05 Mart 2016 11:06

Bahara hazırlık var!

Paylaş

Elif Bengüsu ARIK
Hacettepe Üniversitesi

Clarissa P. Estes, Kurtlarla Koşan Kadınlar’da “bir bahçenin ilkbahara hazır olması için sonbaharda ters yüz edilmesi gerekir” der. Geçen hafta Hacettepe Üniversitesi Kadın Çalışmaları Topluluğu’ndan bir kadın arkadaşım, “O yılın nasıl geçeceği baharın gelişinden belli olur” demişti. Şüphesiz hepimiz için bahar hazırlığında bir o kadar önemli bir yerde duruyor 8 Mart.
Daha geçen hafta öğretmeninin tecavüzüne uğrayan genç bir kadın, Cansel intihar etti. Öğretmeni üç gün sonra ‘intihar edeceğini düşünmüyordum’ diye açıklama yaptı. Şiddet haberlerinin medyaya yansıyışı oldukça sansasyonel. Sosyal medyada, çoğu zaman bir şiddet eylemine maruz kalan kadının verdiği poz, daha önceleri yaptığı bir paylaşım, alkol alımı, cinsel aktivitesi ve medeni durumuna dair alakasız yorumlar içeren paylaşımlar türüyor. Geçen on yılda şiddeti romantik aşkın en doğal parçasıymış gibi gösteren; kadınları aşağılayan diziler, internet resimleri, capsler, şarkılar furyası başladı.
VİTES KOLU DA PEMBE İSE...
Sivaslı bir abinin Özgecan Aslan’ın öldürülüşünün yıldönümünde belediyeye başvurmasıyla sabah 08.00 - 20.00 arası işletilecek, direksiyonundan vites koluna kadar pembe olan bir taksimiz de mevcut artık. Es keza ‘akşam karanlığı basmadan’ evde ol(a)mamış bir kadının Sivas’ta uğradığı taciz kafalarda kim bilir hangi soru işaretlerini doğuracak.
SİNEMADA KADIN MÜCADELELERİ
Özellikle 2010’dan itibaren günden güne artan kadın ölümleri ve cinsel saldırılar Özgecan Aslan cinayeti üzerinden kadın cinayetlerinin ana akım medyaya da taşınmış olması, sosyal medya üzerinde popüler kültürleşen feminizm, kadın hareketi cephesinde büyük bir güç biriktirdi. Mahkemelerde kadın cinayetleri ve kadına şiddet davaları için dayanışmalar örgütlendi, medyanın ve bürokrasinin sıkıştırılması üzerinden hukuki yaptırımlar elde edildi. Kampüslerde her geçen gün kadınlar çözüm yolu arayışına gireceği topluluklar kurdu. Yükselen kadın hareketinin somut örnekleri olarak sinema dünyasına büyük ses getiren ve kadın sinemaseverler tarafından sahiplenen Suffragette (Diren) ve Mustang gibi filmler çekilmeye başlandı.
FİLMLERDE KONU DIŞI KALANLAR
Ancak ne bize ayrıcalıklı kadınların oy hakkı mücadelesine katılan yoksul bir işçi kadının hikâyesini anlatan Suffragette’de ne de özgürleşme filmi olarak sunulan ancak muhafazakarlık karşıtlığını, son derece yüzeysel bir taşra-kent, cahil-eğitimli, bağnaz-modern ikiliği üzerine kuran Mustang’deki çelişik durum kadın mücadelesi bağlamında konu-dışı bırakıldı. Bahsetmeye çalıştığım gerçeklik şu ki kadın mücadelesine artan yoğun ilgi, esas itibariyle mücadeleye ket vuracak unsurları da kendi bünyesinde barındırmaya başladı. Ne var ki her hafta onlarcamızın öldürüldüğü, kadın arkadaşların birbirine şişelenmiş biber gazı ve sustalı çakılar hediye ettiği bu konjonktürde dertlerimizin kıyısına köşesine temas eden her telden söylemi bağrımıza basmamız da anlaşılır bu ölçüde.
Ancak şimdi süfrajet hareketini tüm dünyanın bilmesi bir şeyi değiştirmiyor. Önemli olan bunun gerçek yaşamlarımızda, gerçek kökleri olan tutumlarda neye tekabül ettiği. Cinsiyetçilik birçok biçimde karşımıza.
İHTİYACIMIZ VAR...
Dolayısıyla kadınların okul topluluklarında toplumsal cinsiyet okuma grupları kurması, tacizcilerin teşhiri, internette #sendeanlat hashtagi oluşturması önemli. Ama bir yandan da “ölümden değil barıştan yanayız” diyerek barış için 1000 kadının Diyarbakır’a gidişini sahiplenmesine, iş yerinde, fabrikada, ofiste uğranan tacize ses çıkarmasına, sığınma talep ettiği için takip edilip dövülen mahalleli kadınla ve nitekim görünmeyen emek sorunu için dayanışmasına ihtiyacımız var. Kadınlara yönelik bütçe kesintilerini, yargı indirimlerini protesto eden,  hükümetin cinsiyetçiliğiyle mücadele eden kadınlara ihtiyacımız var. Özellikle de bir yandan kadınlara karşı şiddete dair bilinç artarken diğer yandan devlet destekli muhafazakarlığın yükselişte olduğu şu dönemlerde.
2016’NIN GÜZEL GÜNLERİNİ HAZIRLAYALIM!
Tüm cinayetlere ve eşitsizliklere karşı kazanımlar güç talep etmenin önemli bir yolu ve bence kozmetik ‘sterilliğinden’, evde olacağı saate, ideal bedenden, okuyacağı bölüme, giyeceği dekolteye kadar kısıtlanan kadınlar güç ve eşitlik talep etmek zorunda. Halihazırda var olan yapısal eşitsizliklere her koldan dahil olmadan ve söz söylemeden bunu elde edemeyiz.
Ekim, saldırılara olduğu kadar devrimlere de gebeyse tüm bu koşullarda mahallelerden, kampüslerden, sokaklardan, el ele omuz omuza örgütlenen 8 Mart hepimiz için bereketli bir ‘baharın’ gelişine işaret. Kadınlar bu gerekliliğin farkında ve her geçen gün hayatına dokunan bir sorunu çözme arayışında gösterdiği gibi artık bunu dile getirmekten çekinmiyorlar. Bu yüzden 2016 için baharı getirecek olan emekçi kadınlar ve 8 Mart olacak.


