29 Ekim 2016 00:21

Gülen Taranç: Türkiye sineması kadın düşmanı

İlk uzun metraj filmi 'Yağmurlarda Yıkansam' ile Antalya Film Festivali’nde ödül alan Gülten Taranç'la Türkiye sinemasında kadının yerini konuştuk.

Gülen Taranç: Türkiye sineması kadın düşmanı

Sevda AYDIN
İstanbul

Belgesel ve kısa filmleriyle tanıdığımız Gülten Taranç ilk uzun metrajı “Yağmurlarda Yıkansam” ile 53. Antalya Film Festivali’nde Rengahenk Seçkisi İzleyici Ödülü’nün sahibi oldu. Kadın cinayetlerini konu alan film, alışılagelmişin dışında bir akışa sahip. Alışılageldiği gibi cinayetle biten bir hayatı değil; cinayetle başlayan yeni bir hayatı anlatıyor. İlk filminden beri kadın hikayelerine yer veren Taranç, Türkiye sinemasında kadın temsillerini de sert bir şekilde eleştiriyor ve “Türkiye sineması melodramdan ve erkeklerle dolu hikayeler anlatmaktan vazgeçtiğinde devrim başlayacaktır” diyor. 

İlk uzun metrajlı filminle uluslararası pek çok festivalde ödül aldıktan sonra son olarak 53. Antalya Film Festivali’nden de Rengahenk Seçkisi İzleyici Ödülü’nün sahibi oldun. İlk önce bol ödüllü bir yönetmen olarak son ödülün sendeki duygularını öğrenmek istiyorum, nasıl hissediyorsun? 
Bütün duyguları aynı anda yaşadığım bir döneme girdim hem çok mutluyum, hem çok korkuyorum... İzleyici bana çok büyük bir sorumluluk verdi ve bundan sonrasında da bu sorumluluğu elimden geldiğince yerine getirmeye çalışacağım. Birçok tanımadığım insandan mesajlar alıyorum, kadın hikayelerinin anlatılmasından çok memnunlar, bunu devam ettirmemi istiyorlar ben de aksini düşünmüyorum zaten. Çok duygusal bir insanımdır, gerek Antalya izleyicisinin tepkileri, gerek filmi hiç izlemeyen ama çekilme hikayesini duyan insanların tepkileri benim içimde çok farklı bir kapıyı açtı... O kadar emek harcayıp çabaladıktan sonra bir gecede yaptığımız iş herkes tarafından fark edildi, hayatımın başka bir evresine giriyorum, elimden alınan öz güvenim geri geldi... 

Kadın cinayetlerinin ve kadına şiddetin artarak devam ettiği bir ülkenin kadınlarıyız. Her gün bir yenisini daha yaşadığımızda kederimiz, öfkemiz daha da artıyor. Bu konuda yapılması gereken birçok şey varken hukuki, toplumsal, siyasi vs. yapılmıyor, birkaç kadın yönetmen, yazar da yapılamayanın ne olduğunu gösterme telaşında. Sendeki telaş nasıl başladı? 
Bunu planlamadım, içimden geldiği gibi kısa filmler yaparak başladım. İlk kısa metrajlı filmim “Pembe Mariachi” fark edilmeyen kadınları ele alıyordu ve filmde sadece fark edilemeyen kadınlar, fark edilemeyen kadınları görüyordu. Bu filmi Meksika’da bir sene kaldıktan sonra çektim. Kafamdaki Meksika-Türkiye mukayesesi kadınlar üzerinden gelişmiş ama bir kadın filmi çekeceğim diye çıkmamıştım yola... Baktığımı değil, gördüğümü anlatıyorum. Yağmurlarda Yıkansam’da da gördüklerimi anlatmaya çalıştım, yaşadığım ya da yaşamadığım ama empati kurabildiğim durumları anlatmak istedim. Çünkü bu toplumda yaşıyorsam nasıl bir çevrede büyüdüğümün bir önemi yok, akademisyen bir ailenin kızı olarak şanslıyım ama evdeki şansım sokakta devam etmedi... Ülkece karışık bir dönemden geçiyoruz ve kadınlar hep ikinci plana atılıyor ya da yapılan haberlerle şiddet ve cinayetler meşrulaştırılıyor, bir de buna dizilerdeki kadın temsilleri ve dizi karakterlerinin şiddete özendirmesi eklenince iş çıkılmaz bir hal aldı. Eğer ben bugün 1990 yılında doğmuş bir yönetmensem, Türkiye’nin belki de en genç kadın yönetmeniysem, üstüme düşen sorumluluk gençliğimde gözlerimin önünde olan güncel bir meseleyi perdeye aktarmak olmalıydı. Bu kadar karışık bir dönemde bir komedi çekemezdim, çeksem de bununla ilgili haber yapılmasını istemezdim... Çekmek içinde bu kadar büyük bir istek duyamazdım... Toplumdaki kınama mekanizmasının giderek zayıfladığını düşünüyorum. Bu mekanizmayı tekrar canlandırma isteği olabilir telaşım. Filmi izleyen desin ki adama bak durduk yere kadını öldürdü, bu duyguyu filmden alırsa bir adam ya da kadın, gerçek hayata da taşıyabilir, tıpkı romantik komedilerle “aşık olmaya aşık olmamız”gibi... 

Peki sektörden sorayım, Türkiye sinemasında kadının yeri pek çok açıdan tartışıldı, farklı okumalar yapıldı. Sen nasıl gözlemliyorsun sinemadaki kadın temsilini? 
“Yağmurlarda Yıkansam” benim aynı zamanda Marmara Üniversitesi yüksek lisans tezim ve odaklandığım konu “sinemada kadın temsilleri”... Türkiye sinemasının kadın düşmanı olduğunu düşünüyorum. İzlediğimiz filmlerde ya hiç kadın yok ya da evin içine hapsolmuş anne karakterleri, sevgililikten başka işlevi olmayan kadın karakterler ya da ortalık karıştıran kötü kadınlar var... Neden güçlü, başarılı, kendi ayakları üzerinde kadınlar izleyemiyoruz? Şiddeti eleştirdiğini, tacizi, tecavüzü kınadığını düşünen pek çok meslektaşım maalesef bu sahneleri estetize ediyor. Göstermek eleştirmek değildir, bazen bu estetize edilen sahneler insanları teşvik ediyor ya da bu olayları meşrulaştırıyor. Bu yüzden kadın filmi çekmek zor bir iş çünkü bugüne kadar sinemanın temeli olan masal anlatısına ve klasik anlatıya zıt bir dramaturgi ile senaryoya bakmak gerekiyor. Siz hiç bir erkek tarafından kurtarılmayı beklemeyen bir prenses gördünüz mü? Ya da bir romantik komedide kendini perişan etmeden gururlu gururlu ortalıklarda dolaşan bir kadın karaktere rastlayabildiniz mi? Türkiye Sineması melodramdan ve erkeklerle dolu hikayeler anlatmaktan vazgeçtiğinde devrim başlayacaktır...

KENDİMİZLE YÜZLEŞİRSEK DÜNYA DA BİZİMLE DÖNÜŞECEKTİR

Filminle annesi ve babası tarafından öldürülen Gamze’nin, alışılageldiği gibi cinayetle biten hayatını değil; cinayetle başlayan yeni hayatını anlatıyorsun. Aslında travmatik kadınların öyküsü de denilebilir. Travmalarımızdan kadınların ne istediğini bile tartışamıyoruz öyle değil mi? 
Evet tartışamıyoruz, kendimden yola çıkarak düşünüyorum bu sorunuzu ve çevremdeki arkadaşlarımı düşünüyorum, huzuru arıyoruz, huzur istiyoruz... Gamze’nin ailesi dağılıyor, Hale’nin aile kuramadığını izliyoruz... İki karakterimiz de isteklerinden vazgeçmiyor aslında... Gamze, annesinin ölümünden sonra en büyük hayaline devam ediyor, şarkı söylemeye... Hale biraz daha hayatından bezmiş, soğuk bir karakter, sevdiği adamı vajinüsmus olduğu için kabul etmiyor... Ama iki karakter de pes etmiyor, Hale bir erkek için dönüşmüyor bu filmde, kendi ile yüzleşerek kendi hayatı için dönüşüm yaşıyor... 

Hale’nin kitaplığında Kadın ve Cinsellik gibi pek çok kadın kitaplığına ait eserler görüyoruz. Hale kendi travmasıyla boğuşurken neyi aradığını da aslında bilen bir kadın. İçinde “Beyaz atlı prens yok...” sözlerinin geçtiği şarkıyı bu kadar benimsemesi de bundan... 
Evet... Aslında bu filmde çok farklı bir yöntem izledim, iki kadın karakteri düşünürken o şarkıyı yazdım, o şarkı Hale ve Gamze karakterleri için yazıldı ve onların duygu dünyalarını tarif ediyor. Sonraki Hale söylediği şarkılarda daha isyankar mesela o şarkı da film için yazıldı, kadın dönüştükçe söylediği şarkılar da dönüşüyor. Kitaplar, film yaşadığım evde çekildiği için biraz denk geldi, kütüphanemden o kitapları Hale’nin okuyabileceğini düşünerek seçtim. 

Film Hale’nin geçmişiyle yüzleşmesini tartışıyor. Bireysel olarak yüzleşmek/yağmurlarda yıkanmak yeterli olacak mı, ya toplumsal boyutlarına nasıl gelinecek/gelinmeli? 
Sadece onu gösterdiğimi düşünmüyorum, polislerle ilgili sekanslar da düşündürücü... Filmi izlemeyenler için çok da bahsetmeyeyim. Önce kendimizle yüzleşirsek, barışırsak dünya da bizimle dönüşecektir. Gamze annesinin ölümünden kendini sorumlu tutuyor, orada olabilseydi de bir şey değişmeyecekti, yağmurlardan korkan Gamze, yağmurlardan korkmayacak cesur bir kadına dönüşüyor. Kadınlarda önce korkmamayı öğrenmeli, kadın cinayetleri hepimize bir gözdağı, bir mahallede kadın cinayeti oluyor, bütün mahalledeki kadınlar eşlerine ses çıkarmamaya başlıyor. O yüzden birey üzerinden ilerleyen bir anlatmayı tercih ettim. Tabii ki yukarda da belirttiğim gibi kınama mekanizmamızın tekrar canlanması gerekiyor. Medyaya, dizi yazarlarına, yönetmenlere, komşulara, kadın, erkek herkese çok büyük bir sorumluluk düşüyor. 

RAGIP TARANÇ’TAN ÇOK ŞEY ÖĞRENDİM

Festivalde tanışmıştık, annen ve baban da sanatın farklı yerlerinde emek veren insanlar. Sinemacı bir ailede doğmak ve sinema yapmaya çalışmak nasıl bir durum? 
Bazen çok zor, bazen çok güzel ama yine sorumluluklarımı artıran bir durum. Herkesin beklentisi çok yüksek oluyor. Babam Ragıp Taranç’tan çok şey öğrendim. Bu işin etik olarak nasıl yapılması gerektiğini özellikle de... Çok şanslıyım çünkü ürettiğim filmlere ve üslubuma karışmıyor, bu anlamda beni çok özgür bırakıyor ama bir şeyleri yanlış yaptıysam çok ağır eleştirir bu da beni geliştiren şey oldu... İlk filmim ile son filmim arasında dağlar kadar fark var. Tabii ki babamın bu işlerde olması beş yaşından itibaren film festivallerinde olmama yol açtı, bir şehre gidiyorsak ilk müzelerini gezdik, gerekirse kaldığımız otelden kahvaltılardan yanımıza aldık ama Louvre müzesini ailece gittik gördük... Önce hep eğitimime önem veren bir ailem oldu. Onlar için iyi bir okulda okumam, markalı pahalı bir kot giymemden hep önce geldi, böyle büyüdüğünüzde dünyaya da bakışınız farklılaşıyor, biçimden çok içeriğe önem veriyorsunuz. Annem Berrak Taranç ise bana bir nota bile öğretmedi, asla müzisyen olmamı istemedi ama müzikle uğraşmama engel olmadı, olamadı... Bu durumda, babamın aksine annem çok korumacıdır ondan kaynaklandı, müzik piyasasından beni korumak istedi... Annemden belki nota öğrenemedim ama azmimi ondan aldım, müzik profesörü olana kadar nasıl çalıştığına şahit oldum, dokuz yaşından itibaren yemek yapmayı öğrendim, o yapamıyorsa ben bir şeyler yapıyordum, bu kadar çalışmasının arkasında bize iyi bir gelecek vermek olduğunu biliyorum. Şimdi ikisiyle birlikte çalışmak benim için de çok farklı bir deneyim, Avukat ablam Gizem belki daha rasyonel bir yol seçti ama ben seçtiğim yoldan mutluyum, zor olsa da... 

ÇEKECEĞİM HİKAYELER ERİL BAKIŞ AÇISINI BARINDIRMAYACAK

Son olarak şunu öğrenmek istiyorum. 26 yaşında genç bir yönetmensin ve kadın sorununa odaklanan pek çok kısa film ve belgesel projelerin var. Kendi sinemanın külliyatını nasıl filmlerle geliştirmeyi planlıyorsun? 
Bir daha asla kendi bütçemle film çekmeyeceğimi biliyorum, bu yüzden bütçe bulduğum sürece kadın hikayeleri çekeceğim. Ama çekeceğim hikayeler kadın hikayesi değilse de eril bakış açısını barındırmayacak bunu biliyorum. Şu anda kaybolmak üzerine bir hikaye üzerinde çalışıyoruz, yine bir kadın hikayesi... Belki bir süre daha kurmaca filmlerle devam edeceğim ama animasyon bir uzun metraj yapma fikrim de var, fantastik sinema yapma fikri bana çok çekici geliyor... 

Evrensel'i Takip Et