25 Ocak 2016 01:50

Okay DEPREM

Kuzey Kafkasya’da Kabardin Balkarya’nın başkenti Nalçik’ten bir sonraki ana durağımız doğudaki komşu cumhuriyet Kuzey Osetya’nın başşehri Vladikafkas oluyor. İki temel yerleşim birimi arasındaki uzaklık 115 km. Şehirlerarası toplu taşım ile bu mesafeyi kat etme süreci iki saati buluyor. Yolun genelde olabildiğince düz seyrettiği bu güzergâhın sağ ve sol tarafı geniş düzlükler ve uçsuz bucaksız ovalarla kaplı. Kuzey Kafkasları bir baştan diğer başa kat eden karayolunun söz konusu etabı aynı zamanda, Transkafkas Sıradağları’nın en görkemli seyrettiği Kabardinya-Balkar ve Osetya coğrafyasında bu ulu yükseltileri sağ kolda uzaktan ve azami panoramik bir açıdan izlemek için adeta biçilmiş kaftan. Özellikle havadaki su buharının minimum seviyelerde olduğu kış aylarında, hele hele dev dağ kütleleri beyaz bir örtüyle kaplandıkları zaman oluşan görüntünün gerçekten de tarifi zor. Bundan dolayı, bölgeye yolu bilhassa ilk defa düşenler için iki saatlik süre adeta dakikalar gibi hızlı geçiyor. 

TEREK’E PARALEL ŞEHRİ KAT EDEN KOSTA CADDESİ 

Vladikafkas veya Rusça telaffuzu ile “Vladikavkaz”a dair bende oluşan ilk intiba, bölgede hemcinslerini oldukça andıran ve Sovyet döneminden beri adeta hiç dokunulmayan eski püskü otogarı. Ancak her şeye rağmen hakkını teslim etmek lazım ki içerideki duvar resimleri ve freskler hakikaten de etkileyici. Çok değil 300 binden biraz fazla bir nüfusa ev sahipliği yapsa da Kuzey Kafkas diyarının en büyük ve en önemli yerleşim birimlerinden olan Kuzey Oset başkenti, gene bu büyük bölgenin en uzun akarsularından olan meşhur Terek Nehri’nin üzerine kurulmuş. Kuzeyden güneye doğru ince bir şerit şeklinde uzayan Vladikafkas’ı gene aynı istikamette bir uçtan diğer bir uca kat eden ana caddesi “Prospekt Kosta”. İsmini ise, modern Oset Edebiyatı’nın kurucusu olan “Kosta Levanoviç Xetagurov”dan alıyor. 

ESKİNİN ORJONİKİDZE’SİNİN RUSYA’YA BAĞLANIŞI ANITI

Sovyetler Birliği döneminde ismi Orjonikidze (Gürcü devrimci, Bolşevik Partisi yöneticisi ve Sovyet devlet adamı) olan “Vladikafkas” üç tarafından dağlarla çevrili neredeyse tek büyük Kuzey Kafkas metropolü. Devasa dağ silsilesi şehri tam anlamıyla hilal gibi sardığından, epeyce planlı bir iskân yapısına da sahip olmasından dolayı, hem kuzey-güney hem de batı-doğu doğrultusunda akan tüm sokak, cadde ve bulvarların herhangi bir noktasından muazzam dağ manzaralarına denk gelmek mümkün. Önüme çıkan ilk kayda değer anıt: Osetya’nın Rus İmparatorluğu topraklarına dâhil edilişinin 200. Yıldönümü anısına 1974’de dikilen bir heykel kompozisyonu. Epeyce yüksek kırmızı bir granit kaidenin üzerinde (Elbette burada “Rusya’ya katılım” biçiminde yazıyor) yükselen anıt, biri Rusları diğeri ise Osetleri simgelediği anlaşılan atlı iki savaşçıdan oluşuyor. Tabii ki, bir kolunu kaldırarak ileriyi işaret edercesine yol gösteren taraf, Rusya’yı sembolize eden atlı oluyor!.. 

