05 Ağustos 2016 00:50

Oğlu, Einstein’ın laboratuvarına hiç girebildi mi?

Can Yayınları’ndan çıkan, Sosi Dolanoğlu’nun çevirdiği “Eduard Einstein Vakası” baba-oğul çatışması ekseninde ilerleyen bir kitap.

Paylaş

Hakan GÜNGÖR
İstanbul 

Tarihçiler, edebiyatçılar, bilim insanları onun hayatını didik didik edip durdu. Belki de bir şey hariç. Bilim dünyasının yetiştirdiği en büyük dahilerden biriydi. Görelilik kuramı, kütle enerji eşitliği, kuantum mekaniği, soykırımdan belki de kıl payı kurtulmuş olması, ABD yolculuğu, onca sıkıntıya rağmen hiçbir şeyin kendini laboratuvarından uzaklaştırmasına izin vermeyişi defaten yazıldı. Albert Einstein’dan söz ediyorum. Ve her şey konuşulurken, Einstein’ın oğlu Eduard’dan kimsenin söz etmemesinden bahsediyorum. 

Tıp eğitimi almış bir yazar olan Laurent Seksik, 7 dile çevrilen “Stefan Zweig’in Son Günleri” kitabının ardından yine bir biyografik romanla karşımıza çıkıyor. “Eduard Einstein Vakası” kitabında, Albert Einstein ile oğlu Eduard’ın sancılı ilişkisi konu ediliyor. Yazar, kitabında baba-oğulun bu kopuk ilişkisinden söz ederken farklı yöntemler izliyor. Eduard’a ilişkin bölümler Eduard’ın gözünden aktarılırken, spot ışıkları Einstein’a döndüğünde üçüncü bir gözün anlatımı giriyor devreye. Ve ortaya, hayatını bilime adamış büyük bir bilim insanı ile babası hayatını sadece bilime adadığı için ona karşı büyük bir öfke besleyen oğlunun ilişkisine dair etkili bir roman çıkıyor. 

Mileva, Zürih Politeknik Okuluna kabul edilmiş parlak bir öğrenciydi. Fizik ve matematik bölümündeki tek kadındı. Beklenti, alanındaki öncü isimlerden biri olması yönündeydi. Ta ki, Einstein’la tanışana dek… 

Einstein ile sevgili olunca Mileva’yla bilimle arasına mesafe girdi. Çocukları ve sonu gelmez sağlık problemleri bilimle meşgul olmasına izin vermedi. Einstein’le boşandıktan sonra da durum değişmedi. Üstelik işler daha da kötüye gitti. Eski eşiyle bağlantısı seyrek telefon görüşmeleri ve mektuplaşmalardan ibaretti. Ancak ortada ciddi bir sorun vardı. Oğulları Eduard’a şizofreni teşhisi konmuştu. Dahası Eduard kendini kaybettiği zamanlarda annesine ya da başkalarına saldırabiliyordu. Tekinsiz biri haline gelmişti. Einstein’ın ise bu zorlukları göğüslemesi gibi bir durum söz konusu değildi. 

ŞİZOFRENİ TEŞHİSİ

Einstein, Mileva’dan sonra bir evlilik daha yapmıştı. Nazi zulmü günden güne artıyor, o ise bilimsel çalışmalarını sürdürmek istiyordu. Yahudi olduğu için maruz kaldığı baskılar, çalışmalarını sekteye uğratmaya başlamıştı. Ve Almanya’nın gittikçe boğucu hale gelen atmosferinden kurtulmayı kafaya koymuştu. Çare Amerika’ya gitmekti. Oğulları Hans Albert ve Eduard’ı geride bıraktı. Bu Eduard’ın babasına olan kırgınlığını iyiden iyiye derinleştirdi. 

Eduard çocukluğunu babasından ayrı geçirmişti. Niyeti psikiyatr olmaktı. Üstesinden gelmekte zorlandığı sorunlarına karşı belki de bilimsel silahlarla donanmak istiyordu. Çünkü bu bir savaştı ve yenik düşüyordu. Şizofreni teşhisi konduktan sonra durumu daha da ağırlaşmış; karamsar, öfkeli biri haline gelmişti. Annesine üzülüyordu. Kendini kaybedince ona zarar verdiğinin farkındaydı. Ve babasına olan kızgınlığı büyüyor, büyüyordu. Öte yandan onu mazur görmeye de zorluyordu kendini. Öyle ya, ne de olsa o Albert Einstein’dı ve uğraşması gereken “nice önemli” sorun vardı.

Eduard, “Einstein soyadı fanilerin çoğu için bir yüktür. Böyle ağır bir yükü taşıyabilecek kadar sağlam omuzlara tek bir kişi sahiptir, babam” diye düşünüyordu. Babası cesur biriydi. Gestapo’ya meydan okumuştu. Siyahilerin davasını desteklemişti. Nükleer silahların yapımında payı olup olmadığı, varsa bunun ölçüsü tartışılsa da, Japonya’ya bomba atılmasını engellemeye çalışmıştı. Ama ne oğlunun hastalığına meydan okumasında yanında olmuştu, ne onu desteklemişti, ne de oğlunun günden güne eriyişini engellemek için ciddi bir girişimde bulunmuştu. Hayatını insanlığa adarken, bazı insanları fazlaca ihmal etmişti. 

BİR DAHİNİN ÖZEL HAYATI

Can Yayınları’ndan çıkan, Sosi Dolanoğlu’nun çevirdiği “Eduard Einstein Vakası” baba-oğul çatışması ekseninde ilerliyor. Ve fakat Einstein’ın uğradığı Nazi zulmü, dışlanışı, mal varlığına el konuluşu, sırf bilim yapabilmek adına katlandığı zorluklardan da söz ediliyor. Ama unutturulmaya çalışılan Eduard’ın varlığını bir kez daha gözler önüne sermek ve çubuğu tersine bükmek için, Eduard’la bir duygudaşlık kurmaya çağırıyor. Romanın niyeti, bu büyük bilim insanını kötülemek değil elbette. Bir dahinin özel hayatına dahil etmek, onun hayatını başka bir boyutuyla ele almak. Adanmışlığın, vazgeçişlerle kardeş olduğunu göstermek… 

Kitap gösteriyor ki, Einstein’ın laboratuvarına dünyanın tüm çocukları için çözülmesi gereken yığınla problem, o problemlere çözümler, bilimin kapsamına giren sayısız sorunsal konuk olmuştu. Dilini çıkardığı fotoğrafı göz önüne getirildiğinde; bir çocuk da, kendi içindeki, laboratuvarına girmişti. Ama kendi çocuğu giremedi. Bilimin kapsamına girmediğinden olsa gerek, çocuğu Einstein’ın laboratuvarında yoktu. Görünen o ki, laboratuvarında olmayan, Einstein’in hayatında da pek yoktu. Bu kuşkusuz ailesindeki insanlar için ciddi bir problemdi. Ama insanlık için, pek çok problemin çözümüne uzanan yolun daha ciddi bir adımıydı.

ÖNCEKİ HABER

İzmir'de 'Demokrasi ve Cumhuriyet' mitingi

SONRAKİ HABER

Yoksulun enflasyonu zengininkinden fazla

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...