21 Şubat 2016 04:45

Kardeşinizi nasıl alırdınız?

Geçen gece 12’yi geçiyordu saat ve otobüsün içerisinde eve doğru ilerliyordum, e-mail kutuma bildirim düştüğünde. Gözlerimden akan yaşı tutamadım. Mektuplaştığımız bu Kürt çocuğu ben gibi değildi ve vefalıydı. Unutmamıştı soyadımı.

Paylaş

Tunca ÖĞRETEN

2004 yılıydı. Düşünün, Facebook’un bile henüz yeni kurulduğu bir dönemden bahsediyorum. Fotoğraf sanatçısı Cengiz Tunay, o günlerde Türkiye’ye birkaç beden büyük gelen -ki bence bugünün şartlarında bile öyle- bir internet projesine imza atmıştı.
Kurduğu vvvvvv.kardesinisec.com” adlı siteyle, özellikle ülkenin doğu ve güneydoğusundaki köylerde zor, gerçekten çok zor şartlarda eğitim görmeye çalışan küçük ilkokul öğrencileriyle, Batı’da, onlara abi ve ablalık yapacak insanları bir araya getirmeyi başarmıştı.
Süreç nasıl işlemişti, yüzlerce okul, binlerce öğrenci o sisteme nasıl dahil edilmişti hâlâ aklım ermiyor ama Tunay, sitesinde, seçeceğiniz bir şehrin herhangi bir ilçesindeki okulun öğretmenine ait telefon ve adresi, bir abi ya da ablaya ihtiyaç duyan öğrencilerin isim ve yaş bilgilerini bir şekilde kaydetmeyi başarmıştı.
İşte ben de o site aracılığıyla kendime bir kardeş bulmaya karar vermiştim ve henüz 23 yaşındaydım. Parmaklarım önce Mardin şehrini, sonra da Kızıltepe ilçesini seçti. Bu seçimde, o günün şartlarında neyi referans aldığımı inanın hatırlamıyorum. Kızıltepe İlkokulunda görev yapan öğretmenlerden birinin adı gözüme ilişmiş ve bir saniye bile düşünmeden telefonu kaldırıp aramıştım.
Bir köy öğretmeninin verdiği bilgilerle haberdar oldum Şeyhmus’tan: “Beşinci sınıf öğrencisi. Yaşıtlarına göre çok zayıf, belli ki pek iyi gelişememiş. Babası bir briket imalathanesinde çalışıyor. Küçük bir evde dokuz kişi yaşıyorlar. İsterseniz size onun adresini vereyim, hemen mektuplaşmaya başlayın...”
Telefon görüşmesinden hemen sonra kalem ve kağıdına sarıldım. Neler yazdığımı şimdi anımsamıyorum ancak kendimden bahsetmiş olmalıyım... Aynı gün yazdığım mektubu, zarfın içine iliştirdiğim vesikalık fotoğrafımla Şeymus’a yolladım.
Günler sonra, adını zarfın üzerinde gördüğüm bir mektup aldım Şeyhmus’tan. Vesikalığıma karşılık gelen bir de fotoğraf vardı. Zayıf, sanki ilkokula yeni başlamış bir çocuk çıkıvermişti zarfın içinden. Titizlikle katlanmış dosya kağıdını açtığımdaysa tıpkı fotoğraftaki çocuk gibi incecik, biraz sesli okusam kırılacakmış hissi veren harflerle yazılmış o ilk cümleyi gördüm: “Merhaba Tunca ağabey. Ben Şeyhmus. Beni seçtiğin için teşekkür ederim...”
İşte böyle başlamıştı kilometrelerce uzaktaki kardeşimle mektuplaşmalarımız. Bu karşılıklı yazışmalar ne kadar sürdü, inanın hatırımda yok. “Hayat şartları” da desem; vefasızlığıma bir bahane bulamıyorum şimdi. Yalan yok, yıllar sonra soyadını unuttuğum o kardeşimi Google’ladığım da oldu. Ama dedim ya; soyadını unutmuştum ve teknoloji, verdiğim bilgiler dahilinde bana yardımcı olamıyordu.
Geçen gece 12’yi geçiyordu saat ve otobüsün içerisinde eve doğru ilerliyordum, e-mail kutuma bildirim düştüğünde. Noktasına dokunmadan aldığım mesajı buraya yapıştırıyorum:
“Hocam merhaba. Ben küçükken ‘kardeş ol’ kampanyasıyla (ismi tam olarak hafızamda değil, böyle bir şeydi ama sanırım) Tunca Öğreten isimli bir abiyle mektuplaşmıştım. Kendisi bana kırtasiye malzemesi de göndermişti. Mardin Kızıltepe’de ilköğretimde okuyordum. Sonra bağlantımız koptu. Şimdi Marmara Üniversitesi’nde tıp okuyorum. Diken’de bi haber görünce sizin isminizle soramadan edemedim. Acaba o abi siz misiniz diye? Saygılar, sevgiler... Şeyhmus G.”
Gözlerimden akan yaşı tutamadım. Bu Kürt çocuğu ben gibi değildi ve vefalıydı. Unutmamıştı soyadımı.
Bir gün sonra buluştuk Şeyhmus ile... Yıllardır birbirinden uzak kalmış abi-kardeş gibi sarıldık.
Zihnimde canlandırdığım gibiydi aynen... 19 yaşında, narin, zayıf, çelimsiz... Yüzünde tüm dünyanın umutlarını taşıyan sıcacık gülümsemesi.
Kim bilir en son ne zaman, Vefa’nın bir semt adı olmadığını gerçekten bana biri böylesine güçlü bir şekilde hatırlatmıştı...
Kürt genci Şeyhmus da halkı gibiydi. Ona sıkı sıkı sarıldığım andan, kahvelerimizi yudumlamak üzere masaya oturduğumuz ana dek, aylardır onun coğrafyasında yaşananlar geçti zihnimden film şeridi gibi.
Şeyhmus da halkı gibiydi. Hani şu üstüne basıp, toprağın altına gömmeye çalıştıkça ‘hendeğinden’ kafasını daha da yükseğe kaldırarak isyan eden ya da bir tebessüme, birazcık dostluğa evindeki yoksulluğunu dahi son kırıntısına kadar paylaşan halkı gibi...  
Uzun uzun konuştuk. Anlatacak çok şey vardı. Çok yakın ama o kadar da bihaberdik birbirimizden.
Uzmanlık olarak beyin cerrahisi seçeceğini anlattı bana. “İstanbul’da mı yaşayacaksın” diye sordum; “Bilmiyorum ki abi. Kızıltepe’de doktor eksiği çok. Orada yaşarım herhalde” dedi.
Müzikle ilgileniyormuş, edebiyata meraklıymış. Bateri çalmayı öğrenmiş kendi kendine. “Pink Floyd, en sevdiğim grup” dedi, “Benim de” dedim. “Roger Waters mı yoksa David Gilmour mı” diye sordu, “Waters tabii ki” diye cevap verdim. Karşılıklı güldük... “Bence de... Onda sonra büyüsü bozuldu grubun zaten” dedi peşi sıra.
“Hayy Bin Yakzan’ okuyorum bu ara” dedi, “Amak-ı Hayal’ iyi gider arkasına” dedim hemen...
“Sen nereliydin abi” diye sordu, “Arnavut’um” diye cevapladım.
Milliyetlerde kamplaştığımız sırada; bu detayı hiç bilmeden hatırlamış beni...
Belli ki Şeyhmus da halkı gibi... Hani şu üstüne basıp, toprağın altına gömmeye çalıştıkça ‘hendeğinden’ kafasını daha da yükseğe kaldırarak isyan eden ya da bir tebessüme, birazcık dostluğa evindeki yoksulluğunu dahi son kırıntısına kadar paylaşan halkı gibi...

ÖNCEKİ HABER

Sanat ve umut: Oskar Kokoschka

SONRAKİ HABER

Ölüm üzerine kısa bir yazı, uzun bir taziye

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...