07 Ağustos 2016 04:58

‘Gölgede ve güneşte’ Olimpiyatlar

Olimpiyat tarihi parlak olduğu kadar karanlık anlarla dolu. Gelin bu zengin tarihte bir gezintiye çıkalım...

Paylaş

Mithat Fabian SÖZMEN

Modern olimpiyatların 120 yıllık geçmişi, sporcuların olağanüstü performansları, azimleri, yetenekleri sayesinde parıltılı anlarla doludur.

Ancak dünya nasıl bir yerse Olimpiyatlar da öyle olagelmiştir. Cinsiyetçilik, ırkçılık, kapitalizmin türlü etkileri Oyunların karakterini belirlemiştir.

Bu yüzden fazlasıyla politik bir platform olan Olimpiyatlar tüm yönleriyle ele alınmazsa bu, spor tarihine ihanet olur.
“Güneşli”, parlak anların yanı sıra  “Gölgede” karanlık olaylara da tanıklık etmişizdir. Eduardo Galeano’nun meşhur futbol kitabından ilham alalım, anlamını biraz değiştirelim ve 1896 Atina’dan bu yana bir yolculuğa çıkalım. Bakalım “Gölgede ve güneşte Olimpiyatlar” nasılmış?

1896: ERKEK VE BEYAZ

İlk modern olimpiyatlar Atina’daydı. Oyunlara tamamı beyaz erkeklerden oluşan 241 sporcu katıldı. Kadın olduğu için maraton koşması engellenen Yunan Stamata Revithi, mücadelesini “gayriresmi” olarak verdi ve 40 kilometrelik parkuru 5 saat 30 dakikada tamamladı.

Pierre de Coubertin

1912

Modern Olimpiyatların fikir babası Pierre de Coubertin, kadınların spor yapmasını “insanın görebileceği en çirkin şey” olarak niteledi ve Oyunlara sadece erkeklerin katılması gerektiğini savundu. 1912 Stockholm’deki 2 bin 406 sporcudan 47’si kadındı. Coubertin bu cümleyi sarf ettiği sırada Uluslararası Olimpiyat Komitesi başkanıydı.

1916

Berlin, savaş yüzünden yapılamayan ilk olimpiyatlardı ancak son olmayacaktı. 1940 Tokyo ve 1944 Londra da savaş sebebiyle gerçekleştirilemedi.

1924: SİYAHLARIN SERÜVENİ

ABD’li siyah atlet William DeHart Hubbard, uzun atlamada altın madalya kazanarak, bireysel bir dalda bunu başaran ilk siyah ABD’li oldu. Ancak onun bu başarısını ülkesinde sadece siyahlara ait medya organları haber yaptı. 1936 Berlin’deki zaferleriyle ondan çok daha meşhur olan Jesse Owens da kendisine yalnızca ABD’nin “Kuzey” medyasında yer bulabilmişti.

Tarihte bir olimpiyatta ter döken ilk siyah ise Constantin Henriquez de Zubiera idi. Haiti kökenli Zubiera, 1900 Paris’te Fransa ragbi takımında forma giymişti.

ABD’li sprinter, George Poage, 1904 St. Louis’te engelli koşuda kürsüye çıkarak madalya kazanan ilk siyah oldu.

İlk “siyah” altın madalya ise 1908 Londra’da ABD bayrak takımında yer alan John Taylor tarafından elde edildi.

ABD’li yüksek atlamacı Alice Coachman, 1948 Londra’da altın madalya kazanan ilk siyah kadın oldu.

Altın madalya kazanan ilk Afrikalı için ise 1960’a kadar beklenmesi gerekecekti. Etiyopyalı Abebe Bikila Roma Olimpiyatları’nda maraton dalında çıplak ayaklarıyla koştuğu efsane yarışla altın madalyayı aldı.

1936: FAŞİZME KARŞI HALK OLİMPİYATLARI

Herkes bu yılı Nazi Almanyasında düzenlenen Berlin Olimpiyatları ve Jesse Owens’la hatırlıyor. Ancak 1936’nın bir de Barcelona Halk Olimpiyatları var ki, düzenlenmesi Franco’nun faşist ordsu ve destekçisi emperyalistlerin başlattığı iç savaşla engellendi. 1936 düzenlenemedi ancak ilk ya da son değildi. 1925’te Frankfurt, 1931’de Viyana, 1937’de Antwerp’te ve “gayrı resmi” olarak da 1921, 1927 ve 1934’te Prag’da İşçi ve Halk Olimpiyatları isimli oyunlar gerçekleştirildi. 1931 Viyana Olimpiyatları’na 26 ülkeden 1000 işçi atlet katıldı, açılış seremonisini 100 bin kişi, futbol finalini ise 65 bin kişi izledi.

