04 Eylül 2016 04:26

Bir gezi Fas'lı

Emel Eylem Çelik gezip gördüğü Fas'ı yazdı.

Paylaş

Türkiye’nin içerisinde bulunduğu savaş, bölgede ardı arkası kesilmeyen hak ihlalleri, işçilerin analarının ak sütü gibi helal hak arayışları... Memlekette güzel şeylerden bahsetmenin uzun zamandır çok da mümkün olmadığı koşullarda arkadaşımın daveti üzerine Fas’ın sıcak topraklarında buldum kendimi.

Kuzeybatı Afrika’da; doğu ve güneyinde Cezayir, güneyde İspanya Batı Afrikası, kuzeyde Akdeniz, batıda ise Atlas Okyanusu ile çevrili, krallıkla yönetilen bu ülkede çoğunluk Berberi ve Araplardan oluşsa da halk kendine güneşin battığı yer anlamına gelen ‘Mağribi’ diyor...

OUALİDİA

Yaklaşık 5 saatlik uçak yolculuğunun ardından bu ülkede ilk durağım, Oualidia şehri oldu... Atlas Okyanusu’na kıyısı olan ve turistlerin henüz çok da keşfetmediği, bozulmayan sahilleriyle aklımda kalan bu şehirde konaklayacağım adrese doğru yol alırken her cumartesi kurulan bir pazara denk geldim. Burası Fas’ın sosyal hayatına dair ipuçları kazanmam açısından önemliydi. 

İnsanlarıyla ilk göz göze geldiğim yer, Fas kültürünün en tipik özelliği olan “souk” denilen bu pazar meydanı oldu. Kentin yoksul yüzüne rağmen insanlarının sıcak bakışları tüm yorgunluğumu hafifletti... Zamana yolculuk yapmışçasına içinde kendimi kaybettiğim, daha doğrusunu söylemek gerekirse bulduğum ‘souk’ adı verilen pazardaki tüm ürünler organik. Makineleşmenin yaygın olmadığı şehirde hâlâ büyük oranda ilkel tarım yapılıyor. Tartım işleminin bile manuel yapıldığı pazar yerinde yoğun bir baharat kokusu hemen kendini hissettiriyor. Üstelik o tezgahların başındaki kadınların baharatları harmanlaması, evlerinde pişirdikleri ekmekleri meziyetli elleriyle taşıması beni kentin otantik havasının içine tamamen çekti... Berberinden, kasabına, dişçisinden büyücüsüne, dövmecisinden gazete dağıtıcısına kadar her şeyi görebileceğiniz bu pazar alanının kalabalığından ‘sıyrılmak’ istemedim.

Şehrin geceleri de oldukça hareketli. Pazarlarıyla ünlü bu şehrin eğlenceli müzikleri eşliğinde insanlar alışveriş yapıyor. Daha çok 2. el ya da çalıntı ürünlerin satışa sunulduğu ‘souk’larda pazarlık yapmak ise adeta bir geleneğe dönüşmüş durumda.

***

Kadınlar kendilerine has kostümleriyle gösterişten uzak sade bir dünya yaşıyor ancak ülkedeki yoksulluk hemen her yerde olduğu gibi burada da en çok kadınları vuruyor. Evlilikler uzun sürmediği gibi erkek, kadını çocuklarıyla kaderine terk ediyor. Hayatta kalma mücadelesi veren kadınlar da yaşamını daha çok ‘seks işçiliği’ yaparak kazanıyor. Hatta 2015 yılında ‘Fas’ı Karıştırdı’ manşetleriyle de servis edilen Faslı yönetmen Nebil Ayuş’un Cannes’da gösterilen ama ülkesinde ‘İslamcı hükümet, ahlaki değerler ve Fas kadınına’ zarar verdiği gerekçesiyle yasaklanan seks işçiliğini konu eden filmi “Çok Sevilen”, ülkede hararetli tartışmalara neden olmuştu.

***

Şaşkınlığımı gizleyemediğim tanıklıklardan biri de yol kenarında anahtar sallayan hemen her yaş gurubundan erkeklerdi. Seyyar emlak olduklarını, turistlerin konaklama sorunlarının çözümünde önemli bir misyon edindiklerini sonradan öğreniyorum... Biliyorsunuz Fas oldukça sıcak  bir ülke. Dolayısıyla ortalama 45 derecenin altında aralarında çocukların da olduğu çoğu genç anahtar sallayıcısının hemen her yerde karşımıza çıkması ülkenin işsizlik yarasının bir göstergesi. Dolayısıyla gerek seyyar emlakların, gerek ise souklardaki beberlerin, kasabın, dişçinin sigortasız ve güvencesiz çalıştığı da tartışma götürmez bir gerçek. 

***

KIZIL ŞEHİR MARAKEŞ

Oualidia’dan sonraki durağım Marakeş... Marakeş’e doğru giderken tabelalarda Arapça’nın yanı sıra Berbericenin de kullanılması çoğu asimile olmuş Berberi halkının varlığının yok sayılmadığı gerçekliğini de ortaya koyuyor. Fas tıpkı Türkiye gibi birçok kültür ve farklı etnik grupların kesiştiği bir ülke. Ancak Türkiye’den apayrı bir şekilde bu kültürler ‘yerli ve milli’ adı altında tekleştirilmemiş. Marakeş izlenimlerime geçmeden önce birkaç bilgiyi yeri gelmişken paylaşmakta fayda var. Ülkenin resmi dili Arapça. Fakat halkın yüzde 70’i Arapça  yüzde 24’ü Berberice konuşuyor. Sömürgeciliğin de etkisiyle Fransızca da ülkede konuşulan diller arasında. Eğitim dili, resmi dil olan Arapça olmasının yanında Fransızca eğitim-öğretim yapan okullar da oldukça yaygın.

Marakeş Fas’ın en eşsiz yerleşim noktalarından biri. Kentteki tüm binalar; devlet daireleri, oteller, ibadethaneler, toprak renginde... Bu yüzden şehir ‘kızıl şehir’ diye adlandırılıyor. 

Bu eski ve acılarla yoğrulmuş kıtanın kanlı, gizemli ve kadim tarihine tanıklık eden Marakeş’in en ünlü ve en canlı yerlerinden birinde, Jemaa el Fnaa Meydanı’nda alıyorum soluğu. Eski dönemlerde idamların gerçekleştirildiği bir yer olduğu için meydan, “Kıyamet Meydanı” ya da “Ölüler Meydanı’ olarak da adlandırılıyor. 

Orta Çağ’da olduğunuz hissi veren, UNESCO tarafından koruma altına alınan ilk meydan olma özelliğini de taşıyan Jemaa el Fnaa Meydanı’ı adının hakkını veriyor. Kıyamet gibi kalabalık bu meydanda; gündüzleri, yılan oynatıcılar, fal bakıcılar, geleneksel dansçılar, hikaye anlatıcılar arasında kaybolurken, akşam saatlerinde ise dünyanın belki de en büyük açık hava restoranı tamamlanmış oluyor. Fas’ın geleneksel tüm yemeklerini bu seyyar restoranlarda bulmak mümkün. Ülkenin yöresel lezzetlerinden biri olan Tajine yine Marakeş’in kendine has dokusuyla, üstü delik bir külahla kapanmış güveçle servis ediliyor. Salyangozun ülkenin en ucuz ve en çok tüketilen besin kaynağı olduğunu ve yeşil çaydan yapılan nane çayının Fas’ın olmazsa olmazları arasında olduğunu da atlamamak gerek.

Meydanın hemen arkasındaki Marakeş’in labirent çarşılarında, eski bir çağın alışveriş manzaralarıyla yeni çağın insanları iç içe geçmiş durumda. Nerede başlayıp nerede bittiği belli olmayan bu çarşı, durmadan akan bir insan seli. Halılar, deri ürünleri, gümüşten yapılmış eşyalar, seramik eşyalar, envai çeşit geleneksel giyim eşyası, Fas’ın sıvı altını olarak adlandırılan Argan Yağı satıcıları, baharatçılar ve tabii karmaşık bir bütünün parçası olmayı gerektiren sıkı pazarlıklar... Hemen yeri gelmişken fotoğraf çekmenin bile parayla olduğunu belirtmekte fayda var. Karşınıza çıkan tüm güzellikleri ölümsüzleştirmek için deklanşöre her bastığınızda kulağınıza hemen o yabancı ses geliyor ve sizden bunun karşılığını almak için bekliyor. Önceden bozdurulmuş dirheminiz yoksa vay halinize!

BEYAZ EV CASABLANCA

Kelimelerin kifayetsizliğini ensenizde hissettiğiniz bu şehirden sonra Hollywood klasikleri arasında özel bir yere sahip olan “-Hangi millettensin?-Sarhoş!” replikeriyle de hafızalara kazınan Casablanca filminden de adını neredeyse bilmeyenimizin olmadığı Casablanca’dayım...

Fas’ın en büyük şehri. Casa ‘ev, yaşanılan yer’, Blanc ise ‘beyaz’ anlamını taşıyor. Yani Beyaz Ev... Özellikle Casablanca limanı çevresinde ticaretin hızla gelişmesiyle, eski bir Berberi köyü olan kent şimdi Fas’ın sanayi merkezi konumunda. Ülkenin modern yüzü olan Casablanca Fransız mimarisinin izlerini taşıyan beyaz yapılarla kaplı. Trafik kurallarının hükümsüz olduğunu söylemenin abartı olmayacağı kentte trafik bunaltacak kadar yoğun ve kadın sürücülerin sayısı da azımsanmayacak kadar fazla. Günlük hayatın modernliği, kadının kamusal alanda kendine diğer Müslüman – Arap ülkelerine nazaran çok daha fazla yer bulabilmesi açısından da Fas ayrı bir yerde duruyor. Ülke genelinde ve Casablanca özelinde büyücülük kültürünün çok yaygın olduğunu, ‘büyücüler adası’ denilmesinden de anlamak mümkün... 

Beyaz Ev, iklimin de elverişli olması sebebiyle palmiye ağaçları eşliğindeki yollarıyla, bir masala doğru yolculuk yapıyorsunuz hissini uyandırıyor.

Casablanca’nın en önemli yapısı Atlas okyanusunun üzerine inşaa edilmiş Hasan 2 Camii. Mekke’den sonra dünyanın en büyük 2. camiisi. 4’te 3’ü atlantik okyanusunun üzerine inşaa edilmiş Hasan 2 Camii 8 yılda tamamlanmış ve minaresi tam 210 metre yüksekliğinde. Fransız mimarisiyle yapılmış bu görkemli yapı el işçiliğiyle de turistlerin ilgi odağı.

Kısıtlı zaman içerisinde Casablanca’ya gidenlerin görmeden geçmemesi gereken Rick’s Cafe’ye uğramayı ihmal etmedim. Filmin Casablanca’da çekilmediğini, Ricks’in barının Amerika’da bir plato olduğunu bilsem de o havayı solumadan edemedim. Mekanın atmosferi çok güzel. Özenli sunumlar eşliğinde kurulan sofradaki yemekler oldukça lezzetli. Plazmada 1943 yapımı Casablanca filmi eşliğinde Fas yolculuğunun son demlerini yaşadım diyebilirim. 

Saatler ilerledikçe yine bu hikayenin başlangıç noktası olan Casablanca Havalimanı’ndaydım.... 

Gelirken çok fazla bir sorunla karşılaşmazken, dönüşte X-Ray’den geçerken ayakkabılarımızın çıkarılması can sıkıcı bir finalin ipuçlarını verdi. 5 saate yakın uçak yolculuğunda neredeyse tüm yolcular ayaktaydı ve birbirleriyle yüksek sesle sohbet eder haldeydi. Şehir içi yolculuklarda bile ayakta yolcu taşınmayan bir dönemde uçakta böylesi bir manzarayla karşılaşmak beni şaşırtmadı diyemem. Zıtlıklarıyla, otantik dokusuyla geçirdiğim 8 günlük gezi faslının ardından artık Afrika’nın killi topraklarını geride bırakmıştım...

ÖNCEKİ HABER

Bırakın atletler ülkelerini kendi bildikleri şekilde sevsin

SONRAKİ HABER

Aslı Erdoğan, Necmiye Alpay ve somon balıkları

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...