03 Eylül 2016 10:56

Bütün bunlar olurken siz ne yapıyordunuz?

Her gün “bu kadarı da olmaz” diye düşünürken, ertesi gün yeni bir “olmaz”la tanışıyoruz.

Paylaş

Almanya’da Hitler diktatörlüğü alt edildikten sonra, Nazi Partisi’nin yüz binlerin alkış tuttuğu en görkemli gösterileri, törenleri düzenlediği Nürnberg’de, uluslararası bir mahkeme kurulur. İnsanlığa karşı işlenen suçların yargılandığı bir mahkemedir bu. 1961 yapımı Nürnberg Duruşması filmi, 1948’deki bu yargılamalardan bir kesit sunar bize. Yargılananlar işlenen insanlık suçlarını “kanuna uygun” hale getiren, dönemin ünlü yargıçlarıdır. “Devletin ve Alman halkının güvenliği” için Nazi yönetimine muhalif olan herkesi temsili yargılamalarla idam cezalarına, toplama kamplarına, hadım cezalarına çarptırmışlardır. Hitler’in Alman halkının yaşadığı yoksulluğa, işsizliğe, yaklaşan savaş karşısındaki umutsuzluğa, korkulara çare olarak görüldüğü, koşulsuzca ve sorgulamaksızın desteklendiği bir dönemin “kanun uygulayıcısıdırlar.” 
Filmin bir sahnesinde, mahkemenin Amerikalı başyargıcı, yargılama sürecinde kaldığı evde hizmetçilik yapan çifte Nazi yönetimi altında yaşamanın nasıl bir şey olduğunu sorar. Soru karşısında kaygıyla birbirine bakar çift. “Siz iyi insanlarsınız, bunu biliyorum. Sizin için Hitler yönetimi altında yaşamak nasıl bir şeydi?” diye tekrar eder sorusunu yargıç. Devamı şöyle akar konuşmanın:
-    (Kadın) Biz politikadan anlamayız, eşim ve ben politikaya karışmayız.
-    (Yargıç) Tamam da etrafınızda olup bitenleri fark etmişsinizdir. Burada geçit törenleri yapılırdı. Nasıl bir şeydi bunları yaşamak? 
-    (Kadın) Biz törenlere hiç katılmadık. Asla!
-    (Yargıç) Sizi sorguya çekmiyorum, sadece merak ediyorum, öğrenmek istiyorum. Örneğin buraya çok da uzak olmayan bir yer vardı; Dachau (en korkunç soykırım uygulamalarının gerçekleştiği bir toplama kampı) Orada neler olup bittiğini biliyor muydunuz?
-    (Kadın) Orayı hiç duymadık. Hiçbir şey bilmiyoruz. Bize bunları neden soruyorsunuz?
-    (Erkek) Efendim, biz sıradan insanlarız, bir oğlumuzu askerde ve kızımızı da bombardımanda kaybettik. Savaş boyunca açlık çektik. Bizim için korkunç günlerdi. 
-    (Kadın) Hitler... Hitler bazı güzel şeyler yaptı. Onun iyi bir şeyler yapmadığını söyleyemeyiz. Otoyollar inşa etti. İnsanlara iş sağladı. Onun iyi bir şeyler yapmadığını söyleyemeyiz. Ama başka şeyler var ki... Yahudi ve diğerlerine yaptıklarını söyledikleri şeyleri bilmiyoruz. Çok az Alman bunları biliyordu. 
-    (Erkek) Şayet bilseydik bile biz ne yapabilirdik ki?
-    (Yargıç) Ama Bayan Halbestadt bilmediğinizi söyledi!
Sessizlik her şeyin itirafıdır. Milyonlarca insanın yakılarak, işkence edilerek öldürüldüğü, tüm muhaliflerin ortadan kaybedildiği, hayatta kalanların dilsizlik girdabına mahkum edildiği diktatörlük rejiminin nasıl olup da milyonlarca Alman tarafından destek gördüğünü açıklayan bir sessizliktir bu. Herkes her şeyi bilir, ama o “her şey” insanların gündelik çıkarlarına, korkularına, “devletin birliği ve bütünlüğü” safsatasına kurban edilmiştir.
Sağında solunda, içeride dışarıda savaş varsa, insanlar ölüyorsa, bombalar düşüyorsa henüz memedeki bebelerin başına, kurşunlar daha yirmisini görmemiş bir delikanlının şakağından geçiyorsa, biliyorsa bunları insan, bilmezlikten geliyorsa insan, kendinin de celladı haline gelir bu savaşta. Mermi izine bakıp silahın güzelliğini, kabzayı kavrayanın gücünü övmeye başladığı noktaya gelmişse kişi, işte o zaman silahı tutan el artık onun elidir. Çünkü görmezden geldiği, kendisini de suçun faili haline getiren topyekûn bir savaşın dişlilerinin nasıl çalıştığıdır.
Gazeteciler, dünyaca ünlü edebiyatçılar, barışı dilinden düşürmemiş olanlar geride kalanlara “gözdağı” vermek için tutuklanıyor. Her yerde sürdürdükleri cadı avında ilgili ilgisiz herkesi “FETÖ” çuvalına atarak “topyekûn temizlik” operasyonu yapanlar, bütün bu olan bitene ses çıkarana “demokrasi düşmanı, terör yandaşı” yaftası yapıştırılıyor. IŞİD karanlığı Ankara’nın göbeğinde 9 yaşındaki kız çocukları için okul açarken, Antep’in göbeğinde çocuk canlı bombayla çocukları katlederken, “terörle mücadele” adı altında sınır ötesine birlikler gönderiliyor, ne hikmetse IŞİD’liler aranan adreste bulunamıyor! 
Her gün “bu kadarı da olmaz” diye düşünürken, ertesi gün yeni bir “olmaz”la tanışıyoruz. Bu kaos ortamında, bu korku ikliminde kadınların yaşadıklarından, taleplerinden, yok edilen haklarından bahsedebilene aşk olsun!
Ve sorulsun şimdi o soru yeniden, tek tek kendimize ve sonra hep beraber hepimize: Bütün bunlar olurken sizin eliniz silahı mı okşuyor, barış umudunu mu? “Ama bazı güzel işler de yapıyorlar” diyenlerden mi, yoksa gördüğünden acı çeken, duyduklarına kahreden, “Bütün bunların karşısında ben ne yapacağım, biz ne yapacağız” diye düşünenlerden mi?
İnsanın iradesini, gücünü, yapabilirliğini ve onurunu “Ama bilseydik de ne yapabilirdik ki?” sorusundan daha çok aşağılayan bir şey yoktur. “Biliyorum, bildiklerimi küçük çıkarlar ve korkular uğruna bilmezlikten gelmiyorum, bizi bu karanlığa mahkum edenlere karşı ses çıkarıyorum” demek... Yıllar sonra “Peki, o karanlık günlerde siz ne yaptınız?” diye sorduklarında “Yola çıktım” diyebilme onuruna sahip olmak... 
Dergimiz bu yolda yol arkadaşlığı yapan kadınların elinden çıktı bu ay. Korku ikliminde buluşmak, sözü dile getirmek, söylediğini paylaşmak zor ve tehlikeli. Özellikle kadınlar için... Ama biz kadınlarla buluşmaya, kadınları buluşturmaya devam ediyoruz.
Kadınların buluşma olanaklarını artıran dergimizin kardeşi Ekmek ve Gül programı, 19 Eylül Pazartesi günü saat 16:10’da Hayatın Sesi televizyonunda 9. sezonuyla karşınızda, daha doğrusu yanınızda olacak. 
Barış umudumuz diri, yola çıkma cesaretimiz büyük, yol arkadaşlarımız çok olsun. 
ekmek ve gül

ÖNCEKİ HABER

Bu karanlıktan çıkışın anahtarı; BARIŞ 

SONRAKİ HABER

Cumartesi Anneleri, Kenan Bilgin’in akıbetini sordu 

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...