1948: TASARRUF OYUNLARI

2. Dünya Savaşı sonrası düzenlenen Londra Olimpiyatları zor koşullar altında yapıldı. Sporcuların masraflarını dahi kendi karşılamak zorunda kaldığı bu oyunlara ilk kez engelli sporcular da katılmıştı. İngiliz doktor Ludwig Guttmann’ın kurduğu Uluslararası Tekerlekli Sandalye Oyunları, 2. Dünya Savaşı’nda yaralanan askerleri rehabilite etmeyi amaçlıyordu. Oyunlar, daha sonra Olimpiyatların bir parçası olan Paralimpik Oyunları’na evrildi.
1948’e damgasını vuran isimse “Kadın ve anne” Fanny Blankers-Koen’di. Hollandalı atlet 4 dalda altın madalya kazanarak tüm ezberleri bozdu.

1960: MUHAMMED ALİ’NİN ‘MERHABA’SI

Roma, televizyondan yayınlanan ilk Olimpiyatlar olarak tarihe geçerken Cassius Clay adında genç bir ABD’li boksör 18 yaşında altın madalya kazandı. Clay, birkaç yıl sonra Müslüman oldu, adını Muhammed Ali olarak değiştirdi ve dünya spor tarihinin en etkili figürüne dönüştü. Muhammed Ali’nin 1996 Atlanta Olimpiyatları’nda Parkinson hastalığı sebebiyle titreyen elleriyle meşaleyi yakması, ekran başındaki milyonlarca duygulu anlar yaşattı.

1968: ‘OLİMPİYAT DEĞİL DEVRİM İSTİYORUZ’

Mexico City’i tarihin en simgesel olimpiyatlarından biri yapan çok sayıda sebep var. Bu sebeplerin başında oyunlar öncesi yankılanan bu slogan önemli bir yer tutuyor: ‘No queremos olimpiadas, queremos revolución!’ Yani “Olimpiyat değil devrim istiyoruz.” 1968 Olimpiyatları öncesi Mexico City’de halk güçlerinin politik arenadaki etkisi hızla yükseliyordu. Hükümet ise Olimpiyatları bu atmosferi dağıtmanın bir aracı olarak görüyordu. Protestoların yükseldiği bir süreçte, 2 Ekim 1968’de “Olimpiyat değil devrim istiyoruz” sloganlarıyla Tlatelolco, Plaza de las Tres Culturas’ın önünde işgal eylemi başlatıldı. 5 bin asker, tanklar ve hava gücüyle halka karşı başlatılan saldırıda yüzlerce insan hayatını kaybetti. Tlatelolco katliamı, 1968 Olimpiyatlarından yalnızca 10 gün önceydi. Ancak dönemin ruhu sağolsun, Oyunlara damgasını yine “Asiler” vurdu. 200 metrede altın ve bronz madalya kazanan ABD’li siyah atletler Tommie Smith ve John Carlos, podyumda siyah eldivenleriyle yumruklarını havaya kaldırarak tarihin en sarsıcı protestolarından birine imza attı. Gümüş madalya sahibi Avustralyalı beyaz Peter Norman da podyumda onlara destek verdi ve bu desteğin bedelini ödedi.

‘68’in en büyülü sportif anı ABD’li uzun atlamacı Bob Beamon’ın rekoru 8.35’ten 8.90’a taşımasıydı. 55 santim geliştirdiği rekor için “Beamon bulutlara dek yükseldi ve sonra biz fanilerin arasına döndü” denildi.

1972

Münih Olimpiyatları tarihe ‘Kara Eylül’ün İsrailli sporcuları rehin alması ve sonrasında yaşanan katliamla geçti. Toplam 17 kişinin öldüğü olay, mega spor organizasyonlarıyla “güvenlik” endüstrisinin, etkilerini bugün Rio 2016’da dahi gördüğümüz kaçınılmaz birlikteliğini doğurdu. Bu endüstri, bugün Olimpiyatları, en yeni oyuncaklarını sergileme imkanı bulduğu bir açık hava galerisi olarak değerlendiriyor. Öte yandan hükümetler de “Güvenlik” adı altında  halk üzerindeki baskısını artırma şansı buluyor.

1976: MALİ ŞIMARIKLIK

Montreal, kent sakinlerini devasa bir mali yük içerisine sokan “Olimpiyat şımarıklığı”nın simgesi oldu. 1.4 milyar dolar tutarındaki mali açık, 30 yılda ancak ödenebildi.
Montreal 1976 bunun yanı sıra, olimpiyatlardan ırkçı apartheid rejimi sebebiyle men edilen Güney Afrika’ya destek veren Yeni Zelanda ragbi takımıyla da bir başka krize ev sahipliği yaptı. 22 Afrika ülkesi Oyunları boykot etti.
‘76’nın güzel yüzü 14 yaşındaki jimnastikçi Nadia Comaneci’nin kusursuz performansıydı.

1984: REAGAN OYUNLARI

Montreal’deki boykot ilkti ama son olmadı. ABD, 1980 Moskova’yı, Sovyetlerin öncülüğündeki 14 ülke de 1984 Los Angeles’ı boykot etti.

1980’de Faşist Franco’nun eski spor bakanı Juan Antonio Samaranch’ın başkanlık koltuğuna oturduğu IOC, 1984 Los Angeles’la birlikte dünya çapındaki neoliberal dönüşümün spor ayağını başlattı. Tamamen ticarileştirilen, sponsor akınına uğrayan Oyunlar, pek çok açıdan o kadar başarılı oldu ki, bu modelin doğru bir model olabileceği yanılgısını yarattı.

1988: NEOLİBERALİZM, DOPİNG...

Seul, bu yanılgının ilk kanıtlarındandı. Yeni model Olimpiyatlar, sermaye politikalarıyla kusursuz bir uyum içerisinde ilerleyecekti. Olimpiyatların “olağanüstü hal” yaratabilme gücüyle normal şartlarda kabul edilmeyecek politikalar hayata geçirildi. 1988 Seul için 720 bin kişi, kentsel dönüşüm politikalarının kurbanı olarak zorla evinden edildi. 1988’den bu yana bu rakam 3.5 milyonu buldu.
Seul 1988 deyince akla gelen bir diğer şey de doping. 100 metre finalinin şampiyonu Ben Johnson’ın dopingli çıkması tüm dünyayı sarstı. Tek günahkar o muydu? Elbette hayır. Finalde yarışan 8 atletten 6’sı kariyerlerinin belli bir döneminde dopinge bulaştı. Yalnızca kazanmayı önemseyen günümüz spor ahlakı içerisinde doping, hâlâ Oyunların en büyük belalılarından.

1992: RÜYA TAKIM

Barcelona’nın en havalı aktörü kuşkusuz ABD’nin basketboldaki ‘Rüya Takımı’ idi. Genç Duke’lü Christian Laettner dışında, 11 Şöhretler Müzesi sakini, Michael Jordan ve Magic Johnson’ın öncülüğünde rakiplerini ortalama 44 sayı farkla yenerek büyük bir şova imza attı.

1996

Michael Johnson’ın 200 ve 400 metre dublesi, Usain Bolt’a kadar sprint tarihinin en etkileyici performansı oldu.

2000

Tarihin en başarılı olimpiyatı kabul eden Sidney’de Aborijin kökenli Cathy Freeman, Avustralya’nın pistteki en büyük madalya umudu olarak 400 metrede muhteşem bir performansla zafere ulaştı.

2004

Atina Olimpiyatları, kırılgan Yunan ekonomisinin kaldıramayacağı yüklere sebep oldu. Yunanistan, birkaç yıl içerisinde resmen iflasa sürüklenirken, Olimpiyatların bu negatif yönü sembolik bir anlam kazandı.

2008 EVRİMİN ÇOCUKLARI: PHELPS&BOLT

Pekin, atletlerin evriminin başka bir seviyeye yükseldiğinin habercisi oldu. ABD’li yüzücü Michael Phelps, kazandığı 8 altın madalyayla, Mark Spitz’in 1972’deki 7 madalyalık rekorunu kırdı. ‘72’deki başarısıyla kendisini “Aya çıkan ilk insan” ilan eden Spitz, Phelps için “Mars’a çıkan ilk insan” diyecekti.

Bir başka olağanüstü performans Jamaikalı sprinter Usain Bolt’a aitti. Bolt, 100 metre rekorunu, 9.69’a, 200 metre rekorunu da 19.30’a taşıdı.

2012

Mo Farah’ın 5 bin ve 10 bin metre dublesi uzun mesafe koşularında Olimpiyat tarihinin en etkileyici performanslarından biriydi.

ÖNCEKİ HABER

Rio 2016: Kriz halkaları

SONRAKİ HABER

Yenikapı'daki miting nedeniyle kapanan yollar

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...