14 Şubat 2016 04:59

Bir deneysellik hikâyesi: Na-Mükemmel

Paylaş

Faruk AYYILDIZ

Zazaca/Kurmancî müziğin önemli isimlerinden birisi Ahmet Aslan. “Wa û Waxt /Rüzgar ve Zaman” (2003), “Veyvê Mılaketu /Melek’lerin Dansı” (2008) adlı albümlerinin ardından üçüncü albümü “Na-Mükemmel” kısa süre önce dinleyici ile buluştu. Ait olduğu coğrafyanın geleneğini sürdüren Aslan’ın son albümünde Nazım Hikmet, Cemal Süreya gibi önemli şairlerin de etkilerini görebilmek mümkün. Röportaj için buluştuğumuz Aslan, “deneysel bir çalışma” olarak yorumladığını albümünü anlattı...

Son albümün üzerinden uzun zaman geçmişti, yeni bir albüm geldi. Yeni albümle ve aradaki uzun zamanla başlayabiliriz...
Son albümün üzerinden 8 yıl geçmişti. Normal beklenilen iki yılda bir albüm çıkarılması. Teknolojik aletlerin de garantisi 2 yıl. Hayatın her alanına 2 yıllık süre giriyor. Sağ olsun Kalan prodüksiyonun benimle öyle bir durumu olmadı. Beni 2 yıla sığdırmadılar, ben de kendime 2 yıllık ayarlar vermedim. Genel olarak kabul gören 2 yılda bir ürün çıkarma algısı kimisi için doğru, kimisi için yanlıştır. Tabii bunun için doğru ya da yanlış tanımlaması yapmak da doğru olmayabilir. Kısacası, ben kendimi buraya hapsetmek istemedim, bu algıyı benimsemedim. Sanat, babadan oğula geçen halifelik değil çünkü. Siz “Albüm yaparsınız, ondan sonra her iki yılda bir yeni albüm yapmanız gerekir” diye bir kaide yoktur, fakat sermaye dünyası her şeyi yıllara endekslemiş durumda. Bir şey çıkmıyorsa zorlamanın da bir anlamı yok, ne yapayım? Dolayısıyla da ikinci albüm 2007 civarında çıktı. Tabi bu noktada bir sürü dinleyici de senin önüne bu soruyu koyuyor. Her dinleyici aynı soruyu soruyor: “Albüm ne zaman çıkacak?” Bu prodüksiyon sorusudur ama dinleyici de soruyor. Prodüksiyonu anlarım, o bunu pazarlar fakat dinleyici de bu kadar çok sorunca "ne hâle düştük" diye düşünüyorsun. 

Dinleyicilerin ‘albüm’ sorusu, size olan hayranlıklarından olabilir mi?
Mümkündür tabii ki fakat aynı sound ile iş çıkarırsanız, ha 100 tane, ha 1 tane şarkı söylemişsinizdir, fazla bir anlamı yok. Bir değişim, onu farklı işleme anlayışınız olmuyorsa bir yılda otur 10 tane okuyacağına 100 tane oku, her 2 yılda bir 10 tane parça üret. 

O farklılığı, değişimi yakalayamayınca kalite mi düşüyor?
Yaptığınız iş rutin kalır. O an için 100 şarkı çalışırsınız ama tansiyonu aynıdır. Halk müziğinde müzikal forumlar("formlar" olabilir mi?) birbirlerine çok yakın olduğu için bununla oynama imkânın, deneme hakkın çok zayıf kalıyor. Dolayısıyla da belirli bir zamanın araya girmesi lazım. Çünkü o süre içerisinde deneysel motiflere ulaşıyorsun. Biraz klasik bir eğitimim ve bilgim var. Bilirsiniz çeşitli klasik dönemler var, bu dönemlerin motifleri çok farklıdır. İşte bizdeki birikimi de, bir yerden bir yere taşımak için müziğe ve kendine zaman ayırman gerekiyor. 

‘TARZ DEĞİL DENEYSEL DİYORUM’

Na-Mükemmel’i ilk iki albümle kıyaslarsanız, nasıl değişiklikler var...
İlla ki farklılıkları vardır. Şuna benziyor: 10 yıl önce bir fotoğraf çekiliyorsunuz, 10 yıl sonra başka bir fotoğraf daha çekiliyorsunuz. Kimi insanlarda çok büyük değişiklik vardır, kimi insanlarda da fiziksel olarak fazla bir değişim olmamıştır. Belki sosyolojik olarak değişime uğramıştır ama fiziksel olarak aynı durabilir. Bu albümlerde de illa ki farklılıklar vardır. 2008 senesinde Rotterdam’da bulunan Dünya Müzik Akademisi’nde okumaya başladım. O akademiye başlamak da bir deneysellikti benim açımdan. Daha önce ki okullar kasmış beni, 2 yılda bırakıp gitmiştim. Orası biraz daha farklıydı, dünya müziği olduğu için daha iyi hocalarla çalıştım. Flamenko gitar ve bağlamaya orada tekrar farklı bir açıyla baktım. Değişik formlar nasıl denenebiliri tartışıyorduk, buralardan kendimi ilerletmeye çaba gösterdim. Diğer yandan telli çalgıların arasındaki teknik farklılıklar, çalım teknikleri nelerdir bunlarla ilgilendim. Bunlar hafızanızda şekil oluşturur, onu da kendi bestelerinizde illa ki çalarsınız. Bu arada geleneksel saz da çalıyorum, fakat bazen sesler yeni gövde ister. Böylesi bir ihtiyaçla yeni bir formu denedim. Teknesi gitar, sap kısmı bağlama formuna benzeyen enstrümanın argümanlarını kurguladım. Deneysel dediğim bu. Hocalarım bazen diyordu; “Enerjini harcama, deneysel çalışmalar tabii ki güzeldir ama hayal kırıklığı yaşayabilirsin. Bu duruma hazırlıklı ol" dediler. Şu an bütünsel bir sonuç aldım diyemiyorum, hâlâ deniyorum. Bir sürü insan “müzik stili” kavramını kullanıyor. Ben artık tarz diye de bakmıyorum. Sordukları zaman, deneysel diyorum. Deneysel sürekli kapını açık bırakıyor, sabit kullandığınız sözler de sizi boğmuyor. 

Enstrümanlara konu gelmişken, yeni bir enstrüman da kullanıyorsunuz... Diğerlerine göre zorlukları oldu mu?
Kendi bestelerinizde o enstrümanı kabul ettirebiliyorsunuz ama benim kaygım "böyle bir enstrüman halk müziğinde kendisini ifade edebiliyor mu?" şeklindeydi. Bunun üzerinde çok durdum. Son albümde de tabii ki besteler, halk müziği olan eserler de vardır ama halk müziği böyle bir enstrümanı kabul edebiliyor mu diye düşündüm. Dinleyiciyle bu formu buluşturmak istedim. Deniyoruz; olumlu sonuçlar çıkıyor, teknik problemler çıkıyor, eleştiriler alıyoruz. Bunlara dokundukça tanıyabiliyorsunuz, anlayabiliyorsunuz.

‘SÖZ KÜLTÜRÜNDÜR’

Albüme gelen tepkiler nasıl...
Tepkileri cümle olarak beklememek lazım. Halk müziğinin öyle bir özelliği var. Bu Veysel’de de aynıdır. 80’lerde Veysel dinleniyordu, 90’larda başka stil-tarz’lar çıktı, özgün müzik çıktı ama onlar her dönem kendilerini hatırlatıyorlar. Tepki de öyle bir şey. Dinleyici belki başlangıçta yabancılık çekiyor. Fakat konser ilerledikçe sesler ve tınılar onlara hiç de uzak gelmiyor. İşte bunu kabul ediyorsa, dinliyorsa, tepkiyi oradan beklemek lazım. Dinleyiciden iyi sözler geliyor ama kültürün kendisi o albümü kabul ediyorsa, son söz kültüründür. 

Na-Mükemmel albümünü kilise ya da mağarada kaydetme fikrinizin olduğunu da biliyoruz. Olmadı o iş sanırım... 
Koşulların ona uygun olması lazım. Fikir olarak ortaya attık. Kilise, bizim Kemal Dinç’in sürekli çalıştığı bir yerdir, fakat bizim merakımız bir dağ mağarasında da denemekti. Bizim hafızamızda dolaşan seslerle belki oralarda buluşacağız. Cümleyi kurarsın ama iş pratiğe geçtiği zaman durum değişiyor. Orada kayıt yapabilmek için elektrik enerjisi lazım, mağduriyet bölgesinde onu yapamıyorsun. Jeneratör koysan o kayda giriyor, dolayısıyla onun başka bir yolunu bulabilirsek denemeye değer. Deneysel şeyler heyecan kazandırıyor insanın yaşamına. 

‘ENSTRÜMANLAR FARKLI YOL GÖSTERİYOR’

Albümde Nazım Hikmet ve Cemal Süreya’yı da görüyoruz... 
Bu durum Veysel’de de, İsmail İpek’te de aynıdır. 80’lerden bu yana beslendiğimiz kaynaklar. Veysel’i, Muharrem Ertaş’ı, başka bölgeleri de katabiliriz. Minnet Eylemem de öyleydi. 20 yıldır söyleniyordu fakat onu biraz daha içselleştirdiğin zaman farklı bir şekilde ortaya çıkabiliyor. Benden önce bir sürü insan söylüyordu. Belki de geleneksel sazlarla çalındığı için kendisini ortaya koyamıyordu. Biz de denedik ve baktık ki farklı bir şey çıktı. Demek istediğim; yoğrulduğumuz enstrümanlar bize farklı bir yol gösteriyor. 

Peki, albümde Zazaca’nın az kullanıldığı yorumlarına katılıyor musunuz?
Bu son albüm değil ama. Bunu böyle kurguladık. Gerçi, benim Zazacamdan da bir şey anlaşılmıyor. Dili konuşanlardan da bunu duyuyorum hep, anlamadıklarını dile getiriyorlar. Daha anlaşılır olmasını tercih ediyorlar. Tabii ki bunu istemek haklarıdır ama aksan farklılıkları da var. Kırmanckî ya da Zazakî diye tabir edilen dilde her bölge başka bir kavramla sıfatlandırıyor. Dolayısıyla bu sadece Dersim’e özgü lokal bir durum değil. Dersim’de bölge bölge birbirinden farklılaşma var; hâlâ da doğu-batı Dersim arası Zazaca konuştuğun zaman bazı kavramlar birbirlerine tanıdık değiller. Dolayısıyla benimkinin de anlaşılmaması çok normal. Koca bir dil var ortada, ben kendi bulunduğum lokal bölgeyle beslenmişim ama benim doğrum başka bir bölgeye gittiği zaman doğruluğunu yitiriyor. Öncesinde de söyledim, "Doğru yanlış kavramı neye göredir?" Hakikaten, bu da büyük bir soru. O yüzden anlaşılmamasını normal karşılıyorum. Türkçe’ye gelecek olursak ona da aynı bakıyorum. Muharrem Ertaş, Avşar ellerinde şiire uymayan bazı kavramlar kullanıyor, müziğin kendi ritmi içerisinde değişkenliği duyabiliyorsun. Ya da Türkçe dili de neye göre doğru? İstanbul mu baz alınıyor? Yöresel bölgelerde o kadar cümleler var ki, hiçbir şey anlayamadığın durumlar oluyor. Gelinen noktada da; Türkçemden de bir şey anlaşılmıyor. Bu da normal. Birçok insan söylüyor, “Türkçeni de anlamıyoruz, anadilinde söylediklerin de anlaşılmıyor” diye. Peki, konserime gelen Fransız da hiçbir şey anlamıyor, bu ne olacak? Bu Türkiye’ye has bir durum. Ya da Ortadoğu’ya... Kültür meselesi. Bu şarkıları Almanlara da söylüyoruz anlamıyor ama dinliyorlar. İronik bir durum belki ama Türkiye’dekiler illa anlamak istiyor. Tamam, bu benden bir talep olabilir ama mesela Hint müziğini anlayabiliyor musunuz? Hayır. Ben de diyorum zaten, “Anlaşılmıyorum, anlamayı talep ediyorsunuz, eyvallah. Peki, bir Hintliden talep ediyor musunuz?” Cevap olarak “Hayır ama o Hint müziği” geliyor. Hayır, ben de diyorum ki: “Bu da deneyseldir, böyle kabul edin.” 

Va u Waxt albümünde Susarak Özlüyorum, Veyvé Mılaketu albümünden ise Dağlı Bir Kabiledir Aşk parçaları çok ön plana çıkmıştı, dinleyici kitlesi bulmuştu. Na-Mükemmel'de ise Geberiyorum parçası kısa sürede ön çıktı sanki...
Geberiyorum parçası Nazım Hikmet’ten gelen bir şiir olduğu için... Bestesini de ben sevdim açıkçası. Zaman zaman  Kemal Dinç'le ortak sahnemizde  mırıldanıyorduk, 5-6 yıl söyledik. Tabi o denediğimiz zamanlarda enstrüman biraz daha farklıydı, enstrüman da biraz ustalaştırdı bizi, böyle bir atmosferle çıktı işte. Geberiyorum parçasını daha önce Nükhet Duru okuyordu. Belki, “Ne alâkası var, yaptığınız müzikle Nükhet Duru çok farklı” diyebilirsiniz ama önyargılı bakmadığınız zaman aslında yelpaze çok farklı yerlere gidebilir. Hiç dinlemek istemediğiniz bir müzisyene bile dokunduğunuz zaman, “Olabilir, böyle bir eseri çok daha önceden dinleyebilirdim” diyebiliyorsunuz. Tabii bunu keşfedebilmek yoğunlukla, meşguliyetle de alakalı. Çoğu zaman da klasik gitara kapanıyorum. İnsan enstrümana yüklendiği zaman asosyalleşmeye başlıyor. Kendin ve enstrümanla sürekli uğraş içerisindesin, çoğu zaman dışarı çıkmadığım oluyor. Enstrümana kapanıyorum, her gün 5-6 saat tutuyor seni üzerinde. Kimi zaman vücut sinyal veriyor, "artık yeter" uyarısı oluyor.

YARIŞMA PROGRAMLARINI TAKİP EDEMEDİM

Parçalarınız müzik yarışma programlarında da söyleniyor. Hatta parçalarınızı söyleyen bir genç birinci oldu. Takip edebildiniz mi... 
O program ve söylenen şarkılarla ilgili mail adresime linkler geliyor ama sürekli yollarda olduğum için birebir dinleyemedim. Artık parçaları birçok insan okuyabilir. Çok da normal bu durum. 

ALBÜMÜN ADI TÜREME BİR KELİME

Albümün adına gelecek olursak, nasıl çıktı?
Rüzgâr ve Zaman (Va u Waxt), Meleklerin Dansı (Veyvé Mılaketu) ve Na-Mükemmel. Hepsinin de kapak yazısı var. Bu kapak yazıları birbiriyle alakalı, bir arada okumak lazım. Avrupa’ya ilk çıktığımdan beri arkadaşım Erdal Gezik ile çok sohbetler ettik. Çaldık, söyledik. Bu isimler de öyle çıktı. Erdal’ın tarihçi bir tarafı da var. Yarı tarih, yarı sözlü kültür argümanlarıyla beslenir. O cümlelerle elimizde top gibi oynar, sonra bu cümleler bir şekil alır. Na-Mükemmel böyle bir türemedir. Araya bir tire koyduk, bizim vurgumuz olsun. Belki tirenin önünde ve arkasında bir şeyler daha anlatmak istedik. Onu dinleyici ve okura bıraktık. Onun da böyle bir yeri olsun istedik. Mesela "mert" diye bir kavram vardır; "namert" dediğinizde, onun olumsuzu oluyor. "Na" kimi zaman olumsuzu olumluya dönüştürür, kimi zaman da tersi olur. Fakat Na-Mükemmel, mükemmelin zıttı mıdır, bilmem. Belki anlatmak istediğimiz çok farklı bir şeydir. Dolayısıyla da bu birikimle türeme bir kelimeden albüme isim verdik. Sonra o tireyi, biraz Kalan müzik doldurdu, Biraz Kemal Dinç ve bir de Grup Abdal'dan Ali Ekber Kayış doldurdu. Böyle oldu. Na ile Mükemmel böyle buluştu ve bir albüme dönüştü...

ÖNCEKİ HABER

Lavinia şairine aşık oldu mu?

SONRAKİ HABER

Haber Nöbeti'ndeki Fatih Polat'ın haberi: Cizre'den getirilen cenazelerin birçoğunun vücudu parçalanmış

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...