12 Aralık 2016 00:56

Doğan Çetinkaya: Bir ‘reis düzeni’ kurulmakta

Yrd. Doç. Doğan Çetinkaya: Hiç olmadığı kadar bir Erdoğancılıktan bahsedebiliriz. (Fotoğraflar Erdost Yıldırım)

Paylaş

Serpil İLGÜN

Ekonomik kriz ve başkanlık, geçtiğimiz hafta da siyaset gündeminin öne çıkan iki başlığı olmayı sürdürdü. Krizi önleme tedbirlerinden biri olarak halkı dolar bozdurmaya çağıran Erdoğan, doların kısmi düşüşü karşısında da kampanyayı sonlandırmadı ve halka “Amaçları bizi yok etmek. Bu saldırının da üstesinden geleceğimize eminim. İşte dolar düşmeye başladı. Ama yetmez, daha da yüklenin” mesajı verdi.

Pazartesi röportajında bu hafta, dolar bozdurma kampanyasının arka planını konuştuk.

Kısa sürede teşviklerle örülü bir kampanyaya dönüştürülen ve “2 bin dolar bozdurup makbuzunu getirene mezar taşı bedava”dan, “500 bin dolar bozduranın adını üniversite anfisine vermeye” dek çeşitlilik gösteren kampanya, salt doları düşürmeye mi odaklı? Dolar bozdurmak, neden vatan savunusuyla eş tutuluyor? “Doların yükselişi, Türkiye düşmanlarının yeni oyunu” söylemi nasıl karşılık buluyor?

İstanbul Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Öğretim Üyesi Yrd. Doç. Y. Doğan Çetinkaya yanıtladı.

Çetinkaya, AKP- MHP uzlaşısını ve başkanlık sistemini de değerlendirdi.

Erdoğan “Yetmez, milletim daha da yüklenmeli” diyerek dolar bozdurma çağrısını sürdürüyor. Buradaki amaç tamamen iktisadi mi? Yani salt doların ateşinin düşürülmesi için mi vatandaş seferber ediliyor?
Tabii ki hayır! Bu soru aslında benim çalıştığım konuların kapsamına giriyor. Hem yüksek lisans, hem doktora tezimi “Osmanlı’da boykot hareketleri” üzerine yazdım. Temel iddiam, bunların politik silahlar olarak kullanılan iktisadi eylemler olduklarıydı. Burada temel amaç ve motivasyon her zaman politiktir. İktisadi ve sosyal hedefler ikincildir. Ayrıca bu tür girişimlerin tarihsel örnekleri üzerine yapılan çalışmaların önemli bir tespiti, bu tür eylem, çağrı ve kampanyaların somut iktisadi sonuçlarının çok hesaplanabilir olmadığıdır.

Buna karşılık doların düşmesi, Erdoğan ve AKP çevrelerince kampanyayla ilişkilendiriliyor biliyorsunuz.
“Dolar bozdurma seferberliği”nin doların TL karşısındaki değeri açısından belki kısa dönemli karşılığı olabilir. Özellikle de kendi mahallesi içinde yüksek miktarda bir karşılığı olursa çağrının. Ama belirttiğim gibi zaten bunun gerçek iktisadi karşılığının ne olacağını da belki hiçbir zaman bilemeyeceğiz. Çok hesaplanabilir bir şey olduğunu düşünmüyorum. Çünkü daha birçok başka değişken ve girdi var.

Dolar bozdurma çağrısı, boykot gibi daha radikal ve kopuşçu bir çağrı değil. Daha utangaç bir çağrı. Zaten biliyorsunuz hükümet ABD ve AB’yi de doğrudan telaffuz etmemek için daha çok “üst akıl” gibi kavramlar kullanmaya çalışıyor. Yani gerek Cumhurbaşkanı, gerekse de AKP çevrelerinin Batı karşıtlığı utangaç ve ürkek. Bundan dolayı Şangay vs gibi çıkışlar da ergen haylaz çocuk tonunun çok ötesine geçemiyor.

Ancak şurası kesin ki kampanya her şeyden önce hem çok kısa dönemli, hem de palyatif bir çözüm olacaktır kuşkusuz. Fakat, çağrıdaki asıl neden ve motivasyon doların ateşinin düşürülmesinden ziyade, politik.

Yaptıkları sınırlı tasarruflarla doların iniş çıkışı üzerinde belirgin bir etki göstermedikleri halde, söylemin “15 Temmuz’da sokağa çıkıp vatanını kurtaran; şimdi de dolarını bozdurarak ekonomiyi kurtaracak olan halk” üzerinden kurulmasının sebebi ne?
İşte tam burada asıl amaç politik dediğim noktaya varıyoruz. Bu çağrı kamuoyuna yapılmış bir çağrı. Daha doğru bir ifadeyle “millet”e. Dolarınızın olup olmaması önemli değil. Önemli olan çağrı yapılan milletin ve o “ruhun” içinde hissetmeniz kendinizi. Bundan dolayı 15 Temmuz’da yaratılan “darbe karşıtı ruh”, “Yenikapı ruhu”, her ne derseniz deyin onu devam ettirmeyi, yeniden üretmeyi hedefleyen bir girişim. Yani sadece yaklaşmakta olan, ayak seslerini duyurmaya başlayan krize karşı bir ön alma çabası değil. Elbette o da çok önemli bir neden. Hızla içine girilmekte olan iktisadi istikrarsızlık içinde kendi mahallesini ve tabanını teyakkuz haline geçirmek isteği. Nitekim iktisadi ve mali gelişmeleri bir komplo ve 15 Temmuz darbe girişiminin bir devamı olarak anlatılması da bir tesadüf değil.

Zaten doların yükselişi de “15 Temmuz’da başaramayanların yeni bir saldırı hamlesi” olarak sunuluyor…
Evet, bundan dolayı dolar bozdurma seferberliği de darbeye karşı sokağa çıkanlara mücadelenin sürdüğü mesajını verme çabası. Yani kriz ve onun yaratacağı yıkım ve mağduriyetlerin müsebbibi dış düşmanlar, üst akıl. Kriz, sitemin bir sonucu değil buna göre. Ya da hükümet politikalarının bir sonucu değil. Bundan dolayı sınıfsal bir sorun da değil. Milli bir mesele. Hal böyle olunca hükümetin ve milletin başkumandanının arkasında kenetlenmeli millet. İşçiler emekçiler milli bir sorumlulukla davranmalı. Milli bir tavır almalı. Dolar bozdurmakta olduğu gibi. Bugün dolar bozdurma, yarın bir başka tavır. Bu ruhun içinde değilseniz zaten milletin de dışına düşersiniz. Yani “yerli ve milli” değil yabancı olursunuz. Böylece bir kriz durumunda hem bunun faturasını halka yıkmak daha kolay olur, hem de yükü omuzlarına bıraktığınız halkın önemli bir kısmını da arkanıza alarak oluşacak tepkiyi başka hedeflere yönlendirebilirsiniz. Ancak kriz bunun sadece bir boyutu. Dolayısıyla burada hedeflenen bir iktisadi krize karşı tedbir alma girişimi değil sadece. Bunu unutmamalı. Bu içinden geçmekte olduğumuz siyaset ve rejim tartışmaları çerçevesinde değerlendirilmesi gereken bir hamle. Sarayın politikaları ve uyguladığı yukardan aşağı seferberlik örüntülerinin bir görüngüsü.

Dolar bozdurma seferberliğinin karşılık bulmasında 15 Temmuz katkısı için ne söylersiniz? Darbe girişimi sonrasında kurulan dil ve yaşananlar, altını çizdiğiniz “vatan-millet”, “yerli-milli” propagandasının satın alınmasını kolaylaştırdı mı?
15 Temmuz çok önemli bir dönüm noktası oldu. Aslında daha öncesi de var elbette. Asıl kırılma noktası Gezi’ydi. Erdoğan’ın kendi mahallesine kapanması ve orayı konsolide etmeye çalıştığını yıllardır söylüyoruz. 15 Temmuz bu süreçte yeni bir seviyeye geçeceğimizin önemli bir işareti oldu. Başka bir merhaleye geçiyor gibiyiz. Öyle ki bugün artık daha önce hiçbir zaman olmadığı kadar bir “Erdoğancılıktan” bahsedebiliriz. Yani bir “reis düzeni”nin kurulmakta olduğu tespitini yapabiliriz. Nitekim bugün otoriter rejim tanımlamaları ve faşizm tartışmalarının yükselişi boşuna değil. 15 Temmuz sonrasında İslamcı grupların birçoğu da Erdoğan’ın iktidarını bir beka sorunu olarak daha net bir şekilde ortaya koyuyor. Saray bu noktada çok başarılı adımlar attı. Hatta Gezi sonrasında zaten söylediğimiz gibi AKP’den ziyade artık Erdoğan vardı. Bugün artık İslamcı mahallenin tüm renkleriyle Erdoğan giderse tüm “kazanımlar” gider noktasında olduklarını daha net söyleyebiliyoruz 15 Temmuz sonrasında. Nitekim İsrail-Mavi Marmara, Rusya-Halep gibi meselelerde doğru düzgün bir ses verilememesi ve Erdoğan eleştirisinin ortaya çıkamaması bunun bir göstergesi. Ya da çıksa dahi bunun daha çok AKP içindeki yozlaşma göndermeleri olması ve Erdoğan’ın bunlardan ayırt edildiğinin altının kalın kalın çizilmesi.

Sokağın militerleşmesi, 15 Temmuz sonrasında konuştuğumuz meselelerden biriydi. Dolar kampanyasına verilen destek, Erdoğan liderliği etrafında kenetlenen sağ, milliyetçi, muhafazakar kesimin konsolidasyonu, organizasyonal pozisyonu için ne söylüyor?
İslamcı cenahın bir bölümünün özellikle Kafkasya ve Balkanlarda ve son süreçte de Ortadoğu’da silahlı mücadele konusunda önemli bir tecrübe edindiğini söylemek mümkün. Her ne kadar bu kesimler Türkiye’deki İslamcı camia içinde marjinal de olsalar. Yine de 15 Temmuz darbe girişimine karşı direnişte ve özellikle Erdoğan’ın meydanlara yaptığı çağrıdan önce sokağa çıkmada bu tecrübenin de katkısı olduğunu düşünmek için yeteri kadar nedenimiz var. Ancak diğer yandan bu damar AKP iktidarı sırasında Türkiye’de önemsizleşti. AKP iktidarının İslamcı cenahın sistem karşıtlığını ve radikalliğini fazlasıyla törpülediği önemli bir tartışma başlığı. Sokağın militerleşmesi, sözünü ettiğim bu tespitten farklı bir olgu ve yukarıda altını çizdiğimiz gelişmenin bir parçası. Özellikle Melih Gökçek’in halkın 15 Temmuz sonrasında silahlanmaya başladığını haber vermesi ve bunun milletin tepkisi olarak doğal olduğunu söylemesi bunun bir göstergesi. 15 Temmuz aynı zamanda halkın milli tepkisini sokakta vermesi ve sorumluluğu devlet kurumlarına bırakması gerektiğini vaaz eden anaakım sağ söylemden de kopuşun bir miladı olabilir. Müstakbel bir otoriter rejimde paramiliter bir sokak gücü potansiyelini ne kadar barındırıyor bunu zaman gösterecek.

MHP-AKP UZLAŞISININ ESASINI SAVAŞ POLİTİKALARI OLUŞTURUYOR

Başkanlığı hedefleyen anayasa değişikliği taslağı Meclise sunuluyor. “Cumhurbaşkanlığı sistemi” taslağı, “Türkiye nereye gidiyor” sorusuna nasıl yanıtlar üretiyor?
Erdoğancılık ve buna tekabül eden güçlü bir tabanı olan, onu seferber etme kapasitesi de yüksek olan otoriter bir rejim en kuvvetli olasılık.

“İç ve dış güçlerin saldırısı altındayız. Başkanlık gelirse saldırılarla daha kolay başa çıkarız!” Erdoğan ve partisi başkanlık savunusunu bu argüman üzerinden kuruyor. Soru şu; saldırılarla başa çıkmak için neden illa Erdoğan’ın başkan olması gerekiyor?Elbette gerekmiyor. Ancak sözünü ettiğiniz söylem, oluşmakta olan yeni rejimin nasıl bir rejim olacağının da işareti ve habercisi aslında.

Cumhurbaşkanının partiyle ilişkisi, yüce divana sevki vs gibi başlıklarda MHP’nin itirazları olduğu söyleniyordu ancak kimi yorumculara göre asıl pürüzü bu başlıklar oluşturmadı ve AKP ile pazarlıkta MHP istediğini aldı! MHP’nin AKP ile ortaklıkta esas “kazancı” ne oldu?
MHP’nin geldiği nokta ve iç tartışmaları üzerine ayrı bir sohbeti hak ediyor. Ancak burada altını çizmemiz gereken husus şu: MHP’nin başkanlık tartışması konusunda basit bir pozisyon değişikliği içine girdiğini reddetmek gerekir. Zira Saray’ın izlediği politikanın ve başkanlığı tartışma biçiminin de MHP’ye doğru bir evrim geçirdiğini görmek gerekir. Her şeyden önce MHP’nin kazancı bu belki de. “Taş üstünde taş, baş üstünde baş kalmasın” talebinden beri mevcut hükümet politikalarının MHP’nin destekleyeceği siyasalar ürettiğini görmek lazım. Daha önce başka bir röportajda MHP’nin bazı noktalarda birleşen, bazılarında örneğin Erdoğan konusunda ayrışan bir tabanı olduğunu uzun uzun anlatmıştım. Buradan hareketle Erdoğan ile anlaşmanın MHP tabanında önemli bir karşılığı var. Bir de savaş politikalarını göz önünde bulundurduğumuzda aslında Bahçeli’nin tavrı o kadar da şaşırtıcı değil. Buna Bahçeli muhalefeti ve bundan kurtulma isteğini de eklemek lazım. Bahçeli muhalefeti 15 Temmuz öncesinde en çok MHP tabanının özellikle devlet kadrolarından koptuğu, iş çevrelerinin de ihalelerden dışlandığı üzerinde duruyordu. Bu ittifak ile Bahçeli’nin bu konularda da önemli kazanımlar elde ettiğini görülüyor. Özellikle emniyette MHP kökenlilerin önemli mevkilere atandığına dair haberleri okumaya başladık bile. Ancak bütün bunların yanında esas uzlaşının savaş politikaları üzerinden olduğu temel nokta. Ve bu da MHP’nin en büyük “kazancı.”

ERDOĞAN DAHA GENİŞ BİR MUTABAKATA İHTİYAÇ DUYMUYOR

OHAL, KHK, Meclisin üçüncü büyük partisinin eşbaşkan ve vekillerinin tutuklu olduğu şartlarda Türkiye’de sistem değişikliğine gidiliyor ve bunun nasıl yapılacağını bırakalım kamuoyu, iki partinin milletvekilleri bile son dakikalara kadar bilmiyor. AKP/Erdoğan neden şeffaflıktan kaçınıyor ve toplumsal mutabakat arama ihtiyacı hissetmiyor?
Mutabakatı demin çizdiğim çerçeve içinde MHP ve onun tabanının Erdoğan karşıtı olmayan kısmıyla sağlamış durumda zaten. Ayrıca 15 Temmuz ve Yenikapı ruhu ile FETÖ karşıtlığı ve açılımın terk edilmesi ile muhafazakar olmayan seküler çevrelerde de bir karşılığı var. Bu durumda daha fazla mutabakat ya da daha doğrusu meşruiyet ihtiyacı olduğunu sanmıyorum. Bu ortamı, 15 Temmuz sonrası ne kadar desteğe sahip olduğunu tam bilmediğimiz başkanlığa tahvil etmesi artık o kadar da zor değil.

“Karşı sözün kurulamadığı, muhalefetin propaganda olanaklarının son derece kısıtlandığı OHAL şartlarında referandumdan çıkacak sonuç demokratik ve meşru olur mu” sorusuna sizin yanıtınız ne?
Demokratik olmayacağı belki bizim açımızdan kesin ama önemli bir kesim açısından meşru olacak elbette.

TEPKİLERİ DERLEYİP TOPLAYACAK SİYASAL ÖZNE YOK

Tüm olumsuz şartlara, baskıya karşın akademiden kitle örgütlerine, öğrencilerden sol sosyalist güçlere eylemler yapılıyor, demokratik muhalefeti birleştirmek için yoğun çabalar sarf ediliyor ancak istenilen düzeye gelmiyor. Eksik olan ne, ne yapmalı?Bu soru da uzun ayrı bir söyleşiyi gerektirir. Gerçekten bu hakim eğilime karşı önemli bir karşı duruşun olduğu aşikar. Saydığınız kesimler bir kitle tabanı yaratamasalar, örgütlenemeseler de seslerini yükseltebiliyorlar. Ancak bu konuda da bir demoralizasyonun olduğunu da görmezden gelmemek gerek. Ancak bu kadar güçsüzlüğüne rağmen sol muhalefet hemen her alanda ortaya çıkmakta, ses vermekte gecikmiyor. Peki o zaman neyin güçsüzlüğünden bahsediyoruz? Eksik olan asıl unsur bütün bu saldırılar karşısında bir referans noktası olacak, tepkileri derleyip toplayacak, ortak bir zemin oluşturacak siyasal özne. Ne yazık ki onlarca siyasal grubun varlığına rağmen gerçek bir sosyalist öznenin varlığından söz etmek çok mümkün değil. Daha başka şeyler de söylenebilir ancak ben kendi açımdan bu eksikliği başat bir eksiklik olarak görüyorum.

ÖNCEKİ HABER

Uğur ve Polat'ın davasında haber alma hakkını savunacağız

SONRAKİ HABER

Halep’ten önce Halep’ten sonra

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...