ALMAN KUŞATMA ANITINDAN, NOSTALJİK FOTOĞRAF SERGİSİNE…  

Kosta Caddesi üzerinde ilerleyedururken, eski bir metal fabrikası olduğu izlenimi veren ancak şu an itibariyle koca bir viraneden farksız durumdaki hacimli bir bina boy gösteriyor. Büyük ihtimalle vaktiyle bir makine üretim tesisi olan yapıyı geride bıraktıktan sonra, belki de eski Sovyet dünyasının en yaygın ve bilindik standart anıtı karşıma çıkıyor: Çok yüksek bir altlığın üzerine büyükçe bir açıyla diklemesine yerleştirilmiş gerçek bir tank. Üstünde: “1942 / Vladikafkas şehrinin kahraman savunucularına sonsuz zafer!” yazılı. Karşıdaki binanın ön cephesinde ise, “Kafkas Savunması / SSCB” biçimindeki ünlü nişanın çok büyük bir reprodüksiyonu asılı. Büyük Anayurt Savaşı’nda Alman faşistleri şehri alamasalar da kuzey tarafından bir nevi kuşatmışlardı. Şimdilerde Kuzey Osetlerin başşehrinde yeni bir moda var ki; o da kentin 19. Asırda çekilmiş tarihi fotoğraflarını büyük billboardlarda sergileme. Açık hava sergisinin sonunda şu satırları okuyoruz: “6 Mayıs 1784’te İmparatoriçe Yekaterina’nın (Büyük Katerina) emriyle Vladikavkaz Kalesi kuruldu. 31 Mart 1860’da ise İmparator II. Aleksandr’ın talimatıyla kale, Vladikavkaz şehrine dönüştürüldü.” 

EDEBİYATÇILARINI HEYKELLERLE ÖLÜMSÜZLEŞTİREN KENT

Karl Marx Meydanı’na varmamla birlikte şehrin tarihsel kalbi de başlamış oluyor. Şimdi bir tarafımda Vladikafkas’ın “Halkların Dostluğu” adını taşıyan tarihi politeknik teknikumu (teknik okul) bir diğer tarafımdaysa “Vladimir Txapsayev Akademik Oset Tiyatrosu” duruyor. İstisnasız tüm kurum tabelalarının iki dille belirtildiği kentin aynı şekilde tanıtılan teknikumunun girişinde sallı sollu bir madenci bir de öğrenci heykeli yükseliyor. Hemen karşısında ise meşhur Sovyet-Oset tiyatro ve sinema oyuncusu Vladimir Txapsayev’e (1910-1981) ithaf edilmiş mini bir monüment gözüküyor. Biraz ileride Vladikafkas Sanat Koleji’nin bahçesinde ise Oset Edebiyatı’nın bir başka temsilci, şair “Aleksandr Bıziyeviç Kubalov”a (1871–1937) dair bir heykel kompozisyonu karşıma çıkıyor. Aynı zamanda çevirmen, toplumsal ve kültürel aktivist olan Kubalov, bir öğrencisine bir şeyler anlatırken, öğretirken tasvir edilmiş. Tiyatro binasının diğer tarafına geçtiğimde Kosta Xetagurov’un (1859–1906) dev gibi bir abidesi beni karşılıyor. Yüksekçe kaidesinde ise; “Sovyetler Birliği Hükümetinden / 1955… ) tümcesini okuyorum. Buradan Kirov Caddesi’ne doğru iniyorum.   

ZAMANIN PLANETARYUMU TARİHİ CAMİ ŞİMDİ HARABE 

Rus Çarlığı döneminde Terskaya Eyaleti’nin idari merkezi olan Vladikafkas’ı ortadan ikiye ayıran Terek Nehri üzerinde her iki yakayı birbirine bağlayan sayısız köprü mevcut. Osetlerin çoğunluğu Doğu Ortodoks mezhebine bağlı Hıristiyan oldukları için kentin dini mabet siluetine daha ziyade kiliseler egemen olmasına karşın birkaç adet de tarihi cami var. Bunların bir tanesi; her iki başında altın yaldızlı renkli ikişer aslan figürünün yer aldığı eski köprünün diğer ucunda bulunuyor. Günümüzde abartısız bir harabe vaziyetinde görenleri hayret ettiren yapı, Sovyet rejimi döneminde planetaryum (Uzay ile alakalı 3 boyutlu özel belgesel filmlerin gösterildiği özel türde bir sinema) olarak kullanılmış ki tabelası halen, tarihi kapısının tepesinde asılı. Nehrin bu yakasında pembe-beyaz renklerde opera ve bale tiyatrosu binası beliriyor. Tam önündeyse Güney Osetya kökenli Sovyet besteci, dramaturg, folklorcu, “Tatarkan Yasonoviç Kokoytı”nın (1908 – 1980) çok nadide bir heykeli çevreyi selamlıyor. Terek set üstünün özellikle tarihi kent cephesindeki kesimleri büyük park ve yeşil alanlarla kaplı. Bu güzel peyzajla çelişen görüntünün öğeleri ise, son birkaç yılda nehrin hemen dibinde inşa edilen yüksek katlı birkaç çirkin yapı. Hatta bir tanesi, kentin en mühim sembollerinden kabul edilen Muhtarova Cami’nin konumuna bile gölge düşürmüş bir nebze. 

DEDE & TORUN HEYKELİ VE PLİYEV ANITI

20. asrın başında bina edilen bu rengârenk ve hafif Mısır İslam mimarisini andıran cami denilene göre, o zamanın ünlü Azeri petrol zenginlerinden birisinin bağışladığı 50 bin ruble değerindeki altınlar sayesinde yapılmış. Parkta yürüyüşümü sürdürürken çok özel tipte bir heykel önüme çıkıyor. İsmi:     “Dede ve torun”. Farklı nesillerin temsilcileri karşılıklı oturmuşlar, bir nevi bilek güreşi yapar edasında betimlenmişler. Bir sonraki köprüye geldiğimde sağımda kentin ana Ermeni kilisesi olan “Kutsal Aydınlatıcı Grigoriy”i görüyorum. Bu noktada Terek Nehri üzerinde bir de, epey eskilerde kurulduğu anlaşılan ufak hidro-elektrik santrali fark ediyorum. Yaz kış ciddi bir gürlükte akan ırmağın genişliğinin de ziyadesiyle dar olması sebebiyle debi potansiyeli paralel olarak arttırıyor. Yeniden karşı tarafa geçtiğimdeyse, adeta açık hava heykel ve anıt müzesini andıran Vladikafkas’ı temsil eden çok tanınmış bir diğer abideyle yolum kesişiyor. Devasa ebatlarda yapılan bu heykele ilham veren şahıs; 2. Dünya Savaşı’nın sayısız cephesinde komutanlık yapmış, Kuzey Osetya’nın olduğu kadar SSCB’nin de ulusal kahramanlarından olan “İssa Aleksandroviç Pliyev”. Uzun pelerini ve kalpağıyla Pliyev, atıyla uçar şekilde parlak çeliğe işlenmiş. Vladikafkas’ın kent yönetimi binasının üzerinde, şehrin Kızıl Bayrak Nişanı ise halen yerli yerinde durmaya devam ediyor.   

DZAUCİKAU YERLEŞİMİNİ KURAN BUGULOV

Osetya ve Rusya Federasyonu bayraklarının dalgalandığı kent konseyi binasının tam karşısında; gene kentin timsallerinden olan, “Dzaucikau” (Vladikafkas’ın eski ismi, aynı zamanda Osetçe’deki karşılığı) yerleşimini kuran “Dzaug Bugulov”un heykeli bulunuyor. Bugolov, büyükçe bir taş üzerinde, elinde uzunca sopası, “Hah işte geldik, burası!” der gibi ölümsüzleştirilmiş pirince. Yakınlarda bir otoparkın duvarında Dzaucikau’nun tarihsel gelişim serüveni resimlendirilmiş. Buna göre ilk olarak Skifsk yerleşimi varmış bölgede. Buradan yukarıya tırmandığımda Kuzey Osetlerin merkezi mabedi niteliğindeki “Bakire Meryem’in Doğuşu” Kilisesi ile karşılaşıyorum. 1993’te yerine yeniden dikilse de 200 yıllık bir tarihçesi olan, mavi-beyaz renklerin çok hoş bir kombinasyonunu taşıyan yapının bahçesi ise kentin elit mezarlığı gibi tam anlamıyla. Kosta Xetagurov dâhil hemen hemen tüm Oset ünlüleri buranın avlusuna gömülmüşler. İçinden geçtiğim parkta, geleneksel kıyafetleri içinde canlandırılmış Oset aydınlanmacı, şair ve sosyal aktivist “Akso Besayeviç Koliyev”in heykelini ayırt ediyorum. Yine, Komünist Gençlik Parkı’nda komsomol anıtı ile Lenin büstleri yerlerindeler. 

ŞEHRİN AYNASI BARIŞ CADDESİ

Kuzey Osetya Devlet Üniversitesi’nin harikulade mimarideki binasını da dışarıdan dolaştıktan sonra Vladikafkas’ın merkezi bulvarı özelliğini taşıyan Barış Caddesi’ne iniyorum. Hemen başlarında, her Rusya kentinde olduğu gibi bir A.S. Puşkin büstü dikili. Baştaki meydanda Kuzey Osetya Cumhuriyeti / Alanya hükümet binasının üzerindeki Lenin, Ekim Devrimi ve “Halkların Dostluğu” nişanlarına ise dokunulmamış. Bulvarın başlangıcında Güney Rusya’nın ilk kamusal parkı unvanına sahip “Kosta Xetagurov Kültür ve Dinlence Merkezi Parkı” yer alıyor. İçinde kendisinin büstü, dışarıda ise banka oturmuş vaziyette bir başka heykeli var. Nitekim buradayken yaşadığı ev de hemen az ileride yol üzerinde. Burayı dik kesen Maksim Gorkiy Sokağı üzerinde Osetlerin tiyatro sanatları için dahi ayrı bir müze tesis ettiklerini öğrenmiş oluyorum. Ana caddenin biraz devamında Kuzey Kafkasların mitolojik kahramanı “Nart Soslan”ın bir sanat abidesi kıvamındaki heykel kompozisyonunu es geçmiyorum.  

Osetler, tüm Kuzey Kafkas halkları arasında, en fazla İkinci Dünya savaşı kahramanı çıkartmış olmakla övünürler (35 kişi). Bu da dâhil olmak üzere, Rus İmparatorluğu, SSCB ve Rusya kahramanı Osetlerin isimlerinin tam bir dökümünün olduğu granit levhalardan teşekkül anıtın üstünü gene üç Sovyet madalyası süslüyor. Hemen bitişikte konumlu “Yevgenya Baxtangov Rus Akademik Cumhuriyet Tiyatrosu” binası ise ev sahipli yaptığı tarihi kilometre taşlarını anlatan tabelalar ile dolu tıka basa. Bunlardan birine göre Sergey Kirov burada 4 Kasım 1917’de Sosyalist Ekim İhtilali’ni ilan ederken, gene aynı yerde 17 Kasım 1920’de J. V. Stalin, “Dağlık Otonom Cumhuriyeti”nin kuruluş deklarasyon metnini okuyacaktır. 1871’de açılan tiyatroda sahnelenen ilk oyun ise Lermontov’un “Maskarad”ı olur. Gene bilgilerden, 920’lerin başında ünlü Rus yazar Mikhail Bulgakov’un bile yolunun buradan geçtiğini, bir süre tiyatro bünyesinde çalıştığını okuyoruz. Tiyatronun hemen karşısında ise “federal önemde mimari anıtlar” listesinde bulunan görkemli bir Lenin heykeli kenti selamlıyor. Bulvarın sonlarına doğru gelirken Nekrasov Sokağı’nın başında ansızın Rus-Oset ozan ve edebiyatçı “Seka Kutsriyeviç Gadiyev”in (1855-1915) mütevazı bir yontusuna denk geliyorum. Kendi adını taşıyan caddede Kirov’un heykelini de görmemin ardından turumu burada noktalıyorum...

Evrensel'i Takip Et