24 Nisan 2016 02:36

Mizah, kendine ulu kişi pozları takınanların pullarını döker

Bazıları önemsemiyor gibi görünse de- hükümetlerin mizah yoluyla eleştiriyi sevdikleri pek söylenemez. Nasrettin Hoca'yı da sevmezlerdi!

Paylaş

Çağrı SARI

Karikatürist Semih Poroy’un yıllardır Cumhuriyet gazetesinin haftalık kitap ekinde yer alan ‘Feklavye’ başlıklı karikatürlerinin yer aldığı kitap Varlık Yayınları’ndan çıktı. Usta çizerin karikatürlerinde edebiyat dünyasına küçük neşeli ‘sataşma’lar bulacaksınız. Poroy bu durumu “ Yazarlarla yayıncıların, okurların, genel olarak tüm edebiyat dünyasının birbiri içine girmiş ilişkileri ilgisiz kalınamayacak çeşitlilikler, hatta kimi zaman mizahi çekişmeler içerir. Bunları çizmeyi deniyorum işte…” diyerek anlatıyor. Poroy ile Türkiye’de ‘bazıları’nın karikatürden duyduğu hoşnutsuzluğun nedenlerinden, mizah üzerindeki baskılara kadar pek çok konu üzerine söyleştik...

Varlık Yayınları’ndan çıkan kitabınız aslında yılların birikimini yansıtıyor. Her bir parçasını Cumhuriyet gazetesinin Kitap ekinde gördük... Feklavye ile başlayalım… Nasıl bir serüvenin sonucunda oluştu Feklavye?..
Doğrusunu söylemek gerekirse, Cumhuriyet’teki günlük bant-karikatür “Harbi”, tüm bant-karikatürler gibi (arada istisnaları olsa da) üç-dört kareden oluşan bir ‘yatay’ biçim içinde sürüp gitmekteydi. Feklavye ile biraz da o tekdüze yataylıktan kurtulmuş gibi oldum. Tabii asıl olarak edebiyatçılarla, yayıncılarla uzun yıllara dayanan tanışıklıklarım bu türden bir çizgi çalışmasına götürdü beni. Yazarlarla yayıncıların, okurların, genel olarak tüm edebiyat dünyasının birbiri içine girmiş ilişkileri ilgisiz kalınamayacak çeşitlilikler, hatta kimi zaman mizahi çekişmeler içerir. Bunları çizmeyi deniyorum işte…

Kapak oldukça çarpıcı… Tek kitap ve onlarca kitap... Editör tercihi de olabilir ama bu karikatürü kapak olarak basmanızdaki neden nedir?
Kapaktaki Feklavye çizimi, yayımlandığı zaman epey ilgi görmüş, internette çok gezinmişti. Nedeni budur; çok bilinen bir çizim olması… Feklavye’deki çalışmalar çoğunlukla 8-10 kareden oluşur. Karşılaşan edebiyatçılar, okurlar bir şeyler konuşurlar, son kare bir espriyle bağlanır. Bazıları ise birkaç karedir. Pek azı da başlı başına bir karikatür gibi tek karelik şeyler oldular. Kitabın kapağındaki çizim de bunlardan… Ve sadece işaret ettiği şeyi değil, daha derinlerdeki, sofistike durumları kurcalıyor gibi geldi bana.

YAPILAN İŞ KENDİNİ ANLATIR

Karikatürlerinizde sanat ve edebiyat dünyasına ‘sataşma’lar var...  Kahkaha atmıyoruz ama hep yüzümde bir gülümseme ile çevirdim sayfaları... Durumu kabaca göze sokmaktan çok, ince göndermeler var bunlarda. Siz kendi karikatürleriniz için ne söylersiniz?
İnsanın, fazlaca ayrıntıya girerek kendi işleri için gereğinden fazla sözler etmesini incelikli bir şey olarak görmem. Yapılan iş kendini anlatır, değil mi… Ama, istemesem de sorularınızla zaten bu konularda beni konuşturuyorsunuz, farkındayım!    
 
Bir söyleşinizde gördüm... Bu kabaca gösterme/göstermeme hâlini İkinci Yeni’cilerin anlaşılma serüveninden örnekle açıklamışsınız...

İkinci Yeni’nin şairleri, hak ettikleri için bugün iyi şiirde baştâcıdırlar. ‘Kapalı’ denen şiirlerini yazarken, söz oyunu yapıyorlar diye eleştirilirlerken ne yaptıklarının tabii ki farkındaydılar. Has kumaşları vardı. Dönemlerindeki baskıcı ortamı, bunalmışlıklarını, ne söylersen söyle duvara toslamış gibi olmalarını sarakaya alıyorlardı belki de. Pek çok alanın kendi özgül tarihi gibi edebiyat tarihi de uzun erimde her şeyi yerli yerine oturtuyor. Günümüzde de, birçok önemli(!) koltuğu ne söylersen söyle ‘yağmur yağıyor’ sanan zâtlar doldurmuş durumdalar. Yazılan yazılar, çizilen karikatürler duvara tosluyorlar, duvarın dibine düşüp yığılıyorlar. Ama sanırım, bu yığıntı, birikmelerle duvar boyuna geldiğinde duvarın hükmü ortadan kalkacaktır.   

Şükrü Erbaş bir yazısında sizin için diyor ki; yalnız kalma pahasına da olsa inandığı değerlerde büyük kararlılık, inanılmaz çeşitlilikte bir çizgi dağarcığı, yalnızca karikatüre göre düzenlenmiş bir hayat…  Neden karikatür sizin için bu kadar önemli?
Eh, iyi şair dostlarınız varsa, sağolsunlar, hak ettiğinizin ötesinde iltifatlar alırsınız onlardan. Bilirsiniz, sevgili Şükrü güzel söz söyleyen adamdır. O yazıdan sonra işim zorlaştı, cümleye yakışmaya çalışıp duruyorum. Yorucu olmadığını söyleyemem. Kayıplarıyla her seferinde çok üzüldüğümüz büyük çizerlerimizden Semih Balcıoğlu şöyle derdi: “Karikatürcü, karikatürcü gibi yaşamalıdır!” Şükrü, andığınız sözünde iyi şair soyutlamacılığıyla ‘bir çizer nasıl olmalıdır’ı tanımlıyor sanıyorum. Semih Balcıoğlu inanılmaz çalışkan, müthiş disiplinli bir çizerdi. Ama kahkahasını, dostlarıyla sohbetlerini, meyhane buluşmalarını da eksik etmezdi. Uğraş alanımızı ulvileştirmeksizin önemsemeliyiz. İşte o zaman o alan üzerinde daha da yoğunlaşmak, yeni denemeler yapmak, oraya yeni enerjiler taşımak mümkün hâle gelir.

OLGUN TOPLUM OLMANIN KOŞULU

Hiciv üzerinden güncel tartışmalar yaşanıyor bugünlerde. Almanya’da Erdoğan hicvedildi, mizahçının  başına gelmeyen kalmadı. Üstelik bunu daha evvel de Türkiyeli karikatüristler üzerinden yaşadık.. Hükümet neden sevmiyor karikatürü?.. Neden bu kadar öfkeli?..
Batı’nın, ona yönelteceğimiz bütün eleştiriler yanında büyük bir düşünce ve ifade özgürlüğü mücadelesi geçmişi var. Batı’nın bundan vazgeçeceğini sanmak, bizim gibi hamhayâl peşindeki toplumların görmek isteyeceği bir garip rüyâdır. Aslına bakarsanız -bazıları önemsemiyor gibi görünse de- hükümetlerin mizah yoluyla eleştiriyi sevdikleri pek söylenemez. Nasrettin Hoca da zamanın koltuk sahiplerince öyle çok sevilir kişi değildir. Hoca’yı halktan insanlar sevmekteydi. Onca yüzyıldır yaşıyor oluşu bundandır. Mizah, kendine ulu kişi pozları takınanların pullarını döker. Bu da onların kendilerini kaybetmelerine, öfke nöbetleri geçirmelerine neden olur. “Urun bre! Alın şunun kellesini!” diye höykürmeye başlarlar. Çok ciddi olduklarını sandıkları bu anlar, aslında yüce devlet adamlarımızın kendilerini en komik duruma düşürdükleri zamanlardır ve bundan bir tek kendilerinin haberi yoktur. 

MİZAH DA HOŞGÖRÜLÜ ORTAMLARDA SERPİLİR

Bu kadar baskının olması mizahı nasıl şekillendiriyor? İnsanların karikatürle ilişkisi nasıl? Karikatüre bir yönelim var mı? Siz geçmiş ile bugünü nasıl karşılaştırıyorsunuz?
Karikatür de mizah da hoşgörülü ortamlarda, sevginin, dayanışmanın, barışçıl yaşam koşullarının sürdüğü toplumlarda serpilir. Böyle toplumlar tabulara yüz vermezler. Onlara ihtiyaç duymazlar. Mizah da karikatür de kendini daha özgür duyumsar. Alanını genişletir. Gülüşme sesleri arasında yol alır. İnsanlar, dolayısıyla toplumlar kendilerini eleştirebildikleri oranda olgun insan, olgun toplum olurlar. Tarihin bize öğrettiği budur. Karikatür bu özgür ortamın en sevimli, en hınzır alanlarından biridir. Bu yüzden insanlar ona sevecenlikle yaklaşırlar. Özellikle mizah dergilerinin okurları arasında çizerliğe heves eden çok sayıda genç olduğunu duyuyorum. Geçmiş ile bugünü karşılaştırmak ne kadar mümkündür, bilemem. Zamanların kendi somut koşulları, özgül etkilenme ortamları vardır. Dolayısıyla algılamalar, kavrayışlar da değişir. Dünyada, bilinçli olarak gülen tek canlı, insandır. Ve bu, aynı zamanda bir tür düşünme biçimidir. Gülmeye ve düşünmeye karşı olanlara inat, gülüp düşünmeyi sürdürelim.

GAZETE ÇİZERLİĞİ EPEYDİR EROZYONA UĞRAMIŞ DURUMDA

Türkiye’de karikatürü hangi noktada görüyorsunuz?
Karikatür iki kanaldan akar; gazete karikatürleri-mizah dergileri karikatürleri… Biliyorsunuz, gazetelerin “patron”larca satın alınmasından sonra oralarda -başta etik davranışlar- pek çok şey darmadağın oldu. En çok itilip kakılma da karikatürün başına geldi. Bir iki çizeri ayrık tutarsak gazete çizerliği epeydir erozyona uğramış durumda. Mizah dergileri bir şeyler yapmaya çalışıyorlar ama, kimileyin Demokles’in kılıcı onlar için de sallanıyor.  

ÖNCEKİ HABER

30. yılında Çernobil’den bize kalan

SONRAKİ HABER

Irkçılardan idam pankartı!

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa