07 Ağustos 2016 04:30

Habeas Corpus ya da tövbe

AKP ile FETÖ ilişkisini müsamaha gibi merhamet yüklü bir sözcükle tanımlayan Cumhurbaşkanının af dilemesi yeterli midir?

Paylaş

Nuray SANCAR

Habeas Corpus (1679) modern hukukun ilk yasası olarak bilinir. Kralın iradesiyle ya da bu iradenin delege edildiği ‘mühim kimseler’ tarafından hapse atılan kişinin suçunun ne olduğunu bilme ve kendini savunabilme hakkı bu sözleşmeyle tanınmış; siyasi iktidarın eylemleri hukuki bir denetime alınmaya başlamıştır. Bu tarihe kadar bu çok temel insan hakkı yoktu. Yerinde, yüce keyfiyetin, ortaya çıkışı raslantısal ya da biat koşuluyla ihsan edilmiş merhameti vardı. Dünyanın bir yarısında sosyal ilişkiler günah çıkarma diğer yarısındaysa tövbe kurumu sayesinde terbiye ediliyordu. İnsanlık her insanın birbirine yasalar karşısında eşit, suçun ve cezanın açık tanımının yapıldığı; neyin meşru neyin yasak olduğunun belgelendiği bir hukuk için az mücadele etmedi. O zamana kadar keyfiyet epey can aldı.

Şimdi bu tarihsel süreç yeniden tersine dönüyor.

Erdoğan’ın Olağanüstü Din Şurasında kullandığı “kilise ile devlet, kilise ve bilim arasındaki tartışmaları da taklit ettiler. Batı’da Hıristiyanlıktan oluşan boşluğa örneğin yurttaşlık dini ikame edil”di sözlerine “vahyin bir kenara konulup aklın ve bilimin tek çıkış yoluymuş gibi gösterilmesinin manidar” olduğunu ekleyerek devam ettiği konuşma sıradan bir dini toplantıda yapılan konuşmalardan değildir. Bu konuşmayla Cumhurbakanı 15 Temmuz sonrası hızla başlayan devletin ve askerin yeniden yapılandırması sürecinin temel prensiplerinin açıkça ilan etmiştir. Burada, yurttaş denen sosyolojik ve siyasal varlığın yerine ikame edilen şey, sanki Türkiye bu varlığı tanımlayan, eşitlik, özgürlük, adalet gibi nosyonların tarihsel tekamülünden muaf kabul edilebilirmiş gibi, modern hukuk öncesinde kalmış bir teb’a varlığıdır. Siyasetin referansı ise akıldan vahye kaydırılmıştır.  

İş bu noktaya geldiğinde bütün toplumsal ilişkilerin matrixi olarak hukuk kısas ile merhamet, af ile gazap arasındaki dar bir aralığa sıkışır; demokrasinin örneğin laiklik gibi önemli bir ögesi yerinden çıkarılrak doldurulması gereken bir boşluğa dönüşebilir. Nitekim bugünkü tablo böyle bir tablodur.

Ve biz bu noktaya pek de uzun olmayan bir sürede geldik. Küresel kapitalizm zaten modern yurttaş hukukunun olmazsa olmazı sosyal politikaların tasfiyesinin düğmesine basmış ve şimdiye kadar devletin karşıladığı sosyal hizmetleri ne idüğü belirsiz sivil topluma, kiliselere vs. devretmeye yeltenmişken bu rüzgarı arkasına alan Türkiye’deki siyasal iktidar da sivil toplumun yerine cemaatleri ve parti merkez ve yerel teşkilatlarının inayetini koymuştu. Normal koşullarda sosyal hakların güvencesinin işareti sayılabilecek kalkınma emareleri inayetin  devamına dair istikrarın işareti haline geldi. Bu da oy sayısının en azından sabitlenmesinin garantisiydi. Yoksul, ayak basmadığı yollar, görmediği köprüler yapıldıkça bu mesajı aldı. Ruhunu doyurmak içinse tarikat ve cemaatlerin kapısı ardına kadar açıktı. Şimdi FETÖ’cülerle bir biçimde yolu kesişti, selam aldı-verdi, biri ihbar etti diye işinden gücünden edilen binlerce insan bu türden ilişkilere aslında ulusal-uluslararası sistem tarafından elbirliğiyle kanalize edilmişti.

Silahlı bir darbeye yeltenme cüreti gösteren FETÖ ihya edilen cemaatlerden sadece biridir. Bu örgütün AKP’nin ittifak kurduğu tek cemaat olmadığı son zamanlarda basında yazılıp duruyor. Bu haberler üzerine Yaşar Kaplan parti gazetesinde “15 Temmuz’un ikinci ayağı Laikliğin pompalanması cemaatlerin bombalanması” başlıklı bir yazı yazabildi. Bu yazıda laiklik bir tasmadır! diye de buyurdu. O halde eleştirilere karşı, önüne siper olduğu cemaatler ve cemaatleşmelerin devam etmesi konusunda oralarda bir konsensusun olduğunu tahmin edebiliriz. Değilse, partisinin Yaşar Kaplan’a bunu sorması gerekir.

Ne var ki sorulmayacaktır.

Darbe musibeti gönüldeki aslanı salıvermeye imkan tanıyan bir ortam yaratmış; gelmiş geçmiş bütün şer’rin faturasını hem tarihe hem eski ortağa havale etme imkanı da tanımıştır. Bunların arasında hukuk, adalet, yurttaşlık, laiklik, eşitlik gibi kavramlarla tanımlanan kadim siyaset ve sosyolojinin arada kaynadığı zannedilmesin. Asıl suçlunun bunlar olduğu ilan edilmeye çoktan başlandı. Yeniden inşa bütün bu kavramsal avadanlığın bir kenara bırakıldığı, hukuk öncesi bir dünyanın yeniden hortlatıldığı bir eşikte gerçekleşiyor. Kaplan da zaten bütün darbelerin laiklik adına yapıldığını iddia ediyor; Laikler müslümanların bir devleti olmasın amacındaymış laikler. Ey tarih bilinci neredesin!

Önümüzde sadece yeni bir darbeye imkan tanımayan bir devlet reorganizasyonu yok. Bu yeniden yapılanma bundan daha fazlasını hedefliyor ve bir çok yönü var. Birkaç yüz yıldır yürürlükte olan yurttaş-siyaset-toplum ilişkisini belirleyen kurum ve kavramlar da bir “din devleti” lehine elden geçiriliyor. Gelenin gidenin çarptığı bu kavramlar ve işaret ettiği kurumlar zaten o kadar kırılganlaşmıştır ki, nihayet hukuk öncesi bir toplumun eşiğinde olduğumuz söylenebilir.  

Tam da bu yüzden Erdoğan FETÖ’ye daha önce gösterilen müsamaha için “Rabbim affetsin”diyebilir: Bu örgüt 40 yıldır kanserli bir hücre gibi, büyümesi dini değerleri öne çıkaran kimliği sayesinde mümkün olmuştur… Allah dedikleri için müsamaha gösterdik. Ortak bir yanımız var dedik. Ama aynı menzile giden farklı yollardan bir yapı gördüğümüz yapının sinsi emellerin örtüsü olduğunu uzun süre göremedik. Bu hain örgütün gerçek yüzünü çok daha önceden ortaya dökememiş olmanın üzüntüsü içerisindeyim. Rabbim de milletim de bizi affetsin.”

Normal koşullarda bu ilişki hukukun konusudur.

AMA ŞİMDİ NE OLACAK?

Merhamet ile gazap arasındaki yolculuğu birlikte yapar; devletin içini boşaltır, ordunun emir- komuta zincirini kırarken AKP ile FETÖ ilişkisini müsamaha gibi merhamet yüklü bir sözcükle tanımlayan Cumhurbaşkanının af dilemesi yeterli midir?

Af dileme bir tövbe ise, yeni bir tövbeye yol açmayan; kandırılmaya yanılmaya dayanıklı bir sistem nasıl inşa edilir? Rabbim bu tövbeyi kabul eder mi?

Yaşar Kaplan’ın bir tasma olarak gördüğü laiklik ve demokrasi dışında bir tövbeyi ister istemez diğerinin takip etmeyeceği sistem yoktur. Çünkü bu kavramlar; kısasın yerine hukukun, biatın yerine muhakemenin, teb’a yerine yurttaşlığın ve merhamet yerine eşitliğin geçerli olduğu bir düzeni düşünmeyi mümkün kılarlar. Öte yandan, toplumun dini cemaatlere bölünmesinin yol açtığı tehlikeyi bertaraf ederek toplumsal ahenk vaat ederler. Tersi durumda bir tövbe bin ayıp örtmeye yetmeyecektir.
Habeas Corpus’la başlayan tarih herkes için yazılmıştır.

ÖNCEKİ HABER

Oğuz Atay’a mektup

SONRAKİ HABER

Kirli elleri ‘FETÖ sabunu’ ile yıkama kurnazlığına dikkat!

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...