Gazeteci Murat Toklucu: Parayı veren o medyanın sahibi olur
Gözde TÜZER
İstanbul
Okul yıllarında şans eseri kütüphaneye gidip gazetelerin arşivlerini taramaya başladı. Basın yayın okulu bittiğindeyse Hürriyet ve Cumhuriyet gazetelerinin tamamını bitirmişti. Sonra elindekileri derlemeye başladı ve bir üçleme kitap hazırladı: Zihinler Altında 20.000 Fersah... Gezi Direnişi’nin ikinci günü NTV’den ayrılan 20 yıllık gazeteci Murat Toklucu’yla üçlemenin ikinci kitabı “Nurcihan’ın Çamaşırları ve Diğer Şeyler”i konuşacaktık. Konuştuk da aslında. Ancak konu “eski” haberler olunca, hem siyaseti hem de “yeni” haberleri konuşmadan da edemedik.
İlk kitap Türk Erkeği ve Diğer Mucizeler’den sonra çıkardığı ikinci kitap Nurcihan’ın Çamaşırları ve Diğer Şeyler, Türkiye’de hem asparagas haberlerin nasıl ortaya çıktığını anlatıyor, hem de asparagas haberlerden örnekler veriyor.
KÜTÜPHANE MESAİSİ
Toklucu, haberler okumaya çocukluğunda başlamış. Evde Cumhuriyet okunsa da Günaydın’dan Tercüman’a kadar pek çok gazeteyi okurmuş. Haber okunmaya ise basım yayın öğrencisiyken, öğle tatillerindeki boşluklarda, can sıkıntısından başlamış. “İlk gittiğimde kütüphanede böyle bir arşiv olduğudan bile haberim yoktu” diyor. Ve okulda tesadüfen başlayan okumaları eğlenceye dönüştürmüş: “Eski gazeteleri elden geçirmenin memleketin halini anlamama çok yardımcı olduğunu fark ettim. Sonra iş ilerledi. Hürriyet’te, dergilerde çalışırken sürekli arşivdeydim. Başka yerlerde de öyleydi. Kütüphaneyle sürekli bir mesaim var. Kendi ölçülerimde de bir koleksiyona sahibim.”
Tabii tüm bu okumalar ona oldukça yardımcı da oldu. Röportajı yaptığımız gün Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, köprüde intihar etmek üzere olan birini ikna etmişti. Anlatıyor: “Mesela öncesinden anlıyorum artık. Bugün Cumhurbaşkanı’nın adamı kurtardığını görür görmez ‘Acaba gerçekten mi kurtardı, numaradan mı tartışması birazdan başlayacak’ diye düşünüyorum, on dakika içinde başlıyor.”
Bunca gazete okuması, bunca biriktirme, büyük bir arşiv... Ancak Gezi Direnişi kırılma noktası. “Ama bugün açıkçası çok da gazete okumuyorum. Geziden sonra özellikle. Hürriyetin bir muhalif gazete olduğu basın iklimi, benim çok tuhafıma gidiyor. Benim gazete ve dergiyle ilişkim başka. Mesleki açıdan da, okuyucu olarak da çok üzülüyorum” diyor.
Konu Gezi’den açılınca, “Gezi’den sonra NTV’den ilk istifa eden kişilerden birisiniz. Bugünün medya ortamını nasıl buluyorsun?” diye soruyorum. “Türkiye’de bir türlü konuşmaya sıra gelmeyen bir şey var, o da medya sahipliği meselesi” diyerek başlıyor ve devam ediyor: “Holdingleşmiş, bir sürü işi olan kişinin medya sahipliği, Türkiye’de tartışılmıyor. Ve sanki her zaman böyleymiş gibi kabul ettiğimiz bir durum var. Halbuki o sahip değişince medya da değişiyor. Böyle olunca da bir dönem Susurlukları destekleyen sahip olur, bir dönem reisçi, ‘Ben onu çok seviyorum, aşığım’ diyen sahip... Parayı veren, o medyanın sahibi olur. Bu aslında temel mesele. Tamamen tek seslilik hedefleniyor” diye yanıtlıyor. Konu tek seslilik olunca ‘yandaş’ medyayı konuşmaya başlıyoruz. Yandaş ya da iktidar destekli medyanın hiçbir zaman iyi olmayacağını, çünkü gazetelerin teoride görünmeyeni gösteren bir araç olduğunu anlatıyor ve şöyle diyor: “İktidar yanlısıysanız böyle bir durumunuz olmaz. Olmadığı için de iyi gazeteciler, iyi yazarlar sizinle çalışmaz. Siz militanlıkları gazeteciliğinden önce gelen bir takım insanlarla bunu yapmak zorunda kalırsınız. Medyaya egemen olan bu yandaş medya tekeli dediğimiz şey kaliteyi düşürdü. Kalitenin düşmesiyle beraber tirajlar çok düştü. Televizyon bazında bakarsanız reytingler çok düştü. Buna yapacakları bir şey de yok. Üniversitede İslamcı bir hocamız vardı. Bir gün derste ‘Neden sağcılardan mizahçı çıkmıyor?’ diye sormuştu, ben de ‘Hocam bizden de imam çıkmıyor o kadar dert etmeyin bunları’ demiştim. Gazete meselesi de aynı hesap. Bazı işleri bazı tür insanlar yapamaz. Bugünkü yandaş gazeteleri hazırlayanların yetenekleri, çapları, dünyayı algılayışları çok sınırlı. En önemli özelliği tetikçilik ve militanlık olan, eskiden gazetelerde stajyer olamayacak insanlar bugün gazete yönetiyor. Çapsız insanların iyi gazete yaptığı bugüne kadar görülmedi, asla da görülmeyecek. İşin doğasına aykırı bu”
STALİN’İN BIYIKLARI VE HOMONGOLOS DERGİSİ
Kitapta Stalin’in bıyıklarıyla, ‘Homongolos’ dergisine kadar onlarca tuhaf komünizm propagandası örneği de var. Peki acaba o gün nasıl bir gazetecilik yapılıyordu? Toklucu, antikomünist hezeyanın ortaya çıktığı asıl dönemin 1950’li yıllar olduğunu söylüyor. Türkiye siyasi tarihinde de çok büyük değişimlerin yaşandığı bu yılları konuşuyoruz, Toklucu anlatıyor: “En önemlisi siyasi hayat. Çok partili bir döneme geçiliyor. Basına ise daha fazla gazete çıkarak yansıyor. Türkiye’nin bir şekilde dünya sisteminde kendini bir yere konumlaması gerekiyor. Sovyetler Birliği’nin karşısında Amerika’nın yanında yer alıyor. O da çok köklü değişikliklere yol açıyor. Akademiden, bakanlıkların kuruluşuna, gazetecilik tipinden, siyasete, Amerikanvari mitinglere kadar her şey bir kaç yıl içinde çok hızlı bir şekilde değişiyor” diyor.
Murat Toklucu o yıllarda Türkiye’de bir komünizm “tehlikesi” olmadığının altını çiziyor. Ama ortada Amerika’yla yardım anlaşmaları yani daha çok para alabilmek olunca Türkiye’de çok büyük bir komünizm geliyormuş gibi gösteriliyor. “Burada da en önemli görev gazetelere düşüyor. Bizzat devletin provoke ederek yaptırdığı haberler de var. Sonrasında bu ‘öcü’ olan haberler halkın da dikkatini çekiyor. Çünkü 50’li yıllarda komünizm çok da bilinmiyor” diyerek anlatıyor o yılları. Ve kitaba almadığı kamçılı kadın karakterinden bahsediyor: “Kamçılı kadın diye bir karakter vardır. Şöyle tarif ediliyor; Sarışın, uzun boylu, haliyle çok güzel bir Bulgar kadını... Oradaki Türklere zulmediyor. Ve kamçıyla dolaşıp insanları kırbaçlıyor. Bunu aylarca haber yapıyorlar. Buradan bakınca çok komik görünüyor ama her şey emekleme döneminde”.
