09 Temmuz 2016 15:35

İktidar ölür, meydan kalır mı?

Peki ne ki bu meydan denen illet, bu devlet büyüklerimizin başına işler açan, kazan kaldırtan, ikisini-üçünü sallandırttıkları?

Paylaş

Cansu Ceylan
Ramazan Fidan
İstanbul

Topçu Kışlası, yeni “tarihi eserler”, parklara dikilen binalar, İstanbul’un en işlek meydanlarında verilen iftar yemekleri ve öncesinde sonrasında verilen vaazlar, Sultanahmet’te Nihat Hatipoğlu, başka meydanda başkasının oğlunun rantı… Tarihin birçok noktasında olduğu gibi şu anda da şehrin kalbi, atardamarı, böbreği ve diğer bütün hayati organları olan meydanlar yine tarihte olduğu gibi şehre, şehrin gereksinimlerine ve özellikle şehrin sakinlerine göre değil, iktidar sahiplerinin ağzından çıkan bir söze bakılarak şekilleniyor, yapılıyor, sökülüyor. Meydanlar günlük hayatımızda buluşma noktalarımız, merkezi bir yere gittiğimizde kesinlikle içinden, kenarından, köşesinden geçtiğimiz, hak talep ettiğimizde, sesimiz yükseltmek istediğimizde toplandığımız -tabii polislerin, valiliklerin insafı dahilinde- alanlar bizim için. Peki ne ki bu meydan denen illet, bu devlet büyüklerimizin başına işler açan, kazan kaldırtan, ikisini-üçünü sallandırttıkları?


ANTİK YUNAN’DA AGORA, 
ROMA’DA FORUM DENİR, 
ACABA NEDİR NEDİR?


Antik Yunan’da kent meydanı “agora”yken Roma’da “forum”. Sadece küçük bir isim değişikliği değil, aslında anlamda gizlenen büyük bir algı farkı da var. İlki “konuşmak, görüşmek”ten gelirken diğeri “evin dışı, dış kapı”dan geliyor. Biraz da modern toplumlardaki evin dışının tamamen farklı bir yer olmasını çağrıştıran bir düşünce bu. Evin dışı evin değil; sana ait olan, senin olan evin karşıtı dışarısı, orada istediğin gibi davranamazsın, kuralları var. Yani evinde hobi olarak sen yine düşün, dışarısı biraz farklı.
Algı olarak farklı olsa da Antik Yunan’da da Roma’da da şehir meydanı, şehrin merkezi aslında. Şehirler meydandan başlayarak onun etrafında yapılanıyor; kent meclisi, tapınak, ticaret yeri burada, yani kamusal yaşamın merkezi. Doğal olarak meydanı elinde tutan şehri de elinde tutuyor. Elinde tutmak da sadece ele geçirmekle olmuyor, başka ideolojik araçlar burada devreye giriyor. Bir bakıma şehirlilerin algısını şekillendirme merkezleri buraları. 
Roma’da imparatorların heykellerini meydana diktirmesi sadece kibirden kaynaklanmıyor, aynı zamanda her gelen geçene buranın sahibinin kim olduğunu hatırlatıyor.


DİNLER ÇIKTI MEYDANE, İKİSİ DE BİRBİRİNDEN “MERDANE”


Meydanlar, şehri şekillendiren bir diğer (aslında iktidarla çokça iç içe) unsur olan din(ler)den de nasibini alıyor. Agoralarda nasıl tapınaklar bulunuyorsa Hıristiyanlar ve Müslümanlar da ibadethanelerini meydanlara yapıyor. Hıristiyanlıkta neredeyse bütün azizler vaazlarını agorada vererek şehri Hıristiyan yapıyor, Müslümanlık ise gittiği her yerde merkez camisi, merkez pazarı, meydan çeşmesiyle kendi agorasını inşa ediyor. Bu doğrultuda aslında Ayasofya’nın camiye dönüştürülmesi Bizans’ın ele geçirilmesini sembolik bir şekilde ifade ediyor. Ayasofya meselesi yakın zamanda da karşımıza çokça çıktı, buradan bir bağlantı kurmak hiç de zor değil. Başka bir örnek, Vatikan’ın Roma İmparatorluğu’nun başkentinin dibinde Hıristiyanlığın kendi agorasını ilan etmesi.

MODERN DEVLETTE MEYDAN BİLMECESİ


Modern devletlere kadar iktidarın, muktedirlerin fiziksel olarak gücünü gösterdiği meydanlar, modern devletlerde başka bir şekil alıyor. Modernizmin meydanlara getirdği şey, meydanların diğer özelliklerinden soyutlanıp yalnızca toplumsal örgütlenme ve sosyal birliktelik hislerini barındıran yerler olarak değişmesi çünkü din, siyaset gibi unsurlar artık meydanlarda bulunmadan da işlerini görmeye başlıyor. Ama bu demek değil ki iktidar hala meydanları kullanmıyor, aksine daha profesyonelleşmiş müdaheleler meydanlarda sürüyor. Meydanlardaki heykeller, kolluk kuvvetleri, meydanlarda yapılmak istenen değişiklikler aslında bir kişinin gözüne güzel gözüktü diye yapılmıyor, daha büyük bir resmin parçasını oluşturuyor. Modern zamanda artık meydanlar daha çok algıya yönelik, daha ideolojik alanlar haline gelmeye başlıyor. Artık meydanlar, topluma dayatılan düşüncelerin sergilendiği sembolik alanlar.


MEYDANINA BAK, İKTİDARINI AL


Bugünkü meydan algımız işte tam da böyle tarihsel bir süreçle şekilleniyor. Ramazan ayı meydanların iktidar tarafından nasıl kullanıldığını görmek için fevkalede örnekler sundu bize bu ay. Nihat Hatipoğlu televizyonda karşımıza çıktığı yetmezmiş gibi bir de Sultanahmet Meydanı’nda kocaman bir stüdyoda “Dizilerde edilen yeminler gerçek midir?”e cevap verdi, evlenme programlarının bir anda her kanalda türemesi gibi buna benzer iftar programları tüm kanalları sardı. Taksim’den, Beşiktaş’tan geçerken iftar çadırlarından yayılan dini vaazlara kulak misafiri olduk, Sema gösterileri başımızı döndürdü. Lafın kısası, “dindar nesil” yetiştirmek isteyen büyüklerimiz bütün meydanlarda haykırdı bunu. Ama bir yandan da Atatürk Havaalanı’ndaki saldırıdan kısa bir süre sonra köprüleri açmayı, yollar yapmayı ihmal etmediler, zira vakit nakitti. Meydanlarda “halk”la beraber orucunu açan siyasetçiler, evlerine takım elbiseli şoförleriyle deri koltuklu son model arabalarında döndü; çünkü bu ay, bağışlama ayıydı, bir akşam birlikte iftar yapsalar halk katliamları, yoksulluğu, açlığı, iş cinayetlerini affederdi.
Şehrin meydanlarında, iftar çadırlarında, televizyonlarda komşusu açken tok yatmayı ayıplayanlar bir iki tane daha fazla gökdelen yükselsin diye şehrin parklarına, “balta girmemiş” ormanlarına balta larla girmekte bir an bile tereddüt etmiyorlar. Meydanlarda ulusumuzun nasıl da şanlı nasıl da ulu olduğunu anlatan heykellerin yanında yirmi kişi toplanıp da tövbeler olsun yürüyüş yaparsa diye koca koca polis otobüsleri bekliyorlar. İşte şehrin meydanları tam da böyle bir işlev görüyor. Nasıl Roma’da meydanı alan şehri almış sayılıyorsa şimdi de o meydan da neyin yapılmasına izin verilip neyin izin verilmediği nereye götürülmek istendiğimizi açıkça anlatıyor.
 

ÖNCEKİ HABER

Konstantin'in asırlık prangası

SONRAKİ HABER

Mekanlar da göç eder mi?

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa