13 Kasım 2016 04:19

Çekmediğim fotoğraflar

Çektikleri fotoğraflarla dünyanın birçok gerçekliğini tarihe bırakanların yerini; çektikleri fotoğraflara kaç “like” geleceğini düşünen insanlar aldı

Paylaş

Gizem İBAK

Göz damarlarımın yeterince kasıldığını hissettiğimde uzun süredir vizörün ardından baktığımı fark ediyorum. Elim deklanşöre varmıyor bir türlü ve kıstığım gözümün ağrısına daha fazla dayanamayarak fotoğraf makinesini gözümden çekip kucağıma bırakıyorum. Neden sonra başım iki elimin arasında saçlarımı karıştırıyorum. Bir fotoğrafı daha çekemiyor ve çekemediğim birçok fotoğraf gibi hafızama kazıyorum.

***

Eğer yola çıkan siz değilseniz yola çıkanın tatlı telaşını ve her bavulun barındırdığı bir yarım hüznü seyretmek yaşama dair birçok metaforu size armağan edecektir. Mumbai Tren İstasyonu’nun ikinci mevkii bekleme salonunda bir bankın tepesinde oturuyorum. Yolu ortadan bölen çeşmenin paralelindeki bu bankta, nereden geldiğini bilmediğim birçok duyguyla, nereden gelip nereye gittiğini bilmediğim insanları seyrediyorum.

Sarıya turuncuya boyalı sariler* giymiş kadınların mini mini adımlarla koşma hâli çok estetik geliyor gözüme ve kaçırma kaygısıyla elimi çabuk tutarak fotoğraflıyorum. Oranladığım simetriye geri döndüğümde kadrajımın ortasında bir çeşme ve iki yana bölünmüş bir yol var. Bir zaman sonra yolun sağından bir köpek kadraja giriyor ve odaklandığımda sol tarafta bir adam fark ediyorum. Şimdi ikisi birden yürüyorlar, birbirlerinden habersiz. Adamın yaşını düşündüğümde dünyayla bir olduğuna karar veriyorum. Kemiklerini vizörün ardından sayabiliyorum. Üstü çıplak, altında yama kumaştan bir bağ ve elinde bir beyaz torba. Saçları yüz yıllardır yıkanmamış gibi ve öksürükleri öğürmelerle tamamlanıyor. Şimdi ölse ardından ağlanmayacak, kimi kimsesi yoktur ve dünyadaki varlığını neden sürdürdüğünü kendi de bilmiyordur diye düşünürken gözüm köpeğe takılıyor. Kemikleri sayılmayan, tüyleri temiz gözüken ve adamın çöken omuzlarının zıttı bir görünüm sergileyen... Gittikçe yaklaşıyorlar, onlar yaklaştıkça düşüncelerim milyonlarca cümleye dönüp bütün hücrelerime yayılıyor gibi hissediyorum. Ve fotoğraf makinesini gözümden çekip kucağıma bırakıyorum.

Haftalardır bir ülkeye vizörün ardından bakıyorum. Hepi topu beş santimlik o karenin ardında gördüklerimden bazen hızlıca kaçıyor bazen uzun süre durduktan sonra vazgeçiyorum. Bazense kocaman gülümsemesi ve eksik dişleriyle bir çocuk takılıyor kadrajıma masumiyetin varlığına şükrediyorum.

Gündüzün şatafatı örtü gibi örtüyor gecenin karanlığını bu ülkede. Şaşalı kutlamaların, ışıklandırılmış binaların tek amacı bir gerçeği gizlemekmiş gibi geliyor bir süre sonra insana. Gündüz kaldırımlarda yığın hâlde duran eşyalar, gece görünmez duvarları olan evlere dönüyor. Ve görenin gözünden kalbine uzanan büyük bir sancıya dönüyor. Gecenin geç bir saatinde kaldırımda yürürken arkadaşıma “Dikkat et önünde çocuk yatıyor” diyorum ve basmaktan korkar adımlarla ilerlerken biz çırılçıplak bir kız çocuğu bütün hücrelerimizi ezen kaygılarla ardımızda kalıyor.

Tüm bunların sınıfsal temelleri, sömürge yıllarının kamburundan kurtulmaya çalışan Hindistan’ın bugünü bir başka yazının konusu olabilir. Ancak şu anın temel meselesini, kaldırımda çırılçıplak uyuyan ve bütün dünyanın birleşip özür dilemesi gerektiği o çocuğa dönen deklanşör oluşturuyor.

***

Bir disiplin olarak fotoğraf “şimdi ve burada”nın çoğaltılabilir hâl kazanması ve sahiciliğini yitirmesidir bir yanıyla. Yani an’dan an’ı çalmak ve biricikliğini çoğaltılabilirlikle sekteye uğratmaktır. Bunun etiği geçen asırdan bu yana tartışılmış ve bir sonuca ermesine gerek olmadan devam etmektedir.

Fotoğrafla hemhâl olan insanlar tarihin akışına önemli çizgiler atabilecek işler çıkardılar. Ve her sanat disiplini gibi fotoğraf da elinde, dünyanın gidişatını değiştirebilme gücünü barındırdığının farkındadır. Ve elbette her sanat disiplini gibi hangi amaçla kullanıldığı sonucuna da bir çıkarım sunacaktır.

Doğanın diyalektiği birçok dönüşümü zorunlu kıldıkça “fotoğraf çekmek” de bundan nasibini aldı. Geçen asır çektikleri fotoğraflarla dünyanın birçok gerçekliğini tarihe bırakan insanların yerini; çektikleri fotoğraflara kaç “like” geleceğini düşünen insanlar aldı. Sokakta çırılçıplak uyuyan ve birazdan başına ne gibi bir felâket geleceği belli olmayan bir kız çocuğunun fotoğrafı; dünyanın suratına bir tokat atmak için değil, sosyal medyada çeşitlendirilmiş hashtaglerle paylaşılmak için çekilir oldu.

Bu son derece kalp kırıcı. Ve normal karşılanmasının ne gibi bir anormalliğe gittiğimizi gösterecek kadar açık seçik. Bir fotoğraf bir çağın özeti olabiliyorken, bir fotoğraf bir toplumu harekete geçirebiliyorken mânâsını bu denli sığlığa yitirmesi; insanın kendi kendini yok etmesi gibi.

Çekmediğim fotoğrafları hafızamda taşıyorum. Ve biliyorum eğer çekseydim insanların görüp iki üzülüp geçecekleri birkaç fotoğraf olarak kalacaklardı. Ben yarının en görkemli karesine hazırlanıyorum. Hâlâ ve umutla...

ÖNCEKİ HABER

Hillary’nin dramı ya da Kemal Bey’in acıları

SONRAKİ HABER

İşçi sınıfı davasına adanmış hayatlar

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...