’nin ve yerli sermayenin planlarının geri tepmesine, halkın büyük tepki göstererek Allende’nin arkasında toplanmasına sebep olmuştu.

ALLENDE EKONOMİSİ

Allende idaresinin ilk yılında önemli ekonomik gelişmeler sağlanmış, bakır madenleri millileştirilmiş ve toprak reformu kademeli olarak hayata geçirilmeye başlanmıştır. Ancak, daha sonraki senelerde özellikle kamu açıklarını arttırmış, parasal genişleme ile görülmemiş düzeylerde bir enflasyon sorunu ortaya çıkmış, temel maddeler üzerinde fiyat kontrolleri gıda kıtlığı ve karaborsaların oluşmasına sebebiyet vermiştir. Bunu paralel olarak ABD, Allende idaresinden kurtulmayı hızlandırmak için ülke ekonomisinin işleyişi açısından hayati öneme sahip olan kamyoncuların grevini finanse ederek ekonomik krizi derinleştirmeye çalışmıştır. Tüm bunlara ek olarak toplumsal kutuplaşma kongrede varılması gereken uzlaşmayı imkansız kılarak Allende’nin elini kolunu bağlamış, böylece ekonomik ve kurumsal bir kriz ortaya çıkartılmıştır. Allende ise bu duruma rağmen ordunun Schneider Doktrinine ve mirasına sadık kalacağı düşüncesini korumuş ve askeri bir müdahalenin gerçekleşmeyeceğine inanmıştır.

HALK BİRLİĞİ’NİNDE GÖRÜŞ AYRILIKLARI

Halk Birliği’nin bileşenleri arasındaki görüş ayrılıklarının derinleşmesi de Allende idaresini zora sokan ikinci bir sorun olmuştur. Bu durumun fırsata dönüştürülerek, Brezilya örneğindeki gibi bir askeri cuntanın oluşturulması gerekliliğine inanan ABD, CIA’nın operasyonel yardımı ile 11 Eylül 1973’te askeri darbeyi gerçekleştirmiş, istifa etmeyi ve başka bir ülkeye sürgüne gitmeyi reddeden Salvador Allende bombalanan başkanlık sarayı LaMoneda’da hayatına son vermiş, Geneal Augusto Pinochet başkanlık görevini üstlenmiştir. Pinochet cunta içindeki rakiplerini hızlı bir biçimde ekarte ederek tam olarak kontrolü elinde toplayabilmiştir. Darbe ile birlikte Halk Birliğinin tüm bileşenlerinin liderleri ve üyeleri yakalanarak Şili Ulusal Stadyumunda işkenceye maruz bırakılmış, bu işkenceler sonucunda aralarında Victor Jara gibi Allende döneminin önemli kişileri hayatını kaybetmiştir. Yaklaşık 200 bin kişinin ülkeyi terk ettiği, binlerce kişinin işkence ile veya sahte çatışmalar vasıtasıyla öldürüldüğü askeri rejim Pinochet’in tüm sistem üzerinde tam olarak söz sahibi olduğu bir sistemi oluşturmuştur. Cunta içinde rakipsiz kalan Pinochet, Allende döneminde yapılan kazanımları ortadan kaldırmış, 1980’de anayasayı değiştirmiş, Chicago Boys olarak adlandırılan ABD’de eğitim almış Şilili liberallerin dizayn ettiği bir ekonomik program ile ekonominin tamamen neoliberal ilkelere göre yeniden yapılandırılmasını, devletin ekonomideki ve temel kamu hizmetlerindeki rolünü piyasa güçlerine bırakılmasını sağlamıştır. Bunun yanında Şili, Latin Amerika’da, bölgedeki diğer askeri diktatörlükler arasında irtibat ve dayanışmayı sağlayacak Kissinger’ın ünlü Cóndor Planın en önemli merkezi haline gelmiş, böylece Pinochet bölgesel olarak da meşruiyet ağını genişletme ve ABD için vazgeçilemez bir aktör haline gelmeyi başarmıştır.

SİYASAL VE EKONOMİK ALANLAR KONTROL ALTINDA

Pinochet’nin siyasal ve ekonomik alanları tümüyle kontrol altına almayı sorunlu bir yaklaşım olarak görmemiş, başkanlık ettiği cuntanın icap ettiğinde yumruğunu sıkabilecek yumuşak bir dikta olduğunu savunmuştur. 1973’ten 1982’ye kadar gelen süreçte serbest piyasa reformları ile tamamen dönüşen Şili ekonomisi ise 1980’lerin ortalarına doğru küresel finansal krizle birlikte derin bir ekonomik kriz ile karşı karşıya kalmıştır. 1988’de kendisine tekrar başkan seçilme hakkını verecek olan anayasal değişikliğin oylandığı reformu kaybeden Pinochet 1990’da görevden ayrılmış ancak 1998’e kadar ordunun başında kalmayı sürdürmüştür. 2006’da ise hakkındaki soykırım ve yolsuzluk suçlamalarına ve süren davalara rağmen hiçbir hüküm giymeden ve hiçbir ceza almadan öldüğünde ise arkasında sadece katliam, işkence ve insan hakları ihlallerini çağrıştıran bir isim bırakmıştır.

İlginçtir ki Pinochet’nin bıraktığı bu kanlı miras, bugün hâlâ Şili’de siyaseti ve toplumsal farklılıkları sessiz ve derinden zehirleyen bir virüs olarak karşımıza çıkmaktadır. Pinpchet’nin kötü biri olduğuna hemen hemen herkes mutabık kalabilmekteyken bazı konularda haklı olabileceği, Allende’nin ve UP’nin de durumda bir miktar payının olduğu düşüncesi gizli bir biçimde sağ merkez siyasetin içinde yaşam alanı bulabilmektedir. İşte tam bu noktada Pinochet diktasının Latin Amerika’daki neoliberal dönüşümde oynadığı rolün tespit edilmesi hayati rol taşımaktadır. Çünkü, Pinochet’yi ve Pinochetleri yaratan ve besleyen yapısal koşulların bugün halen ideolojik olarak hegemon oldukları ve asıl mücadelenin bu hegemoni ile gerçekleştirilmesi gerekliliği ancak böyle açığa çıkarılabilecektir.

ÖNCEKİ HABER

Yeni Türkiye’nin ‘Fıtrat’ı: İş Cinayetleri

SONRAKİ HABER

Franco: Ölüm ve yaşam üzerine

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa