27 Mart 2016 04:14

İki Dilan'ın hikayesi

Paylaş

Ercüment AKDENİZ

Biri arkeolog adayıydı diğeri restoratör. Taşın ve tarihin etrafında dönen pervanelerin hikayesi yani. İkisi de devrimci her ikisi de Emek Genci idi. Daha önce hiç tanışma şansları olmamıştı. Ankara’da, o kanlı 10 Ekim Katliamı’nda yan yana düştüler. Gözlerini açtığında biri, nefes aldığını fark etti; diğeri ise yüreklere gömüldü…

KUMPAS

Adana’da Dilan Sarıkaya’nın evindeyiz. Bahçe’de, kapıda, salonda ve nihayet Dilan’ın odasında; her yan esmer kızın fotoğraflarıyla dolu. Dilan’ın kardeşi Cengiz, parklardaki ağaçlara asılacak kuş evlerini boyuyor. Seyhan Belediyesinin yaptırdığı “Dilan Sarıkaya Kuş Evleri” bunlar.  

Anne Nesligül Hanım Çukobirlik Fabrikası’ndan bir işçi emeklisi. Bize kızını, kızının üniversitesini ve hayallerini anlatıyor;  
Dilan katledildiğinde Çukurova Üniversitesi Arkeoloji Bölümü 3. sınıf öğrencisiymiş. İlk kadın arkeologlardan Halet Çambel gibi kazılara ömür vermek istiyormuş. Öyle ya Halet Çambel’in Kozan ve Adana çevresinde yaptığı kazılar arkeoloji bölümünü epey sallamış olmalı.

O sıra Nesligül Hanım’dan rica ediyorum; Dilan’ın ders notlarını ve derste kullandığı aletleri getiriyor. Ders notları arasında Halet Çambel’den yaptığı alıntılar hemen dikkatimi çekiyor. Genç arkeologun kullandığı aletler içinde ise en çok “kumpas” gözüme çarpıyor.

Kumpas, nesnelerin boyunu, genişliğini ve derinliğini ölçmeye yarıyor. Daha çok CNC, torna ve pres makinelerinden çıkan parçaları ölçmek için kullanılıyor. Dilan’ın bıraktığı bu sembolik mirastan anlıyoruz ki; kumpas, kazılardan çıkan tarihi parçacıkların hassas ölçümleri için de vazgeçilmez bir alet.
“Kızım ne emekler verdi, ne dirsekler çürüttü yavrum…”
Nesligül Hanım’ın bir iç çekişle döküverdiği bu kelimeler Dilan’ın arkeoloji öğreniminde kat ettiği basamakları anlatıyor. Milimetrik kâğıda birebir çizdiği resimler; çizim yeteneğinden dolayı okula yakın bir eve taşınması ve sabahlamalar, sabahlamalar…

Her arkeolog adayı gibi Dilan da bir an önce kelebek olup uçmak, kazı çalışmalarına katılıp kanat çırpmak istiyormuş. Ama kazı çağrısı bir türlü gelmek bilmemiş! “Dilan o dönemde depresyona girdi” diyor anne Nesligül ve işin vehametini şu sözlerle anlatıyor:

“Kızımın duruşu belliydi. Ama kazı ekibinden biri, Dilan’ı hocasına terörist olarak anlatmış. Kızım bu yüzden kazıya çıkarılmadığını söylerdi. Hocasıyla görüşmesinde kızım EMEP’li olduğunu açık açık söylemiş; hakkındaki terörist lafını da kesinlikle kabul etmemiş. Yurtsever Kürt arkadaşları olduğunu da söylemiş, inkâr etmemiş…”

Nesligül Hanım, kızının sırf düşüncesi ve politik kimliği nedeniyle arkeolojik saha çalışmalarından uzak tutulduğunu belirtiyor. Bu konuda adı geçen akademisyenleri de asla affetmeyeceğini söylüyor.
“…Kumpas, kullanımı tek başına çözemeyeceğiniz bir şeydir. Biri yanınızda olsa bile ustası değilse zor anlarsınız” Genç arkeologların kullandığı alet, sözlüklerde işte böyle tanımlanıyor ve herkesin az çok bildiği üzere; birine “kumpas kurmak” da ince hesap benzetmesinden ileri geliyor.  

Bir akademisyen öğrencisine kumpas kurar mı? Öğrencisinin politik görüşlerinden dolayı ince hesaplar içine girerek onu kazı çalışmalarından alıkoyar mı? Doğrusu insanın buna inanası gelmiyor. Ve burada elbette söz bizden ziyade Dilan’ın hocalarına düşüyor. Hesapsız, açık ve anne Nesligül Hanım’ı yüreğinden yakalama gücüne sahip bir söz… Ve o açıklıkta bir söz gelmedikçe; akademi, kah heykel kıran, kah kalabalıklar arasında kendini patlatan karanlık zihniyetten kendini ayırma gücüne sahip olamayacak.

Peki bir devlet “bir kısım” yuttaşına kumpas kurar mı? 10 Ekim’de Dilan Sarıkaya ile birlikte 100 insanımızı aramızdan alan o vahşi katliam, tüm yönleriyle aydınlanıncaya dek sanırım bu soru baki kalacak...

BİSTÜRİ

“Ankara’da, Sultanahmet’te öldüremediler ama emeğimizle, onurumuzla çalışıp yaşamamıza da izin vermiyorlar...”

Bu sözler bir diğer Dilan’a; 10 Ekim Katliamı’ndan şans eseri kurtulan Dilan Unay’a ait. Dilan, Balıkesir Üniversitesi Mimari Restorasyon Bölümü’nü bitirmiş. Şimdi İstanbul’da yaşıyor. Ankara patlamasından sonra Sultanahmet patlamasından da kıl payı kurtulmuş. O sıralar Topkapı Sarayı’nda çalışıyormuş ve patlama sonrası Sultanahmet’te yaşanan o dehşet manzarasına tanık olmuş. Dehşet üzerine dehşet; travma üzerine travma hali yani onun yaşadıkları...

Bütün bu cehennem anlarından kavrularak çıkmış genç restoratör, kudretini toplayarak yine hayata asılmış.

Günlerden bir gün iş çıkışında işverenin odasına çağrılmış.

“Artık bizimle çalışmıyorsun Dilan! Saraya girişin yasaklandı; emniyetin gönderdiği listede senin de adın var. Üye olduğun yerler,  facebook paylaşımların, her şeye bakmışlar. Ankara patlamasının olduğu mitinge katıldığın da söyleniyor..”

İşe bakar mısınız? Emniyet birimleri, bombalı saldırıların tertipçileri yerine mağdurların peşine düşmüş! Yetmemiş, çoğu hâlâ psikolojik tedavi görmekte olan mağdurları çalıştıkları kurumlardan attıracak “sakıncalı liste”ler hazırlanmış! Bunu biz değil Dilan’a kapıyı gösteren işverenin beyanları söylüyor.  

Oysa ki Dilan yerdeki karıncayı bile incitmekten çekinen bir hassasiyete sahip. Elindeki tek silahı ise bir bistüriden ibaret. Bistüri, restoratörlerin en çok kullandığı alet. Oldukça keskin olan bu alet cerrahi operasyonlarda da kullanılıyor.

“Arkeologlardan, kazılardan çıkanlar bize gelir, biz de onları temizleriz” diyor Dilan ve ekliyor; “Önce bistüri ile temizleriz sonra da işin kimyasal aşaması var..”

Restorasyonda bisturi kullanmak öyle herkesin harcı da değil. Sabır, incelik ve zarları kat be kat ayrıştıracak bir el becerisi olmadan restorasyonda gıdım ilerlemek mümkün değil.

Peki, bütün bu inceliklere sahip genç bir kadını nedir bu kadar korkulur kılan? Düşünmek, farklı düşünmek! Dünyaya emek, barış, demokrasi, eşitlik ve sosyalizm penceresinden bakmanın; bu bakış açısını yaptığı işle yoğurmanın suçu bu.  

İşte Dilan’ın suç dosyası:
1- Topkapı Sarayı’nın restorasyonunda 6,5 ay çalışmak!
Topkapı Sarayı’nda Kara Ağalar (Harem Ağaları) genellikle Habeş kökenlilerden seçilirmiş. Hadımlar arasından seçilen Kara Ağalara Saray’ın ve Harem’in kuralları öğretilirmiş. Harem demek o çağlarda sıkı bir disiplin demekmiş! Kara Ağaların görevi Harem kapılarında nöbet tutmak, giriş çıkışları kontrol etmek, arabalara refakat etmekmiş...
“Restorasyon estetik bir iştir” diyor Dilan ve bakın Topkapı Sarayı’ndaki “suçlarını” bir bir nasıl anlatıyor; “Kara Ağalar koğuşunda duvar çinilerinde çalıştık. Bizim işimiz onları restore etmekti. Onları önce sağlamlaştırma işleminden geçirdik; sökülürken çini üzerindeki sırların dökülmemesi gerekiyordu çünkü. Söküm sırasında çinilerin arkasındaki harcın içinden bir takım büyüler ve seramik kaplar çıktı. Onları saraya teslim ettik. Bu benim için çok heyecan vericiydi. Çinilerin konservasyon yani temizlik aşamasına tam geçmiştik ki beni işten attılar...”
2- İtalyan Casa Garibaldi Opera Binası’nın restorasyonunda 3 ay çalışmak!
Bu tarihi yapı İtalyan İşçi Yardımlaşma Cemiyeti’nin aldığı arsa üzerinde 1885 yılında yapılmış. Ocak 1910’da restore edilen bina, bir asır boyunca el değmeden varlığını korumuş.
“Garibaldi’deki işimiz raspa (bistüri ile kazıma) ve kalem işinden ibaretti” diyor Dilan ve bir asır sonra yaptıkları restorasyonu şu sözlerle anlatıyor; “Eski kalem işlerinin üstleri boyalıdır. Biz onları ince zarlar şeklinde açarak ilk haline ulaşmaya çalıştık. Sonunda ilk kalem işine ulaştık. Bu muazzam bir andı...”
Bu çalışma sırasında binanın bodrum katında 12 ile 13. yüzyıla ait sırlı kaplar, insan kemiği ve kafatası parçaları bulunmuş. Arkeologların yaptığı bu kazı Dilan’ı ayrıca heyecanlandırmış.
3- Haseki Turhan Türbesi restorasyonunda 1,5 yıl çalışmak!
Deli İbrahim tahttan indirilip öldürüldükten sonra, 5. Mehmet 7 yaşında padişah olmuş. Sarayda devletin dizginleri artık Kösem Sultan’ın elindeymiş. Böylece Kösem Sultan’la Turhan Sultan arasındaki çekişme kaçınılmaz hale gelmiş. Kösem Sultan, torunu Mehmet’le gelini Turhan Sultan’ı öldürterek, dizginleri ele almak istemiş. Turhan Sultan bunu haber alınca, ağaları yeniçerilerden önce ayaklandırmış ve Kösem Sultan’ın katline onay vermiş.

Haseki Turhan Türbesi bugün İstanbul Eminönü’de bulunuyor. Dilan burada da çini restorasyonunda çalışmış. Söküm, kimyasal ve mekanik konservasyon ve sonrasında renklendirme işleri... Sökülen çiniler duvara horasan harcıyla yeniden yapıştırılmış. Derz dolgularla çalışma yeni bir aşamaya gelmiş. Eksik desenler tümlenmiş ve en sonunda kalem işi bitirilmiş.

Ve bu zahmetli çalışma tam 2 yıl sürmüş...

BİTİRİRKEN;

Dilan Unay, Dilan Sarıkaya’yı ancak patlamadan günler sonra tanıma şansına sahip oldu. Facebook sayfasında dolaşarak yoldaşının (aynı zamanda taş işçisi meslektaşının) paylaşımlarına, resimlerine baktı; ağladı, ağladı...
İki Dilan’ın hikayesi yüreklerimizde hüzünlü bir sızı bıraktığı kadar mücadele azmimizi de körüklüyor. Çünkü alınteri ve emekleriyle tarihin ışığını bize getirmek için çırpınan bu iki genç bize aynı zamanda şunu söylüyor;
“Tarihin devrimci akışı durdurulamaz!”
Her ikisinin önünde saygıyla eğiliyorum...

ÖNCEKİ HABER

Yası yasaklı hayatlar ya da istenmeyen çocukların ölümü

SONRAKİ HABER

Davutoğlu: Konsolosların davaya gitmesi doğru ve tutarlı değil

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...