EKMEK VE GÜL ATÖLYESİ DİCLE ÜNİVERSİTESİ’NDE

Gizem İNCE
Dicle Üniversitesi

Bölgede süren savaşın 7’den 70’e herkesi olumsuz etkilediği bildiğimiz bir gerçek. Abluka altındakiler ekmeksiz, susuz aylar geçirdi. Ablukanın sınırları dışında kalanlar da bomba ve top sesleri altında, şehrin her köşesine konumlanmış polis araçlarının gölgesinde sürdürüyor yaşamını. Savaşın bütün bu olumsuz etkilerini ve çok daha fazlasını özgür basından, sosyal medyadan hepimiz yakından izledik. Ancak biz kadınlar olarak savaştan daha fazla etkilendiğimize dikkat çekmeden geçmeyelim.  Öldürülen kadınların çıplak şekilde teşhir edildiği ve bunun üzerinden tüm kadınları korkutmak üzere mesajlar verildiği günlerden geçiyoruz. Diğer yandan ablukanın kalktığı mahallelere girdiğimizde gördüğümüz duvar yazıları da tüm bu kirli savaşın kadın bedeni üzerinden şekillendiğini açıkça gözler önüne seriyor.  Savaşla beraber iyiden iyiye yayılan milliyetçi dalganın etkisiyle sosyal medyaya baktığımızda bile karşımıza çıkan şey, kişilerin egemenlik göstergesi olarak kadın bedenini kullanması.
DÜNYA KADINLARININ ORTAK HAYATI
Tüm dünya kadınlarının kaderinin ortaklaştığı şiddet, taciz, sömürü ve bunun yanında Diyarbakırlı kadınların savaş mağduriyeti artık kolları kavuşturup oturmaktan başka bir şeyler de yapmalıyız fikrini tartıştırdı Dicle Üniversiteli kadınlara…  Muradımızı alıp yola koyulduk ve üniversitemizden genç kadınlarla bir araya gelip Ekmek ve Gül kadın çalışmaları atölyemizi tartıştık. Üniversitelerdeki gericilikten tutalım da memleketin ahvaline kadar tartışıp yol haritamızı çizdik ve üniversitemizde eşitlik ve barış mücadelesine genç kadınlar olarak ses olmaya karar kıldık.
KIZKARDEŞLERİMİZİ DE MÜCADELEYE KAZANMALIYIZ
Atölyeye katılan arkadaşlarımızdan eğitim fakültesinden Cihan’a neden bu gruba katılma ihtiyacı hissettiğini sorduğumuzda kadın olmayı ve buna bağlı sorunları tartışan bir grup olduğu için burada olmayı seçtiğini söyledi. Aslında kadınlar genel olarak süregelen savaştan endişeli de. ‘Bu endişeyi şöyle anlatmak isterim ki dışarı çıkan bir arkadaşımız acaba geri dönebilecek mi diye tereddüt içindeyiz. Bunun dışında birçoğumuzun ailesi tehlike altında, tekrar belirtmeliyim ki bu koşullar altında hiç birimiz kayıtsız kalamayız.’ Veterinerlik 2. Sınıf öğrencisi başka bir kız kardeşimize sorduğumuzda da bir şeyleri değiştirmeye kendimizi değiştirerek başlayabileceğimizi ve Ekmek ve Gül atölyesini kendini eğitmenin bir aracı olarak gördüğünü ifade ediyor ve ekliyor; ‘bu sayede diğer kadınları da mücadeleye kazanabiliriz.’ Başka bir arkadaşımız ise ‘Biz kadınlar olarak daha cesur olmalıyız. Bir şeyler yapabilmek için karşı cinse bağlı kalmadan ama mücadelede de beraber olarak, dünyaya beraber dokunarak ilerleyebiliriz.’ Diye anlatıyor düşündüklerini.
Tüm bu tartışmadan vardığımız sonuç ise savaşa, eşitsizliğe ve sömürüye karşı tüm kadınlarda biriken mücadele arzusunu da arkamıza alarak, söylediğimiz sözü her yerde tartışmamız gerektiği. Bunu yaparsak barışın ve eşitliğin inşasında umut olabileceğimizdir vardığımız sonuç.


SİZİN DE YURDUNUZA BOMBA SESLERİ GELİYOR MU?

İlk önce kendimi kısaca tanıtayım; adım Şenay, Siirtliyim. Diyarbakır’a isteyerek, severek geldim. Felsefe 1. sınıf öğrencisiyim. Yaklaşık 3 aydır devam eden bir savaşın içindeyiz. Sur’a yakın bir yerde devlet yurdunda kalıyorum. Yurdumuza ve yandaki yurda birçok kez kurşun isabet etti. Kaç kişinin bu durumdan haberi var, kaç kişi yurtlarda kalan öğrenciler için önlem almaya çalıştı bilmiyorum. Neden ölümü bize layık gördüklerini sorguluyorum. Can güvenliğimizi de sorguluyorum ama ne fayda! Kime dert yanacağımızı, kimden yardım isteyeceğimizi bilmiyorum. Her gün her gece bomba sesleriyle hayatımıza devam ediyoruz ve ne yazık ki artık gelen seslere dönüp bakmıyoruz bile. Çünkü alıştık. Sürekli devam eden silah sesleri. Öbür yandan iyi ki ölüyorlar hepsi ölsün diyenler... Bunun karşısında hiçbir şey yapamıyor oluşumuz… İnanın nerden nasıl anlatılır bilemiyorum. Psikolojim öyle bozuldu ki... Umudum var mı yok mu onu bile bilmiyorum. Ama tek dileğim en kısa zamanda ölümlerin bitmesi, savaşın son bulması. Umarım artık huzurlu yarınlara uyanırız ve umarım artık kardeşlik duygusunu ülkece tadıp yaşayabiliriz. Umutla kalın.


CANSEL'İN ARDINDAN

Sevil ERUCU
Kayseri

Yine bir kız kardeşimiz daha cinayete kurban gitti. Cinayet diyorum çünkü benim, hatta belki birçoğumuzun intihar demeye dili varmıyor. 17 yaşındaki Cansel ve matematik öğretmeniyle yaşadıklarının ardından kafasına sıktığı tek kurşun…
Kafasına kendi sıktığı için sahiden ölümünden kendisi mi sorumludur? Sorumluları şöyle bir düşündüğümüzde Cansel’den önce birçok şey sıralayabiliriz. Başta bu zamana kadar okullarda yaşanılan her türlü cinsel istismar olayında kadın yerine karşı tarafı kollayan tavır, olayı bir an önce hasır altı etmeye çalışan politikalar geliyor.
Cansel’in ölümünde okul idaresinin sorumsuzluğu, rehberlik servisinin kayıtsızlığı ve öğretmenin öğretmen olduğunu unutarak karşısındakinin kendinden kaç yaş küçük bir kız olduğuyla ilgilenmemesi üzerine, aslında tabancaya kurşun el birliğiyle doldurulmuş oluyor. Ölüme sebebiyet veren şeyin kurşundan ziyade öğretmenin tutumu ve okuldaki ihmaller zinciri olduğu ise aşikar.
BATAKLIK KURUMALI
Ancak bunca şey sıralanıyor olmasına rağmen hiç gocunulmadan suçlu diye ilk olarak kadın gösteriliyor. Öğretmenin öğrencisine karşılık vermesine eleştiri getirilmeden “35 yaşında biriyle bir ilişki kuruyorsanız olayın buralara geleceğini biliyor olmanız gerek.” deniyor.
“İlişkisi varsa böyle olur” gibi yorumlar aslında Cansel’i intihara sürükleyen diğer bütün faktörlerle aynı kirliliği taşır. Burada mücadele etmemiz gereken ise tam da bu kirli yaklaşımlardır. Olay faillerini idam etmek veya hadım etmek bataklıktaki sinekleri avlamakla eş değerdir. Oysa yapılması gereken bataklığın kurutulmasıdır.
ÇOK ŞEYİ DEĞİŞTİREBİLİRİZ!
“Neyi değiştirebiliriz ki?” diye sorduğumuzda söyleyecek sözümüzün, değiştirecek gücümüzün var olduğunu fark edememiş oluyoruz aslında. Cansel’in yaşadıklarına kadar da okullarda yaşanılan birçok cinsel istismarda olaylar kapatılmaya çalışıldı. İşte değiştirmemiz gereken şeyler burada başlıyor. Bizler var olduğumuz her alanda, lisede, üniversitede, diğer çalışma alanlarında ve hatta sokakta dahi kadın olmamızdan kaynaklı sorunlar yaşıyorsak, sırf kadın olduğumuz için ikinci plana atılmanın, her türlü tacizin, tecavüzün hayatlarımızda ne gibi izler bırakabileceğini en iyi yine bizler biliyorsak birçok şeyi de değiştirebiliriz. Özgecan için, Cansel için hak arıyorsak kendi yaşadığımız olaylarda da hak arama mücadelesi göstermeliyiz. Yoksa her gün bir yeni ÖzgeCanSel’imizi aramızdan uğurlayacağız.

ÖNCEKİ HABER

Nasıl bir turnike isterdiniz?

SONRAKİ HABER

Hatay'daki Cilvegözü Sınır Kapısı kapatıldı

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa