İki fotoğrafın hikayesi
İkinci fotoğraf ise Şırnak’ın Silopi ilçesinde çekilmiş. Tarih 21 Aralık 2015. Sokağa çıkma yasaklarının devam ettiği, operasyonların yoğunlaştığı sıralar. Fotoğrafta, devletin Jandarma Özel Harekat (JÖH) görevlisi harabeye dönmüş bir okul içerisinde, Taxtê Reş’e* yazılmış olan “Eğitim sırası bizde” mesajı ile poz veriyor. Harabeye dönmüş, eğitime tabi demirbaşları parçalanmış okulun tahtası hala yerinde, hala kara; tıpkı diğer fotoğraftaki gibi. Bu fotoğrafa hepimiz tanığız.

Cihan Korel TOPAL
Ankara/Mamak
Gördüğünüz ilk fotoğraf, 1990’lı yıllara ait. Çekildiği yeri tahmin etmek zor olmasa gerek: Güneydoğu. Böylece, fotoğrafın ne kadar korkunç olduğunu tahmin etmek zor değil. Lastik ayakkabılarını çıkarmış Kürt çocukları, Taxtê Reş’teki * sloganın aynısını yazması için, büyük ihtimal parmağını kaldırmadan ‘zorla’ tahtaya kalkması istenmiş şalvarlı arkadaşı seyrediyorlar ‘devlet dersi’nde… Dikkat çekici bir unsur daha var. O da subaylarda apoletlerin olmayışı. Subaylar, Kürdistan’daki operasyonlarında rütbelerini saklarmış. Bunun sebebi, Kürt direnişçi veya gerillalar, er ve erbaşların masum halk çocukları olduğunu bilir ve ellerinden geldiğince er ve erbaşlara karşı silah kullanmamaya çalışırmış. Hatta bu konuda, Kürtçe kılamlarda sıkça geçen şöyle bir söylem vardır: ‘askerler, emir kulu olan, anaları ve babaları tarafından yolları gözlenen halkın günahsız çocuklarıdır.’ Subay olmalarını da tahmin etmek zor değil herhalde; gerek yaşları gerekse bellerindeki tabancaları, subay olduklarını gösteriyor.
‘EĞİTİM SIRASI BİZDE’
İkinci fotoğraf ise Şırnak’ın Silopi ilçesinde çekilmiş. Tarih 21 Aralık 2015. Sokağa çıkma yasaklarının devam ettiği, operasyonların yoğunlaştığı sıralar. Fotoğrafta, devletin Jandarma Özel Harekat (JÖH) görevlisi harabeye dönmüş bir okul içerisinde, Taxtê Reş’e* yazılmış olan “Eğitim sırası bizde” mesajı ile poz veriyor. Harabeye dönmüş, eğitime tabi demirbaşları parçalanmış okulun tahtası hala yerinde, hala kara; tıpkı diğer fotoğraftaki gibi. Bu fotoğrafa hepimiz tanığız.
SİZ BU YAZIYI OKURKEN...
Haziran ayından bu yana, doğmamış bebek, 3 aylık bebek, 11 yaşındaki çocuk… 45 çocuk öldürüldü, 52 çocuk yaralandı. Hatta siz bu yazıyı okuyorken, Kürt illerinde çocuklar katledilmeye devam ediyor. Okullar kapalı, çocuklar okula gidemiyor. Öğretmenleri, Milli Eğitim’den gelen ‘terk edin’ mesajı ile memleketlerine dönmüşler. Çocuklar göçe zorlanmışlar. Yaşadıkları, büyüdükleri, oyun oynadıkları sokakta şimdi misket yerine mermi sekiyor, bisiklet yerine tank dolaşıyor. Evlerinde, devletin eli silahlı yabancı adamları var şimdi. Odalarının duvarları hiç istemeyecekleri bir renkte ve delik deşik. Ve onlar, şu an dilini zor telaffuz ettikleri, sokaklarını bilmedikleri ‘tanımadık bir memlekete’ doğru ya yoldalar ya da varmışlar. Tanımadık bir memleket diyorum belki ama bu memleketin acısını, vahşetini ve savaşını en çok onlar tatmışlar.
VEYSEL 10 YAŞINA SIĞMAYACAK KADAR BÜYÜK
Evrensel Gazetesi ve Hayat Tv muhabiri Meltem Akyol, Diyarbakır’daki izlenimlerinde 10 Yaşındaki Veysel’e soruyor: ‘Çocuklar bizi izliyor, burada ne olup bittiğini çok anlamıyorlar, bir anlatsan, onlara ne söylersin?’ Veysel, düşünmeden cevabını veriyor: “Onlar anlamazlar, gelsinler Diyarbakır’a halini görsünler, anlasınlar!” Hem çocukluğundan, hem de çocuklardan yakınıyor. Aklıma ilk gelen, Curzio Malaparte’nin “Kaputt” kitabından bir bölüm. Yazıyı uzatmamak için yazmamayı tercih ettim. Ama kitabı okursanız, hangi bölümü kastettiğimi hemen anlayıp, Veysel ile aynı yaşta Ukraynalı bir çocuğun, SS subaylarına verdiği insanlık dersini göreceksiniz. İnanın, hem Veysel’i, hem de Ukraynalı çocuğu 10 yaşına sığdıramazsınız, küçük gelir.
Veysel ve diğer bölge çocukları büyüyecekler, er ya da geç hesabını soracaklar. Çünkü savaşın ne olduğunu biliyorlar; savaşa karşı barışın, kardeşliğin önemini ve gerekliliğini de.
SİZ OLSANIZ
NE YAPARDINIZ?
Şimdi, iki fotoğrafın toplamına gelirsek, Osmanlı’dan bu yana, en çok da Cumhuriyet tarihi boyunca zulüm görmüş Kürt halkının, böylesi bir ortamda ‘eğilen’ yaş ağaçlarının; çocuklar ve gençlerinin, maruz kaldıkları şiddet ve baskı politikaları ile karakterlerinin şekillenişini düşünebiliyor muyuz? Peki, Kürt halkının tepkisinin, bu baskıcı politikalarına karşı dirençlerini, direnme duygularını, onurlarını anlayabiliyor muyuz? Peki, siz olsanız ne yapar, ne söyler, nasıl bir tepki verirdiniz?
GELECEK BİZİZ GAYRETİMİZ BARIŞ İÇİN OLMALI!
Evet, her şey ama her şey gözümüzün önünde! Çocuklar ve gençler başta olmak üzere bölge halkının hawar’ına** ses vermeliyiz. Bugün savaş, başta kendisi olmak üzere sistemin çıkarını düşünen AKP hükümetinin gençlere karşı da verdiği bir savaştır. Nasıl mı? Son bir iki haftada, ODTÜ’sünden Hacettepe’sine, birçok üniversitede tırmandırılan milliyetçiliğe bakın; ama ondan önce AKP Gençlik Kolları Kongresi’nde Davutoğlu’nun savaş retoriği yaptığı konuşmasına kulan verin: “Sizlerin çehresinde Çanakkale’de şehit olmak için yürüyen aziz gençlerin şehitlik aşkını görüyorum. Gençler bu istikbal bayrağını daha yücelere dalgalandırmaya var mısınız?” Bugün, bütün avazımızla çıkaracağımız ses, barışın ve kardeşliğin sesi olmalıdır. Geleceğin bizim ellerimizde olduğunu gayet iyi bilerek, halkların kardeşliği için bütün gayretimizle çalışmalıyız.
* Taxtê Reş (Kürtçe) : Kara Tahta. Özellikle Kürtçe yazdım. Bu isimde bir film var, hem yakın geçmişimize, hem güncele dair.
**Hawar: Feryat
Evrensel'i Takip Et