24 Nisan 2016 03:18

Başkentleşmek, Türdeşleşmek, ‘Ulus’laşmak

Devlet geleneğinin köküne kazınan bilgi ise kent yaşamında Ermenilerin, Yahudilerin, Rumların hiç ama hiçbir zaman yer almadığı 'gerçeği' oldu.

Paylaş

Fevzi ÖZLÜER

Sur’un neo Osmanlı bir eksende yeniden inşa edilmesi girişiminin ne anlama geldiğini anlamak için Ankara’nın başkentleşmesi sürecine bakmak gerekir.   Ankara’nın başkent haline gelmesi, bir ulusun yaratılması sürecinin parçasıydı.
Osmanlılar tarafından Birinci Murat zamanında alındığınıda devletsizlerin şehri1 olarak anılan ve ahilerin idaresi altında bulunan Ankara, Ermeni, Rum, Türkmen nüfusunun yoğun olarak yaşadığı kozmopolit bir coğrafyadır. Hacı Bayram’ın avlusunda çok tanrılı Friglerin Kybele’sine, Roma’nın Agustus Tapınağı’na beşiklik etmiş bir medeniyet arenasıdır. Osmanlı toprak sistemi altında tarım ve hayvancılıkla uğraşan, kendi gelenek ve göreneklerini ticarete dayalı yaşam içinde zenginleştiren ve farklılaştıran bu topraklarda; on altıncı-on yedinci yüzyılla birlikte toprak sisteminde bozulmalar2, Avrupa’da üretim sisteminde yaşanan dönüşümler, uluslararası ticaret yollarında yaşanan değişimlerle canlı çehresinde yaralar açılmaya başlamıştır. On dokuzuncu yüzyılda tarımsal üretimde yaşanılan bunalım, ekonomik hayatın yaşadığı dönüşüm, demiryollarının Ankara’ya ulaşması, yeni bir ticaret sınıfının doğmaya başlaması ve kale duvarlarından sıçramaya hazır bir sosyal ve ekonomik grubun doğmaya başlaması ile birlikte oryantalist bakış açısının izleğinde yıkılan bir imparatorluğun küçülen bir ticaret merkezi izlenimi vermekteydi.  

Sağladığı coğrafi olanaklarla birlikte, yeni insan projesinin başkenti olma işlevini de üstlenecek Ankara, on dokuzuncu yüzyılda, Sünni İslam’ın biçimlendirdiği, sosyal hayatta ticaret burjuvazisinin etkin olduğu, Hristiyan nüfusun göreli olarak bölgeden çekildiği ve tehcirle birlikte yoğun göç veren sosyal bir dokuyu barındırıyordu. Büyük depremin izleri, tarımsal hayatta dönüşüm, tehcir, Balkan Savaşı gibi olgular altında Ankara’da ekonomik hayat, giderek demiryolu ağındaki uluslararası ekonomin kaderine bağımlı hale geliyordu. “Kurtuluş savaşı “ yıllarında cumhuriyetin kuruluş sürecine tarihsel tanıklık etmiş Ankara, savaş sonrasında da yeni devletin başkenti olmuştu.

Başkent Ankara, bir yanıyla milli tarihin çizdiği bakış açısı içinden muzaffer bir Türk uygarlığı inşa edecek; diğer yandan da bu uygarlığı inşa edecek ekonomik ve sosyal modelin de laboratuvarı olacaktı. Diğer bir deyişle Ankara’nın imarı ve yeniden üretilmesi aynı zamanda sermaye biriktirmenin aracı olarak Ankara’nın mülk edinilmesi gerekiyordu. Sermaye birikimini sağlayacak biçimde kentin yeniden üretilmesi ve fakat aynı zamanda da milli tarihin uluslaşma çizgisinin yarattığı tüketim alışkanlıkları, değer yargıları içinde de bu üretimin milli tarihi de yeniden üretmesi bekleniyordu.3 İlerleme ve batılılaşma fikrinin mekânını üretmek ve bu mekanın da yeniden Türk kültürünü üreteceğini düşünen bir hattan; Ankara, erken dönemde, kentsel planlama çalışmaları ile tanıştı. Bu planlama faaliyetleri, “mükemmel bir organizma, düzenli işleyen alakasız bir makine olarak görülen Avrupa kenti imgesinden”4 türetilmeye çalışıldı.

Ankara bir yandan Osmanlı’nın başkenti, kozmopolit İstanbul’dan bir kurtuluşun mekanı olma; diğer yandan da bir Paris olma gerilimi altında tutuluyordu.  Avrupa kenti imgesi altında planlama, rasyonel ve nesnel bir makine olarak görülüyordu. Bu makinenin tarihi yeniden icat edecek güçle donatılması tam da millileştirmenin yaşadığı derin kompleksi de aşacak bilgiyi sunacaktı.

Hobsbawm,  uluslar ve onların milliyetleşme çabalarında kendilerini kadim ve zamanaşırı kesintisiz bir uygarlığın timsali olarak biçimlendirdikleri ritüellerin “icat edilmiş gelenekler” olduğunu savunur. İcat edilmiş bir gelenek yaratma sorumluluğu altında olan kurucu kadroların, “mekânsal pratikler yoluyla ulusu nasıl yaratıcı bir hevesle hayal ettikleri” ortadadır.    
Yakup Kadri bu derin yarılma ortamında “Tıpkı Avrupalılar gibi giyiniyoruz, onlar gibi yiyip içiyoruz, onlar gibi düşünüyor, onlar gibi hissediyoruz, onların medeni kanunları dahilinde, onların tabi oldukları hayat şeraiti altında yaşıyoruz, fakat daima her manası ile sefil ve perişan bir Asya’i dekor içinde”5 olmalarından yakınıyordu. Ankara’ya yerleşen bürokratlar ve yeni burjuvazinin tarihi kent merkezi dışında bir yaşam alanı seçmeye yönelik eğilimi artıyordu. İstanbul’un gölgesi altında bürokrasiyle birlikte kente ucuz emek gücü olarak gelen sınıflar ise tarihi kent merkezinde ikamet etmeye başlıyorlardı. Ankara’nın bozkır ortasında asyatik bir mekan olduğuna yönelik baskının da giderek artmasıyla kentin imarı ve planlanması seçkinler ve ticaret burjuvazisi için birincil gündem maddesi haline geliyordu.

Tüm bu İslam – Türk mayada kimi kez İslam’ın oranı arttı kimi kez de Türklüğün... Devlet geleneğinin köküne kazınan bilgi ise kent yaşamında Ermenilerin, Yahudilerin, Rumların hiç ama hiçbir zaman yer almadığı “gerçeği” oldu. Kentsel mekan, şu ya da bu biçimde “ele geçirildiğinde” dönüşümün yönü tam da bu ideolojik zeminde akmaya meyillidir. Kentleri bugün korumayı esas alan tüm planlara baktığınız zaman da türdeşleştirmenin resmini bulursunuz. Sur’u bugün korumayı esas alan planlarda da Sur’u yeniden inşa etmeyi düşünen yenileme girişimlerinde de bu nedenle Ermenilerin, Süryanilerin izlerine bir sürme kadar yer bulamazsınız..  Neo Osmanlıcılık denilen de bu nedenle, Türk-İslam olanı İslam-Türk olarak yeniden yazmaktır. Verili uluslaşma biçimini aşamayan bu koruma rejiminin vardığı yer ise Hacıbayram’da boncuk dizenlerin kırık bir İngilizceyle turistleri halı tezgahına davet etmesidir. Hacettepe Mahallesi’ndeki komşuların mülklerine el koyanların sessizliğinin altında tam da bu vardır.  Sur Ulus’laşırken hangi komşular görmezden gelinecek asıl soru bu?

1  Aydın, Emiroğlu v.d, Küçük Asya’nın Bin Yüzü : Ankara, S.140
2 Bu konuda bakınız, Özer Ergenç, 16. Yüzyıl Ankara’sı: Ekonomik, Sosyal ve Kentsel Özellikleri, s.49-61; Tarih İçinde Ankara içinde, Orda Doğu Teknik Üniversitesi, 1984, Ankara
3 Bu konuda bir tartışma için bakınız Kaygalak, s.47
4 Tanyeli, s.55
5 Yakup Kadir Karaosmanoğlu’nun HakimiyeMilliye’deki 1 Haziran 1929 tarihli yazısından aktaran, Mehmet Adam, Ankara’da Kentsel Yaşam, Mimarlık Dergisi, TMMOB Mimarlar Odası, sayı, 212-213, 1985, Ankara, s.29

ÖNCEKİ HABER

Kazanan, ‘yasal’ hale gelen ‘kanunsuzlardır’

SONRAKİ HABER

Eve dönme zamanı

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...