03 Temmuz 2016 04:50

Sen talep etmezsen; ne ölüm adil ne de doğal felaket

Fevzi Özlüer ve Aykut Çoban’ın editörlüğündeki Doğa ve Kent Hakları İçin Siyasal Stratejiler kitabı doğa&kent için yürütülen mücadelelere odaklanıyor.

Paylaş

Bülent FALAKAOĞLU

İlk bakışta ölümün bütün insanları eşitlediği düşünülür. Zengin fakir, doğu batı ayırmaksızın kaçınılmaz olarak gerçekleştiği algısı oluşur. Oysa gelir ve servete sahip olmadaki adaletsizlik ölümde de adaletsizliğe yol açar. İşte kanıt: İngiltere’de yoksul ve zengin bölgeleri kıyaslayarak yapılan araştırma zenginlerin 8 yıl daha fazla yaşadığını ortaya koydu.
Bireyler, ülkeler, kıtalar arasında gelir uçurumun hızla büyüdüğü, yoksulluk ve işsizliğin yaygınlaştığı günümüz dünyasında iklim değişikliği de adil gerçekleşmez. Nasıl yani? Küresel ısınma herkesi aynı yakmaz mı? Deprem herkesi aynı vurmaz mı? İklim değişikliği herkesi aynı etkilemez mi?
Bu soruların akla gelmesi doğal! Fakat ‘eşitlik’ cevabı vermek mümkün değil. Niçin mümkün olmadığını açıklamadan önce şu gerçeklerin hatırlanmasında fayda var: Yer yüzeyi, deniz yüzeyi ve deniz suyunun üstündeki hava sıcaklıkları belirgin bir şekilde artıyor. Son 20 yılda artış iyice yoğunlaştı. Kutuplar eriyor, deniz seviyesi yükseliyor. 1880 yılına göre deniz seviyesi 20 santimetre daha yüksek.
Söz konusu iklim değişimi ve yaratığı olumsuzluklarda zararlı gazların etkisi artık kuşkuya yer bırakmayacak kadar kesin bir bilimsel veri. Dünyaya en çok zararlı gazı salanlar, dünyanın en gelişmiş ekonomilere sahip ülkeleri.
Ülkeler arasındaki farklılık toplum içinde de, zengin-fakir biçiminde, sınıfsal olarak ayrışıyor. Örneğin Hindistan’da zengin kentler kırların 10 katı kadar emisyon yaratıyor.

EN AZ GÜNAHI OLAN EN ÇOK ETKİLENİYOR

“İklim adaletsizliği nedir?” sorusunu şimdi cevaplayalım. İklim adaletsizliği, iklimdeki değişimde en az sorumluğu olanların, değişimden en çok etkileniyor olmasını anlatır. Örneğin kişi başı en düşük emisyona sahip Afrika’nın, iklim değişiminden en çok etkilenen bölge olması. Ya da küresel ısınmaya bağlı olarak tarım sezonun kısalıp ürün fiyatlarının artmasından da, sıtmanın yaygınlaşmasından da daha çok yoksul kesimlerin etkilemesi.
İklim değişiminin göstergesi olan sel, kuraklık, aşırı soğuk, sıcak hava dalgası, kasırga, tayfun gibi hava olayları en çok nereleri vurmuştur?” Bu soruya yanıt veren araştırmalar da en yoksul ülkelerin (Haiti, Bangladeş, Dominik, Moğolistan) en fazla zararı gördüğünü belgeliyor. Sıcak hava dalgası ya da aşırı soğuk sonucu ölümlere ilişkin veriler de, Avrupa- Afrika ayırmaksızın eşitsizliği ortaya koyuyor. En çok yaşlılar ve yoksullar ölüyor.  
Oxfam’ın bir araştırmasına göre İngiltere’de sel yoksulları zenginlere göre 3,5 kat daha fazla etkiliyor. ABD’de zehirli kimyasal tehdidinin yoğun olduğu saptanan bölgelerde siyahlar, Latinler ve yoksullar yaşıyor.
Ayrıca zenginler kendilerini risklerden koruyabilecek olanakları satın alabiliyor. Örnek; Çin’de zenginlerin hava kirliliğinden kurtulabilmek için temiz yerlere başlattıkları göç. İşte bu sınıfsal avantaj ya da dezavantaj adaletsizliği derinleştiriyor.
Toplumsal eşitsizliklerin tümünün iklim adaletsizliğine aynen yansıdığını söyleyebiliriz. Yapılan araştırmalar kadınların erkeklere göre iklim değişikliğinden daha çok etkilendiğini gösteriyor. Kadın erkek eşitsizliğinin yoğun oyduğu toplumlarda selden ölen kadınların sayısı erkeklerin 4 katı. Küresel ısınmaya bağlı felaketlerde ölme olasılığı kadınlarda erkeklere göre 14 kat daha fazla.

İKLİMİ DEĞİL DÜZENİ DEĞİŞTİR

Görmezden gelerek, yok sayarak, bulguları abartı olarak değerlendirerek iklim değişiminden kurtulamayacağımıza göre ne yapmalıyız. Akla gelen ilk şey karbondioksit (CO2) oranını azaltmak oluyor. Bu yöntem toplumsal yapıyı, devleti, şirketleri yok sayarak tüm tartışmayı emisyona indiriyor. Temiz hava ticaretini körükleyip sorunun kaynağını sorunun çözümü olarak göstererek emisyonları azaltıyormuş gibi yapıyor.
Emisyon fetişizmi olarak adlandırabileceğimiz bu durumun karşısına genellikle “yenilenebilir enerji” fanatizmi çıkarılıyor. “Yenilenebilir enerji” sisteminin iklim değişikliğini yavaşlatabileceği lakin iklim sorununu çözemeyeceği gerçeği göz ardı ediliyor. İklim değişikliğinin temelinde, sürekli büyümeyi dayatan, daha çok büyümek için daha çok enerjiye ihtiyaç duyan, enerji için doğayı daha çok kirleten kapitalist üretim biçiminin yattığı görülemiyor. Yapılması gerekenin iklimin değil kapitalist üretim biçiminin değiştirilmesi olduğu idrak edilemiyor.

RESMİN BÜTÜNÜNÜ GÖSTEREN BİR KİTAP

Sadece insanı düşünen değil aynı zamanda insanın da içinde olduğu tüm canlıları kuşatacak bir bakış açısına ihtiyaç var. Böylesi bir bakış açısının oluşturulabilmesi için ekoloji, hukuk ve siyasetin kesiştiği bir bütünlüğe ihtiyaç var.
Bu bütünlüğü sağlayacak bir kaynağa ulaşma şansımızda var. Avukat Fevzi Özlüer ve akademisyen Aykut Çoban’ın editörlüğünü yaptığı kitaptan; “Doğa ve Kent Hakları İçin Siyasal Stratejler” kitabından bahsediyorum.   
Ekolojik kazanımların en verimli anayasal örneklerinden siyasal temsil örneklerine uzanan… Eko kırımla sistem arasındaki bağlantıyı kuran… Sınıf, etnik köken, gelişmişlik düzey farklılıklarına göre iklim değişimlerinden farklı etkilendiğimizi somut bir şekilde ortaya koyan… Kısacası resmin bütününü görmemizi sağlayan bu kitabı şiddetle tavsiye ederim.

ÖNCEKİ HABER

İstanbul Modern’de bir ustasız usta: Ömer Lütfi Akad

SONRAKİ HABER

Nerdesin aşkım?

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...