18 Aralık 2016 00:53

Oysa mezarlıklar sessiz olmalı

Ayşen Güven Evrensel Pazar'a yazdı.

Paylaş

Ayşen GÜVEN

Hani bu hafta sosyal medyada Persepolis filminden bir kesit çokça dolaştı. Cümleleri boğaz köprüsünden geçip, Dolmabahçe’den Taksim’e tırmanan yolun İnönü Stadı’yla karşılaştığı o kısa-uzun yola benziyordu ya da bizzat boğazımızdaki düğüme: “Şimdi sokaklara şehit isimleri veriyorlar. Ailelerine geride kalan tek şey bu sokak isimleri. Şimdi sokaklarda yürümek, bir mezarlıkta gezinmeye benziyor.” Vizyonda daha uzun tutunmasını umduğum Frantz da 1. Dünya savaşı sonrası Almanya-Fransa halklarına pompalan ırkçılığı, savaşın yarım bıraktığı ve kalıntılarının yeni heyecan ve aşkları tıkadığı bir tramva dönemine bakıyordu. Filmde “vatani görevin” diye savaşa yolladığı aslında pasifist olan oğlunun “şehit” olmasını göğüslemeye çalışan baba Doktor Hans Hoffmeister’in cümleleri de, Persepolis ve bizim sokaklarımızla kesişiyordu. Oğlunun çıkıp gelen esrarengiz Fransız arkadaşını yani Almanlar için bir “düşmanı” evine almasını, dostluk etmesini kendi cemiyetine izah etmeye çalışırken, evlatlarımızın ölümleriyle gelen zaferi biz burada biralarımızla, Fransızlar orada şaraplarıyla kutladık, derken Hoffmeister, her savaşın motivasyonu bir “milli” marş onun sözlerinin tesiriyle başa çıkıyordu.

Hem Persepolis hem Frantz’a benziyoruz yalan yok. Sokaklarımız mezarlıktan nasıl çıkar büyük soru? Ama biz, hayatta olanlar hissizleşmiş akıl ve bedenimize yaşadığını duyurmak zorundayız. Yani daha fazla “şehitlik” sokak, köprü adları konmadan parmak uçlarımızda bir hisse ihtiyacımız var. Ne kadar eklemlerimiz kireçlenmiş gibi hissetsek de yeniden işler olabilme, karşı çıkabilme minderini sermeye yaşama hissimizi tazelemeden başlayamayacağız. En çok bundan ötürü konserler yasaklanıyor. Çünkü bir “ses” geliyor, oysa mezarlıklar sessiz olmalı... Bu nedenle “Üç Kuruşluk Diktatör” oyununun “diktatörünü” üstlerine alınıp, Haluk Tolga İlhan’ın tutuklu yazarlar Necmiye Alpay ve Aslı Erdoğan için konser verme ihtimaline dayanamayıp soruşturma açıyorlar. Ve aynı günlerde Fazıl Say’ın konser salonunun kapısına eli baltalı bir kimse dayanıyor, Yeşim Ustaoğlu’nun son filmi “Tereddüt” sansürlenerek vizyona çıkabiliyor. Ses nerden geliyorsa oraya taş atılıyor.

Doların, borsanın, insanların alın teri sömürüsünün, vergilerin, kiraların, ömürlük kredilerin durmadığı bu mezarlıkta insanın parmak uçlarından aklına yürüyecek yegane maharetler mahalle baskısı ya da zorbalıkla engelleniyor. Müzisyen Ceylan Ertem “Müzik sadece eğlencedir diyorsun. Neşet Ertaş’ın, Aşık Mahzuni Şerif’in kemiklerini sızlatma kardeşim” diye de boşa demiyor.

Pek çok halk isyanının kamçısı olmuş onlarca şarkı, cephelerde, hastanelerde sergilenen tiyatro oyunu tarihin tozlu raflarına mahkum değil. Biz de bir mezarlıkta bastığımızı hissetmez halde yürümeye değiliz. “Bir yerden bir ses gelse” diyoruz hepimiz içimizden. Her şey yolunda ya da normal gibi değil de hissizliğimizde bir karıncalanma gibi başlayan... Nerden nasıl gelir bilmiyorum ama Persepolis’ten, Frantz’dan gelen ses kadar sarsıcı kaç ses duyuyoruz bugünlerde emin değilim! Hicapla da olsa sanatın bizi bugünlerden kurtarmayacağını ama sağlam sarsacağını, sağıltacağını tüm klişeleri yinelemek pahasına yeniden yazıyorum.

Tecavüzcülere eş arayan programların durmadığı bir yas tüm ölmüşlerimize ancak hakaret olur. Böyle bir hakareti görmek için yerine konulacak bir türkü, bir dize ya da bir replik gerekir. Ki ziyadesiyle var. Mesela Meltem Cumbul’un dizi setinden “Bu sette çocuk var” sesini, çocukların istismarcılarının korunması için yasa çıkarıldığı bir ülkede duyurması bizim parmak uçlarımızda bir his de olur. Fazıl Say yine konser yapar savaşların canımızı yakmasına söz olur “gözünüze yaş düşerim” basar piyanoda.

Doğrusu bu sessizler mezarlığında her şeye rağmen susmayan sanat oluyor. Yoksulluğun, ölümün, haksızlığın, arkadaşlığın, paylaşmanın, aşkın sesi böylece hep semaya düşüyor ve kaybolmuyor.

Gelin yazının sonunu Ernst Fıscher’a bırakalım. Onun “Sanatın Gerekliliği” kitabının son satırları bu yazının da son cümleleri olsun. “Çalışarak insan olan insan, doğalı yapaya dönüştürerek hayvanlar dünyasından kurtulan insan, bu yüzden büyücü olan, toplumsal gerçekliği yaratan insan, her zaman gökyüzünden yeryüzüne ateş getiren Prometheus, her zaman müziğiyle doğayı büyüleyen Orpheus olacaktır. İnsanlık ölmedikçe sanat da ölmeyecektir”.

ÖNCEKİ HABER

Onlar her yerde, peki insanlık nerede?

SONRAKİ HABER

Mumyalara karşı insanlar!

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...