1989’DAN 2000’LERE
Kitapta da örneği verilen 1989 yılındaki “M.Ç olayı”nda olduğu gibi komünizm propagandası farklı bir hal alıyor. Bir okul müdürünün “Komünizm propagandası yapıyor” diyerek 15 yaşındaki bir çocuğu dövmesi, onu polise vermesi ve sonrasında başına gelenler ve çocukların bugün yaşadıklarını konuşuyoruz Toklucu’yla. Elbette dönemin siyasi iklimiyle beraber: “M.Ç olayı 89 senesinde olmuş. 1950’li yıllardan sonra 40 sene geçmiş. Ancak antikomünist hezeyanlarla yerleşen kalıplar var. Ne demek bu? 1960’lı yıllarda Türkiye’de linç hareketlerinin başladığını görüyoruz. Devlet, ‘komünizm düşmanı’ varmış gibi insanları kandırıyor ve her şeyi komünist tehlikeden korumak için yaptığını savunuyor. Komünizm bittikten sonra da Kürtler çıktı. Daha evvelden tarikatlar cemaatler yine Kürtler ondan önce Ermeniler... Bitmiyor. Bunun üzerine bina ediliyor çünkü her şey. Komünizm de 40 sene boyunca malzeme olmuş bir durum. Gazetelere de buradan yansıyor.”
Toklucu’nun kitapta verdiği örnekler bugünle de benzer özellikler taşıyor elbette. 15 yaşındaki bir çocuğun 1989 yılında başına gelenleri 2000 yıllarda bölgedeki çocuklar da yaşadı, “Taş atan çocuklar” olarak... Ve maalesef Pozantı’yı, Şakran’ı yaşadık.
“Toplumsal hayatta çok bir şey değişmedi mi?” diye soruyorum. Cevaplıyor: “‘Tarih tekerrürden ibarettir’ lafı bence çok sağcı ve tehlikeli bir laf. Ama yer yer doğru olduğunu kabul edebiliriz. Bunu bir veri olarak kabul etmeyip ‘Hep böyle oluyor’ demediğimiz sürece sıkıntı yok. Siyasi iklimde bunun ikinci bir tarafı. ‘Zihinler Altında 20.000 Fersah’ dememin de aslında asıl sebebi buydu. O zihin şu anda linççilik yapan, o çocukların içerde olmasına ‘Oh olsun’ diyenlerle ortaya çıkıyor. 1950’li yıllardan beri üst üste konarak oluşmuş bir bilinç bu. Linç kültürü dediğimiz şey; siyasetin belli bölümünün genlerine işlemiş durumda.”
‘İNANMAYINCA DA KIZIYORLAR’
Kitapta asparagas haberler yer alıyor. Ancak bugünle bağını konuşalım biraz. Bugün çok önemli diye sunulan haberlerin hiç de öyle olmadığını çok kısa bir zamanda öğreniyoruz. Bu gazetelerin manşetlerine kadar çıkıyor. Bugünkü yalan ve asparagas haberleri karşılaştırdığın da nasıl bir tablo çıkıyor ortaya?
Geçmişte asparagas ekolü zaten haberi yalan haber yapmak için yapıyor. Gazetenin öyle olduğu biliniyor. Asparagas marifet diye söylemiyorum ama iyi gazeteciyseniz iyi asparagas yapabilirsiniz. Hangi olay manşete çıkar, kim ilgi çeker? Sakallı bebek bir şahaserdir mesela. O her şeyiyle asparagas başyapıtıdır. Şimdiyse bir sürü sorun var. En önemlisi bir marifetten çok uzak. O kadar akılsız, fikirsiz işler yapıyorlar ki. Bir yerden alınmış bir kadının görüntüsünü alıp “PKK’lı yol kesti” diye haber yapıyor. Burada kötülük var. Burada en güzel örnek Yeni Şafak’ın İsmet İnönü mektubudur. Kötü gazetecilik var, cehalet var (çünkü Şükrü Kaya ile İsmet İnönü can düşmanları) yeteneksizlik var ve bizim inanacağımızı varsayacak kadar düşük zeka var. Sakallı bebek haberinde yazan kişi “Sakallı bebek diye haber yaptım ama buna inanılır mı?” diye yazı yazdı. Şimdi inanmayınca kızıyorlar. Mesela telefon kayıtları çıktı. Adam dedi “montaj”. Tamam eyvallah. Buna inanmamızı beklediler. Sonra montaj dedikleri kayıtları, kaydettiklerini söyledikleri bir takım eski suç ortağı olanları içeri attılar. Şimdi onlara da kızmamızı bekliyorlar. Mesela Hopa Arhavi’de selden 8 kişi öldü. Çevre Bakanı çıkıp dedi ki “HES’ler bunu engelleyecek”...
Evrensel'i Takip Et