09 Temmuz 2016 16:31

İstanbul Üniversitesi'nde bir fırtına kuşu: Murtaza Kaya

Hem Murtaza’yı hem yaşadığı ve mücadele ettiği dönemin koşullarını, o yıllarda Özgürlük Dünyası yazı işlerinde çalışan Sadık Güleç ile konuştuk.

Paylaş

Dergimizin bu sayısında portrelerde Murtaza Kaya var. 7 Haziran 1991’de Küçükçekmece Cennet Mahallesi’nde bildiri dağıtırken polis tarafından vurularak öldürülen İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi öğrencisi bir genç Murtaza Kaya var. Hem Murtaza’yı hem yaşadığı ve mücadele ettiği dönemin koşullarını, o yıllarda Özgürlük Dünyası yazı işlerinde çalışan Sadık Güleç ile konuştuk.

Murtaza’nın öldürülmeden önceki yıllara baktığımızda ülkenin politik atmosferi ve bunun gençlik hareketi açasından karşılığı nasıldı? 
Ben aslında Murtazalardan bir önceki kuşak sayılırım. 1984 girişliyim üniversiteye, Murtaza 1991’de öldürüldü. O dönem bir yandan öğrenciliğim devam ediyordu bir yandan da Özgürlük Dünyası yazı işlerinde çalışıyordum. Benim üniversiteye girdiğim dönem ile Murtazaların geldiği dönem farklıydı. Biz geldiğimizde üniversitelerde hiçbir şey yoktu. En küçük öğrenci örgütlenmesine bile kuşkuyla bakılan bir dönemdi. Ama atmosfer şuydu, üniversitelerde sol görüşten olanlar bir şekilde birbirlerini buluyorlardı. Belki bugün gençlere garip gelebilir ama İstanbul Üniversitesi öğrencileri için muhalif olmanın göstergesi Süleymaniye’deki kahvede oturmaktı. Caminin karşısındaki kahve 1980 öncesinde de sol görüşlü öğrencilerin gittiği bir kahve idi. Orada arkadaşlıklar kurulurdu. Sonra 1986’da öğrenci derneklerini kurduk.


12 EYLÜL’ÜN ARDINDAN İLK ÖĞRENCİ EYLEMLERİ

Öğrenci Dernekleri nasıl bir süreç sonunda kuruldu?
Öncelikle tartışma şuydu; ‘bir öğrenci derneği kurulur mu kurulamaz mı’. Temel soru bunun yasal olarak mümkün olup olmayacağıydı. Darbenin hemen ardından gelen yıllar... Üzerimizde polis baskısı ve korkusu var. ‘Başımıza ne gelir?’ sorusu ciddi bir sorundu. İstanbul Üniversitesi’nde kurulan öğrenci derneği ilk dernek oldu. Şunu da söylemek lazım. Dernek çalışmasına katılanlar çeşitli sol görüşlerden öğrencilerdi. Ama sonra hızla üstümüze geldiler. Dernek binaları basıldı, kapatılmak istendi. Buna karşı açlık grevleri başladı. Tek tip öğrenci derneği yasa tasarısına karşı bir yürüyüş oldu. Bu 12 Eylül’den sonra ilkti; o nedenle de önemlidir. Tabi polis çok sert ve acımasızca dağıttı bu eylemi. Ancak eylemin etkisi öğrenci hareketinin çok üstünde oldu. Birkaç bin öğrencinin Aksaray’dan Beyazıt’a kadar yürümesi moral veren bir hava estirdi.

MÜCADELENİN İHTİYAÇLARINA GÖRE TERCİH YAPMAK

Öğrenci hareketi nasıl bir süreçten geçiyordu?
O dönemler bizim örgütümüzle organik ilişkilerimiz yoktu. Ne yapacağımızı kendi deneyimlerimizle belirlemeye çalışıyorduk. Ama sonrasında geçmişin eski siyasal yapıları tekrar faaliyete geçtiler ve önümüze başka görevler de düştü. İşçi mahallelerinde örgütlenmek, yeniden örgütlenmeye başlayan sosyalist örgülerin kadro ihtiyacına yanıt vermek gerekti ve kadro haline geldik. Bir kısmımız işçi mahallelerine kaydı, kadro olarak çeşitli görevler üstlendi. İşte Murtaza, Engin ve diğer arkadaşların kayıplarını yaşadığımız dönem böyle bir dönemdi. Beni ise Özgürlük Dünyası’na çağırdılar ve yayın alanında çalışmaya başladım. Özgürlük Dünyası’nın formatı bugünkünden biraz daha farklıydı. İşçi hareketinden, öğrenci hareketinden haber veya haber yorum şeklinde şeyler de yapıyorduk. Dolayısıyla ünriversite ile bağlarım devam ediyordu ve bu çocukların hepsini iyi tanıyordum. Murtaza Kaya, Engin Egeli, Metin Göktepe...

GENÇ İŞÇİ KİTLELERİ ARASINDA ÇALIŞMA

Murtaza bir edebiyat fakültesi öğrencisi, Engin hukuk fakültesi öğrencisi, diplomaları ile ‘iyi’ yerlere gelebilecek gençler. Ama başka bir tercih yapıyorlar ve işçi havzalarına gidip orada çalışma yürütüyorlar...
Öğrenci hareketinin kitlesel halde halka inmeye çalıştığı, ora ile bağ kurmaya çalıştığı dönemler olmuştur. 68 hareketinin böyle bir yanı vardır örneğin. Dönem dönem örgütler de kadrolarını böyle aktarabilir ama bazen de kitlesel bir yönelim olur. 1990’lı yıllar tam böyle değildi. Ama öğrenci hareketi kadrolarının, işçi çalışmasına, ihtiyaç olan başka alanlara yöneldiği bir dönemdi. Bizim ise diğer örgütlerden ayrılan belirgin yanlarımızdan birisi, işçi çalışmasına özellikle genç işçi kitleleri arasındaki çalışmaya ayrı bir önem verişimizdi. Mesela Merter için ciddi bir çalışma yürütüyorduk. O dönem bir sanayi havzasıydı ve işçiler için bir cehennemdi. Genç işçi nüfusunun çok fazla olduğu aynı zamanda da sirkülasyonun çok olduğu bir yerdi. Sigorta yok, bir işyerinde 6-7 aydan fazla çalışan yok ama binlerce genç işçi de oradaki atölye ve fabrikalar arasında çalışıyordu. Güvencesiz, 14 saate varan çalışma saatleri vardı. Bizim arkadaşlarımız da buraya özel bir önem verdiler. Genç arkadaşlarımız burada işçi olarak çalıştılar. Bir arkadaşımız  vardı mesela, eski İstanbullu diye tabir edilen bir aileden geliyordu. Aile burjuva bir aile. Ama o arkadaşımıza dışarıdan bakınca diğer işçi genç kızlardan ayırt edemezdiniz; atölyelerde çalışırdı. Böyle bir kendini adama ve oralarda bir şeyler başarma arzusu vardı. Eğer bu ülkede bir muhalefet örgütlenecekse bu işçi sınıfından olurdu, işçi gençler ile olurdu. İşçi havzalarında olurdu. 

İKİ GENÇ İKİ İNFAZ

Murtaza ve Engin’in ayrı düşünülemeyeceği söylenir. Niye böyledir?
Dönemin özelliği bana kalırsa. Onların mücadele ettikleri dönem, koşulların çok daha sert olduğu bir dönemdi. Benim üniversitede olduğum 1984 yılı devlet açısından da polis açısından da şaşkınlık dönemiydi. Biz de ne ile karşılaşacağımızı bilmiyorduk; onlar da ne ile karşılaşacaklarını bilmiyorlardı. 12 Eylül’deki ara boşluktan sonra bizim ortaya çıkışımız, bir şeyler yapmaya çalışmamız onları afallatmıştı. Temkinlilik hali vardı. Ama 80’lerin sonuna 90’ların başına doğru iş epey sertleşti. Yargısız infazların olduğu bir dönem başlamış oldu. Murtaza’nın öldürüldüğü dönem de böyle bir dönemdi. 90’lara geldiğimizde Kürt hareketinin de yükselmesi ile birlikte en küçük şeylere bile infazlar ile karşılık verilir oldu. Murtaza da örneğin bildiri dağıtırken vurulmuştur. Engin de keza. İkisi de tam bir infazdır. Engin’i sağ yakaladıklarını ben çok iyi biliyorum. Ben o dönem Günaydın gazetesinde kısa bir dönem çalışmıştım; gece istihbarat servisinde. Oradaki arkadaşlarım beni bildikleri için bir şey olursa bana haber verirlerdi. Telsiz konuşmasını dinleyen arkadaşların dediğine göre Engin sağ yakalanmış. Merkeze soruyor telsiz, telsizin öbür tarafında konuşan da Mehmet Ağar. O dönem İstanbul’da emniyet müdür yardımcısı. O diyor ki ‘gereğini yapın’ İki dakika sonra Engin’i yakalayan polis telsizinden ‘şahıs eks’ anonsu geçiliyor... 

Oradaki arkadaşlarım beni bildikleri için bir şey olursa bana haber verirlerdi. Telsiz konuşmasını dinleyen arkadaşların dediğine göre Engin sağ yakalanmış. Merkeze soruyor telsiz, telsizin öbür tarafında konuşan da Mehmet Ağar. O dönem İstanbul’da emniyet müdür yardımcısı. O diyor ki ‘gereğini yapın’ İki dakika sonra Engin’i yakalayan polis telsizinden ‘şahıs eks’ anonsu geçiliyor... 
Mehmet Ağar’ın emri ile infaz edildi. Baktığınızda nedir? Bir bildiri dağıtımı. Ama işte buradan size gözdağı veriyorlar. Murtaza’yı ise Avcılar’da bildiri dağıtımı sırasında iken uyarı bile yapmadan direkt kafasından vurmuşlardı. Orada ise onun bir kuzeni vardı. İsmi yanlış hatırlamıyorsam Çayan’dı. Aslında vurmak istedikleri o idi. Çünkü arkadan gelen polis Çayan’ın ismini söylüyor. Murtaza ile kuzeni birbirine fiziksel olarak çok benzerdi. Murtaza da dönüp baktığı an infaz ediliyor. Koşulların çok sertleştiği bir dönemdi. 

BİR İLK OLARAK MURTAZA KAYA

Murtaza Kaya nasıl bir gençti diye soracak olursak...
Murtaza’nın vurulmasından bir gün önce biz Cağaloğlu’nda karşılaştık. O zaman Rus Devrimi diye bir kitap basmıştık. Ben de matbaadan 4-5 tane örneğini almış yürüyordum ki Murtaza ile karşılaştık. Murtaza böyle sessiz sakin ama konuştuğunuzda etkilendiğiniz bir adamdı. Bazıları sessiz sakin ama pasiftir. Murtaza öyle değildi. O yaşına göre daha olgunluğa işaretti onun sakinliği. Konuştuğunuzda o sessizliğin arkasında bir birikimin bir duruşun olduğunu fark ederdiniz. Baktı elimde kitaplar var. ‘Hocam’ dedi ‘ben bunları kamulaştırayım.’ Aldı işte o kitapları öyle. Son görüşüm oldu. Bir gün sonra haberi geldi; öldürülmüştü. 
Murtaza bizim 80 sonrası bir öğrenci olarak ilk kaybımızdı. Biz de bir şok etkisi yarattı. Hepimiz çeşitli şeylerle karşılaştık, öleceğimizi düşündüğümüz şeyler yaşadık. Ama bir kayıp olmamıştı. Aynı masada oturduğunuz, yemek yediğiniz, selamlaştığınız bir arkadaşınızı öldürüyorlar. O dönemin gençlik kuşağının ilk defa karşılaştığı bir şeydi ve çok büyük öfke uyandırdı. Yalnızca bizde değil diğer kesimlerde de. 

BUGÜNDEN BAKINCA

Murtaza’nın ölümünden sonra peki?
Cerrahpaşa’da Adli Tıp’ta bekletiliyordu cenaze. Murtaza’yı tanıyan herkes oradaydı. Okuldaki olaydan sonra polis de çok hazırlıklıydı. Herkesi toplamaya başladılar. Ben de diğerlerini uyarmak için bir ara sokağa girdim; Engin (Egeli) ile karşılaştım. Dedim ki caddeye çıkma herkesi topluyorlar. O zaman o göz altına alınmadı ama Metin’i (Göktepe) orada göz altına aldılar. 
Bugünden geriye baktığında çok insan kaybettik. Köy boşaltmaların, yargısız infazların yoğunlaşmaya başladığı dönemin ilk kurbanları oldular. Bir de sanırım beklemiyorduk biz. Şimdi bakınca böyle bir dönem olmuş diyebiliyorsun ama o zamanda yaşarken fark etmiyorsun. Murtaza öldürüldü, Engin öldürüldü, Engin’in ardından Metin...


Patates baskı ile "örgüt propagandası"

Üçünü de düşündüğünde Engin ve Murtaza ağırbaşlı sakin olanları, Metin ise daha hareketli olanıydı. Ama ortak yanlarından biri de o dönemin koşullarında müthiş yaratıcı olmalarıydı. Olanakları değerlendirmek adına, örgütlenmek adına hem de pratik eylemler içinde çok yaratıcı olan çocuklardı. Mesela Murtaza’nın cenazesinde göz altına alınan arkadaşlar, içlerinde Metin (Göktepe) de var, olaya karışmadan alınan Fehmi diye bir arkadaş da var.  Cezaevi ring aracında mahkemeye getiriliyorlar. O zaman DGM Gülhane’deydi. Bunlar içeride, Metin ile birlikte, Murtaza’nın ölümüne ilişkin kuşlama dediğimiz küçük bildiriler yapmışlar patates baskı ile. Araç tam Aksaray’a vardığında bu kağıtları cezaevi aracının üstündeki havalandırmanın dışına koymuşlar paket halinde. Araba da hızlı gittiği için o kağıtlar tüm Aksaray Meydanı’na dağılmış. Cezaevi aracından kuşlama ile bildiri dağıtmışlar yani. Böylesi bir yaratıcılık. Ama şunu hesaplamamışlar; bildiriler arabanın ön camının üstüne düşüyor. Uzman çavuş da fark ediyor; arabayı durduruyor, o bildirilerin toplatabildiği kadarını toplatıyor. ‘Bunlar devletin arabasından örgüt propagandası yaptılar’ diye tekrar dava açılmasını sağlıyor. Ama yine olan bizim Fehmi’ye olmuş. Onun bildirilerden haberi yokmuş ama içlerinde yaşı en büyük kişi olduğu için ‘kesin o yönlendirmiştir’ diye hapis cezasını Fehmi’ye vermişler.

 

ÖNCEKİ HABER

Nestle'de kurulan hayallere umut olan 11 günlük direniş

SONRAKİ HABER

Boğaziçi'ne kış çoktan geldi bile

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa