14 Ağustos 2016 06:10

Hizbullah-İsrail savaşının 10. yıl dönümünde yansımaları

Ali Karataş ve Yusuf Ertaş, 10. yılında Hizbullah-İsrail savaşını, tarihsel arka planı ve bıraktığı mirasla birlikte değerlendirdi.

Paylaş

Ali KARATAŞ
Yusuf ERTAŞ

Bundan tam on yıl önce Hizbullah ile İsrail arasında başlayan çatışmalar, 33 gün sonra 14 Ağustos’ta sona erdi. “Hizbullah-İsrail savaşı” olarak ta tarihte yerini alan bu gelişme,  Ortadoğu’da Suriye dahil önemli sonuçlar bıraktı.

ÇATIŞMALAR NASIL BAŞLADI?

2006 Temmuzunda İsrail-Lübnan arasındaki kriz Hizbullah’ın yaptığı saldırıyla başlamış gibi görünüyor olabilir. Lakin krizi başlatan İsrail tarafından kumsalda denize giren Filistinli ailelere yapılan hava saldırısıydı.  9 Haziran’da İsrail’in Gazze Şeridi’ne yaptığı bir saldırıda aynı aileden sekiz kişiyi öldürmesi, Filistin’de iktidarda olan Hamas örgütünün İsrail ile yaptığı ateşkesi sonlandırmasına yol açtı. Aynı zamanda 2006 Gazze Krizi’ni başlatan bu olay, başta İslam dünyası olmak üzere birçok kesimden tepki aldı.
Yaşanan bu gelişmelerden sonra 12 Temmuz 2006’da Hizbullah militanları güney Lübnan’daki mevzilerinden İsrail askeri birliklerine ve sınır kasabalarına havan ve füze saldırısında bulundu. Daha sonra ise İsrail ordusuna yaptıkları saldırılarda sekiz İsrail askeri öldü ve ikisi esir alındı.

KİM BU HİZBULLAH?

Genel sekreterliğini Hasan Nasrallah’ın yaptığı Hizbullah, İsrail’in Lübnan’ı işgali üzerine 1982 yılında kuruldu. İran Devrimi lideri İmam Humeyni, “Kendi ayaklarınız üzerinde duracak bir direniş örgütü kurun”  diyerek kurulacak örgüte açık bir destek vermişti. İran, İslam Devrimi sonrası bir yandan devrimi ihraç çabası içine girmiş, diğer yandan bölgedeki Şiiler üzerinde nüfuzunu arttırmayı amaçlayan bir strateji geliştirmişti.
Aslında İran ile Lübnan Şiileri arasındaki ilişkiler, tarihe dayanan ve 15. yüzyıldan 17. yüzyıla kadar hüküm süren Safeviler dönemine kadar uzanan köklü bir geçmişe sahipti. İslam devrimi öncesinde ise Lübnan’dan İran’a göçen bir aileden olan İmam Musa Sadr başta olmak üzere birçok kişi, İran devrimi başlamadan önce, Lübnan iç savaşından mağdur olan Şiilere yardımcı olmak ve İsrail’e karşı savaşmak için Lübnan’a gitmiş ve orada Hafız Esad yönetimindeki Suriye’den destek almıştır. Musa Sadr sadece dini konularda faaliyet yürütmedi, Lübnan Şiilerini askeri ve siyasi olarak da örgütledi ve 1975 yılında silahlı bir kanadı da olan Şii Emel Hareketini kurdu. 
Ancak İran’ın Lübnan içerisindeki etkisini tartışmasız bir noktaya getiren adım, İslam Devrimi’nden sonra Lübnan Hizbullahı’nın kurulmasıdır. Temmuz 1982’de İsrail’in Lübnan’ın güneyini işgal etmesi, Suriye-İran ilişkilerini daha da yakınlaştırırken, diğer yandan Hizbullah’ın gelişmesine de uygun bir ortam sağladı. Bugün Hizbullah, bir yandan normal günlük işlerini yapan ama çağrıldığında on binlercesi bir araya gelebilecek militan bir tabana sahip, on binlerce füzesi olan güçlü bir örgüt konumunda.

HİZBULLAH-İSRAİL SAVAŞI VE EKSENLER MÜCADELESİ

Bu savaşın 10. yıl dönümünde bıraktığı miraslarından birisi başta Suriye krizi çerçevesinde devam eden Ortadoğu’daki karşı karşıya gelişi o zamandan belirginleştirmiş olmasıdır. Burada şunu belirtmekte fayda var; şüphesiz ki Ortadoğu’da işler bazen çabucak değişebilmekte, dostlar düşmana, düşmanlar dosta dönüşebilmektedir. Lakin Ortadoğu’da önemli ittifaklara ve siyaset biçimlerine,  güncel siyaset ve gelişmeler açısından bakan herkes kesinlikle yanılmaya mahkûmdur. Buranın değişmeyen bazı dengeleri de o kadar güçlüdür ki, bütün bu güvensiz, kırılgan ve değişken hengâme içinde, sabit kalmayı başarabilmektedir.
Bu çerçevede Hizbullah-İsrail savaşı patlak verdiğinde ortaya çıkan bölgesel kamplaşmanın kökleri, İran-Irak savaşı sırasında ortaya çıkan saflaşmada mevcuttur.  Eylül 1980’de İran ile Irak arasında patlak veren savaş Ortadoğu’da dengelerin şekillenmesinde önemli düğüm noktalarından biri olmuştu. İran-Suriye ilişkilerinde de en önemli kavşak noktalarından biri bu savaş esnasında şekillenmişti. Eylül 1980’de Irak-İran savaşının patlak vermesi Suriye ile İran arasındaki dostluğun güçlenmesini sağladı. Suriye yönetimi açıkça İran’a destek verdi. Buna mukabil bugün Suriye krizinde hükümetin karşısında yer alan Körfez ülkeleri ve en başlarında da Suudi Arabistan o zaman Saddam Hüseyin’in başında bulunduğu Irak’a sınırsız destek verdi. 

DİRENİŞ EKSENİ

Irak’ın 2003’te ABD önderliğindeki koalisyonla işgal edilmesinden sonra Ortadoğu’daki kamplaşmalar daha da keskinleşti. İran’ın, işgalden sonra ağırlıklı Şii nüfus yapısı nedeniyle Irak üzerinde etkisi artmıştı. İran bu süreçte Filistinli direniş örgütleri ile de ciddi ilişkiler geliştirdi. İran’ın bölgede artan etkisine dikkat çekmek için “Şii Hilali” kavramı ortaya atıldı. Bu terim ilk olarak Ürdün kralı Abdullah tarafından 2004 yılında kullanıldı.
Hizbullah ve müttefikleri hemen her alanda “Direniş Ekseni” ibaresini kullanmayı tercih ederken başta Körfez ülkeleri olmak üzere geleneksel Arap ligi “Şii Hilali” terimini benimsedi. 
Böylece bir tarafta kendilerine “direniş cephesi” diyen İran, Suriye, Hizbullah ve Hamas diğer tarafta statükocu Arap rejimleri, yani Körfez ülkeleri, Ürdün ve Mısır olmak üzere bölgede iki rakip kutup şekillendi. Tekrar hatırlatalım; Ortadoğu’daki bu kutuplaşma, İsrail’in Temmuz 2006’da Lübnan’a saldırması ve Aralık 2008’de Gazze’ye düzenlediği askeri operasyon esnasında net bir şekilde ortaya çıktı. Statükocu Arap rejimleri Hizbullah’ı ve Hamas’ı İsrail saldırılarını provoke etmekle ve İran’ın uydusu gibi davranmakla suçlarken İran ve Suriye, bu örgütlerin mücadelesine “direniş” çerçevesinde desteklerini belirtti.

LÜBNAN’DA EKSENLER MERKEZLİ BÖLÜNME 

Bu eksensel bölünme Lübnan’da özellikle iç politikada karşılığını buldu. Lübnan’da politik mihraklar karşıt kutuplarda yer alan bloklaşmalar üzerinden şekillendi. Direniş ekseninde yer alan Şii Hizbullah liderliğindeki 8 Mart Bloku, Suudi Arabistan ve geleneksel Arap ligine yakınlığı ile bilinen Sünni Müstakbel Hareketi liderliğindeki 14 Mart Bloku. İki blok arasında siyaseti işlemez hale getiren temel çatışma alanları; ülkenin bağımsızlığı ve Suriye’nin Lübnan üzerindeki müdahil varlığı, İsrail karşısında gösterilecek tavrın niteliği ve diğer ülkelerle kurulacak ilişkilere dair yapılan dost ve düşman tanımları etrafında belirlenmekte.  14 Mart Bloku özellikle Suudi Arabistan’a yakın ve Suriye’deki silahlı muhalifleri destekleyen bir çizgi izlerken, 8 Mart Bloku ise krizin başlangıcından itibaren Suriye hükümetinin yanında yer aldı.

FİLİSTİN; EKSENDE ÇATLAK

On yıl sonra bakıldığında değişmeyen durumlar olduğu gibi değişen bazı ittifaklar da mevcut. Hizbullah İsrail savaşı patlak verdiğinde Hizbullah’la aynı safta yer alan Hamas, Suriye krizi başladığında başkent Şam’daki bürosunu kapatarak Katar’ın başkenti Doha’ya taşıdı. Hamas’ın siyasi lideri Halid Meşal’in  2012’nin Aralık ayında Gazze’de yaptığı konuşmada “Suriye Devrimi”ni öven bir konuşma yapması Hamas’ın Suriye krizinin artık bir parçası olduğunun ve Suriye hükümeti değil, muhalifleri desteklediğinin en önemli belgesiydi. Hamas’ın attığı bu adımlar, daha önce yer aldığı İran-Suriye-Hizbullah eksenini terk ederek geleneksel Arap ligine katılma hamlesiydi.

ŞIMARIK ÇOCUK İSRAİL YENİLMEZ DEĞİL!

Hizbullah- İsrail savaşının onuncu yılında ortaya çıkardığı en önemli sonuç bizce Ortadoğu’da ABD’nin şımarık çocuğu olarak da nitelendirilen İsrail’in yenilmez olduğu mitini yerle bir etmesidir. İsrail, zırhlı ve özel birliklerle Hizbullah bölgesine girmeye kalktı. İsrail, halkın direnişini kırmak için sivil bölgeleri ağır bombardımana tuttu. Bu sırada bin 300’e yakın sivil hayatını kaybetti. 4 bin 300 ev yıkıldı, 226 apartman yerle bir oldu. 163 köprü ve 48 cami de yıkılanlar arasındaydı. İnsan kaybının içinde 433 çocuk ve 378 de kadın bulunuyordu. 
Buna mukabil İsrail, 130 Mirkava tankını, 2 savaş uçağını, 5 helikopterini, 408 zırhlı aracını, 3 fırkateynini kaybetti. 130 askeri öldü. 650’ye yakın askeri de yaralandı. (Fransız kaynaklarına göre İsrail’in askeri kayıpları bin, İran kaynaklarına göre ise 2 bin 300 kişi.) İsrail, beklenmedik direnişle karşılaştı, ağır yenilgiye uğradı. Bölgedeki İran-Suriye etkisini Hizbullah üzerinden kırmaya çalışan İsrail, bunda başarılı olamadı ve ilk kez aldığı yenilgiyle “yenilmezlik” caydırıcılığını da kaybetti.
Burada aslında başarıyı sağlayan;  emperyalist-Siyonist saldırganlığa karşı haklı bir pozisyonda olmanın verdiği mücadele ve savaş azmiydi. Her gün bitmek tükenmek bilmeyen çatışmalara uyanan coğrafyanın halklarının belki de savaşın onuncu yılında gerçek düşmanı yeniden tanımlayarak ona karşı birleşmeye ihtiyaçları var. Çinli askeri deha Sun Tzu’nun dediği gibi; “Düşmanını tanırsan, mücadelenin yarısını baştan kazanırsın.”

ÖNCEKİ HABER

Spitz’in meşhur pozu: Kazanmak her şey midir?

SONRAKİ HABER

Can Baba, şiir, şarap ve çoğul türkülerimiz

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...