07 Şubat 2016 11:29

Suruç'taki Tanıdık Yüz

Paylaş

Ada ATASOY
İstanbul Üniversitesi
Hukuk Fakültesi

Duyarsızlaşmak istiyoruz. Kötü haberler geldikçe daha fazla duymamayı, daha fazla görmemeyi diliyoruz. Bazen öyle bir seviyeye geliyor ki gazetelerin yüzüne bakmaz oluyoruz, haberlere kulak tıkıyoruz. Moralimiz bozulmadan üç gün geçirebilmek istiyoruz sanki biz duymayıp moral bozmayınca kötü şeyler de mola veriyormuş gibi. Ama olmuyor işte yapamıyoruz. Bir süre mola verdiriyoruz duygularımıza hissizleşebilmek uğruna, sonra bir şey oluyor, hiç gitmediğimiz, hiç duymadığımız bir yerde bir bomba patlıyor; insanlar ölüyor, gencecik insanlar. Bu sefer okumasam, bu sefer yaşanan trajediyi bilmesem keşke diye düşünüyorsunuz, siz bilmeyince onlar hiç ölmeyecekmiş gibi. Kendi bencilliğinize alışmaya çalışırken birisi karşınıza çıkıyor, tanıdık bir yüz, kurbanların arasında; tıpkı bana olduğu gibi, Ece’nin (Dinç) fotoğrafını onlarca yüzün içinden seçtiğim gibi.


Tatildeydim, Suruç’taki katliam patlak vermişti ve detayları ağacın altında gölgelenmem bitince öğrenirim diye düşünmüştüm, moralimi erkenden bozmak niyetinde değildim. Instagrama, yer yer twitter’a bakıyordum, birden karşıma çıktı; ilköğretimde bir üst sınıfımda okuyan, dile kolay 7 sene aynı okulun koridorlarında koşturduğum incecik, narin, güleryüzlü bir kız, Ece Dinç. Başta anlam veremedim (vermek istemedim) ama anladım ki bu Kadıköy Anadolu mezunu kız inandığı şeyler uğruna savaşmak için, bizler kadar şanslı olamayanlara yardım etmek, yıkılanı tekrar inşa etmek, Kobanè’nin masum çocuklarına oyuncak götürmek için toplanan o grubun içindeki gençlerden yalnızca biriymiş. Bu tarz haberler ne kadar iç acıtıcı olsa da içlerinde tanıdık bir yüze rastlamak konuya karşı duyarlılığınızı, isyanınızı daha da arttırıyor. Ben de yıllardır görmediğim, ara sıra Facebook’ta rastladığım Ece’nin yüzünü orada görünce dünyam sarsıldı. Olay hakkındaki bütün haberleri araştırdım, benzer satırları farklı kaynaklardan defalarca kez okudum. Patlamanın video’sunu buldum, pankartları açık şekilde sloganlarını atan bir grup, heyecanlı oldukları seslerinden belli; ve bir anda o sesi bastıran patlama sesi, kırmızı bir ateşle etrafa saçılan bedenler, ve kameranın yere düşmesiyle son bulan görüntü… Filmlerde izlediğimizde bile iç acıtan bu görüntü gerçekti, insan hayatının 1 saniyede bitebileceğini, ailelerinin dizleri bile yara olmasın diye yıllarca sakındığı o bedenlerin o 1 saniye içinde paramparça olabileceğini yüzüme çarpan bir gerçekti. O videoyu izledikten sonra aynı kalmak mümkün değildi, ölümü gördükten sonra yaşamak nasıl anlamını yitirirse orada yaşıtım olan onlarca parlak gencin katledilmesini izlemek de insanlığımdan kocaman bir parçayı götürdü. Ece’nin ailesini düşündüm, onu seven herkesi, arkadaşlarını… Yine duyarsızlaşmak istedim.


İşte bu yüzden duyarsızlaşmak istiyoruz, daha fazla götürmesinler insanlığımızı diye, daha fazla kırılmayalım, kötülüğe yenilmeyelim diye; onlar bizi acıtamasın diye hissetmemek istiyoruz. Çünkü her darbede, her kayıpta iyi niyetin genç yürekleri paramparça oluyor, umutlarımız da onların bedenleriyle birlikte gömülüyor yine. Yine kelimeler kifayetsiz kalıyor, yine kalbimizden ve insanlığımızdan bir parça eksiliyor. Hissizleşiyoruz; gidenler zamana karışana kadar, kötülüğe yeni kurbanlar verilene kadar, kurbanların arasında tanıdık bir yüz görene kadar…


GÜNEŞ DE KÜSMEMİŞ BİZE

Bir lise öğrencisi
Antep

Merhaba anne, bugün de ağlamadım. Babam üzülmesin diye belli etmiyorum korktuğumu. Benim anılarımın üstü yara bere içinde, tek tük hatırlıyorum ama eskiden sokakta Alilerle saklambaç oynardık… Hava kararınca daha bir eğlenceli olurdu ama sen ‘soğuk oldu’ diye kızardın. ‘Eve gel artık’ derdin, hatırlıyor musun? Artık ne Ali kaldı ne de saklambaç oynanacak huzurlu bir sokak. Gözyaşlarımı saklamak için babamdan kaçışım, kovalamaç oluyor, kuytu bir köşede içime akan gözyaşlarım saklambaç oyunum artık…


Geceleri bile durmuyor sesler. Gökyüzü bile geceleri hak ettiği karanlığı tadamıyor, çıkan kıvılcımlardan göremiyorum yıldızları anne! Babam ‘annen yıldız oldu’ dedi geçen gece. Önce sevincimi gülerek izledi sonra bir anda ağlamama şaşırdı. ‘Ama baba’ diye ağladım, yutkunmaya çalışarak sakinleştirdim kendimi önce, sonra ‘Ama baba’ dedim, ‘Gökyüzümü çaldılar!’
Alışıyorum artık, çocuk olduğumu unutup, savaşın içinde öldürülen bir umudun tohumu olmaya alışıyorum anne.
Daha sabah Ahmet’in sesi yankılandı kulaklarımda, sokaktan geliyordu galiba. Ardından iki el silah sesi duyuldu. Dizlerimin üzerine çöküp kulaklarımı tıkıyordum ama duyuyordum hala; Emine Teyze’nin feryadı, Hüseyin Amca’nın ağıtı içime içime işliyordu. Ne olmuştu Ahmet’e? Neden gelmiyordu artık onun sesi? Sordum babama ‘Ahmet nerede, ne oldu ona?’ diye. “Filizlenmişti, soldurdular oğlum” dedi. Anlayamamıştım ki çocuktum ben. Filizlenmek ne demekti? Beynimdeki soru çöplüğüne bir yenisini daha atıp sustum gün boyunca. Babam da bir açıklama yapmadı zaten. Artık eskisi kadar da konuşmuyordu, arada tek tük gülümseyişi vardı, o da yok olmuştu…


Uyuyakalmışım… Gece silah sesleri, bomba sesleri kesilmiş. Beynimi delip geçen, beni ürperten bir kadın çığlığını andıran tiz bir siren sesiyle sıçradım uykumdan. Oda yine karanlık ama siyaha alışmış gözlerim seçiyordu her şeyi… ‘Baba’ diye çığlık attım, yoktu ki yanımda. Beni üşüten rüzgarın güzergahını izledim tedirgin adımlarımla… Çığlığım, siren sesine karışıyordu; duymuyordu beni kimse… Kırılmış kapıdan sızan duman, babamın gidişinin ardında bıraktığı iz gibi gözlerimi yakıyordu… Anne, babam nereye gitti?


Gözyaşlarımı saklayacağım bir babam da yoktu artık. Oturdum orada, siren sesi kesilene kadar ağladım saatlerce… Ayağa kalkıp yanaklarımı ıslatan gözyaşlarımı ise bulanmış ellerimle sildim. Kapıdan dışarı bir adım attım, gün ışığını unutmuş gözlerim derin bir acı uyandırdı içimde… Ama babamın yokluğundaki acıyı engelleyememişti bu!


Gözlerim biraz daha alıştıktan sonra görebildim savaş denilen katilin yeryüzünde bıraktığı kirli manzarayı... Şimdiye kadar sadece kulaklarımla işittiğim manzaraya artık gözlerim de tanıklık ediyordu… Bahçemizdeki ikiz ağaçlardan biri ölmüş, diğeri üzerinde kalmış iki üç yaprağıyla direniyordu anne. Bu bizim sokağımız mıydı? Etrafı süsleyen Zehra Nine’nin çiçeklerini hangi zalim koparmıştı?


Savaş hırsız, savaş katil, savaş kötü! Sevmedim ki ben! Uğramasın bizlere, çalmasın çocukların oyuncaklarını, almasın anne babalarını, soldurmasın umudun tohumlarını… Tutsak etmesin barışı; kandan yapılmış, anahtarı çocuk leşi olan bir kafese! Grinin yanına kırmızı yakışmıyormuş anne… Kırmızı, Ayşe’nin ayakkabılarında güzel duruyordu sadece. Ben gri dumanlar altında kırmızılara bürünmüş cesetleri de sevmedim ki… Yerde yatan insanlar ne zaman uyanacak? Bina yığınları altında kalan canlar, ne zaman gün yüzü görecek? Her yerde ayrı bir haykırış, her haykırışın ardından gelen aynı silah sesi… Korkum, içimdeki umuda ayak bağı oluyor artık…


Vücudum çok sıcak anne, üşürken neden böyle oldu? Gözlerim neden karardı? Elimi tut, düşüyorum…
Güneş de küsmemiş bize bak, güneşi gördüm anne…

ÖNCEKİ HABER

Haber Nöbeti'nin ilk ekibinden Evrim Kurdoğlu'nun yazısı: Kadının inadı erkek devleti yenmiş

SONRAKİ HABER

Sahibine Bırakmalı Dünyayı

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...