09 Temmuz 2016 15:36

Mekanlar da göç eder mi?

Salt Galata’da sergilenen “Göçebe Mekânlar” neredeyse her yaz yaşadığım bu “mekânçokluğu”nu çok daha geniş bir açıdan çok ilginç örneklerle anlatıyor.

Paylaş

Pelinsu Can

Küçükken yaz aylarını anneannemlerin evinde geçirirdim. Anneannemin 1960’larda Almanya’ya çalışmaya gidip dedemle evlenmek için Türkiye’ye kaçması bana hep çok komik gelirdi, Türk filmlerinde hep tam tersi olurdu çünkü. Tekrar Almanya’ya bu sefer ailecek giden dedem ve anneannemin Almanya macerası yaklaşık 5-6 yıl sürmüş, sonra memleket hasretidir, yaşam koşullarıdır derken Türkiye’ye kesin dönüş kararı alınmış. Almanya’dan geriye kalan biraz Almanca biraz da güzel anılar ve dostluklar olmuş.
Sanırım biraz erken döndüklerinden biraz da oraya hızlı uyum sağladıklarından öyle dizilerde tektipleştirilmiş “Alamancı” tipi pek yok bizimkilerde. Ama yine de arada çıkabiliyor. Mesela sehpaların üzerindeki dantellerin ve el dokuma halıların yanında vitrinde duran seramik, üzerinde dans eden Alman kadınların olduğu bira kupaları ve bira şişesi, bir de evin girişindeki Almanya haritası hep çok dikkatimi çekerdi. İki farklı mekânın anneannemin salonunda var olması çok kozmik bir şey gibi gelirdi -ki hala öyle geliyor-, tek göz kaymasıyla Almanya’ya ışınlanmak gibi bir şey. 


“GÖÇEBE MEKÂNLAR” SERGİSİ


Salt Galata’da sergilenen “Göçebe Mekânlar” neredeyse her yaz yaşadığım bu “mekânçokluğu”nu çok daha geniş bir açıdan çok ilginç örneklerle anlatıyor. 130 hanenin incelenmesi üzerine yapılan bir araştırma sonucu ortaya çıkan sergi, Almanya’dan kesin dönüş yapmış işçilerin Türkiye’de yaptıkları evlerdeki Alman mimarisinin ve Almanya’daki yaşam tarzının etkilerine odaklanıyor.
Sergi salonunun girişinde hemen solda büyük bir harita var. Haritada incelenen evlerin ve ev sakinlerinin Almanya’da yaşadıkları yerler ve sonra Türkiye’ye dönüş yaptıklarında yaşadıkları yerler işaretlenmiş ve buradaki ev tipleri haritada gösterilmiş. Çalışmaya göre Almanya’dan kesin dönüş yapan işçiler genel olarak 3 farklı ev tipi üzerinden evler inşa ediyorlar. Bu tipler Almanya ve Türkiye mimarisinin evde ne derecede ve nasıl var olduğu noktasında farklılaşıyor. Serginin geri kalanında videolarla çalışma yapılan evlerin sakinleri evlerin yapım sürecini ve bunun onlara ne ifade ettiğini anlatıyor, bu sırada bu üç ev tipini örnekleriyle inceleme fırsatımız oluyor.


“KÜÇÜK ALMANYA” ODASI


Görüntülerdeki evlerin dekorasyonu çok farklı etmenlerle çokça değişse de en çok ilgimi çeken şey bir videoda Almanya’daki ve Türkiye’deki hayatını, buralardaki evlerini anlatan bir ev sakininin evinde kendisinin “Küçük Almanya odası” olarak isimlendirdiği bir odası olmasıydı. Konuşmacı, bu odanın onu Almanya’da gibi hissettirdiğini, Türkiye’nin kaosundan, sesinden burada uzaklaşabildiğini anlatıyor. Hep Almanya’ya giden işçilerin oradaki evlerinde Türkiye’deki geleneksel ev hallerini nasıl yansıttıkları çok ilginç gelmişti ama tersi durum daha da ilginç. Bir evde iki bayrak diğerinde bir Türkiye bir de Almanya bayrağı görebiliyorken başka bir evde minderlerle döşenmiş, gayet geleneksel bir salonda kocaman, Almanya’dan getirilmiş bir televizyonda tenis maçı izleyen ev ahalisini görebiliyorsunuz.
Bir diğer ilginç nokta ise konuşan insanların çoğunun Almanya’daki evlerini, oradaki yaşam tarzlarını buraya getirmedikleri, onun yerine orada sahip olamadıkları şeyleri burada hayata geçirmeye çalışmaları. Örneğin “Küçük Almanya” odalı ailenin Almanya’dayken üç çocukları için tek çocuk odaları varken Türkiye’de yaptıkları evde iki tane hobi odası tasarlamışlar. 

GÖÇ HER YERDE


Belki Kulu hakkındaki eğlenceli hikâyeleri duymuşsunuzdur. Kulu, Konya’nın bir ilçesi ve ilçe sakinlerinin çoğunun İsveç’e çalışmaya göç etmesiyle ünlenmiş. Söylenenlere göre bir giden diğerini götürmüş, o bir diğerini götürmüş, böylece kısa zamanda Kulu’nun çoğu İsveçli olmuş. Şehir efsanesi mi bilmiyorum ama İsveç’te Türkiye’nin başkenti sorulduğunda hemen Kulu cevabını alabilirmişiz ya da “Türkiye mi? Kulu’da mı orası?” sorularına maruz kalabilirmişiz, Kulu İsveç’te “Kulufornia” olarak bilinirmiş. Bir de Düzce’nin şirin mi şirin ilçesi Çilimli’de “Koreli Bakkal/Berber” tabelalarını çokça görebilirsiniz. Kore Savaşı’ndan dönenlerin kendilerini Koreli ilan etmesi birçok yerde var ama küçükken böyle bir yer gördüyseniz orayı Koreli yerleşkesi sanmak çok normal.
Lafın kısası, birçok farklı nedenle göç edenler gittikleri yerlerde ya da daha sonra dönenlerin döndükleri yerlerde inşa ettikleri, yaşadıkları alanlarda birçok yaşam tarzını bir arada görebiliyoruz. Bu durum tabii ki iki farklı kültürün aynı anda aynı mekanda var olması olarak görülebilir ama sanki bu etkileşimler, yaşanmışlıklar iki kültürün de parçası olan ama tamamen farklı kültürler yaratıyor. Bu doğrultuda artık birçok deneyim bu kültüre göre şekilleniyor. 

ÖNCEKİ HABER

İktidar ölür, meydan kalır mı?

SONRAKİ HABER

‘Anısına değil onunla birlikte türküler söylemeliydik’

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...