27 Aralık 2015 06:03

Yusuf KARATAŞ

Cihatçı çetelerin desteklenmesi, Rus uçağının düşürülmesi, Musul’a asker gönderilmesi ve Kürdistan’ın birçok kentinin sokağa çıkma yasakları eşliğinde kuşatılması… AKP-Erdoğan iktidarının içeride ve dışarıda savaş politikalarındaki ısrarı, ne yazık ki yeni yılda barış umudundan çok savaş kaygısını büyütüyor. Ve yine ne yazık ki toplumun büyük bir kesimi, üzerine ölü toprağı serpilmişçesine, ülke adım adım daha büyük bir felakete doğru sürüklenirken adeta sesini kaybetmiş gibi susuyor.
Peki, bu günlere nasıl geldik?
AKP iktidarı, 2011’de yanına Katar ve Suudi Arabistan’ı alarak ABD-Fransa gibi Batılı emperyalistlerin desteğiyle Suriye’ye müdahale politikalarının öncülüğüne soyunduğunda ülke içinde Kürt hareketiyle de ‘savaş hali’ devam ediyordu. Bir yandan Esad rejimi devrilerek yeni Osmanlıcı sosa bürünmüş bir bölgesel liderliğin önü açılacak, öte yandan da Kürtlerin Rojava’da statü sahibi olması engellenerek Kandil’deki PKK’nin kuşatılacağı yeni bir cephe açılacaktı. Ancak evdeki hesap Bölge’deki gelişmelere uymadı. 2012’de Kürtler Rojava’da yönetimi ele alıp demokratik kantonlar kurdular. Rojava’da Öcalan’ı önder olarak gören ve PKK ile aynı çizgide mücadele eden PYD’nin Suriye’de iki kamp arasında süren egemenlik mücadelesi sürecinde edindiği pozisyon, ülke içinde PKK’nin de devlete karşı mücadelede pozisyonunu değiştirdi. Bu koşullarda devlet ile Öcalan arasında İmralı’da görüşme süreci başladı. Erdoğan iktidarı, bu görüşme süreci boyunca Rojava kantonlarını yok etmeye yönelik önce el Nusra ve sonra IŞİD’e, MİT TIR’ları ile silah ve her türlü desteğin verilmesine dayalı bir politika izledi. Rojava kantonlarını yok ederek devleti görüşme sürecine zorlayan süreci tersine çevirmeyi ve Kürt hareketine kendi çözümünü dayatmayı istiyordu.

KANTONLAR MUHATAP KABUL EDİLDİ AKP RAHATSIZ OLDU

Ancak AKP- Erdoğan için yine işler yolunda gitmedi. Rojava kantonları, IŞİD’e karşı mücadele sürecinde hem ABD ve hem de Rusya bloğu tarafından meşru muhatap haline geldi. Ülke içinde ‘çözüm süreci’ Kürt hareketinin ülkedeki emek ve demokrasi güçleriyle ortak mücadele zeminini büyüttü. Nihayetinde bu ortak mücadele 7 Haziran seçimlerinde HDP etrafında Erdoğan’ın başkanlık hevesinin kursağında kalmasına yol açan bir sonuç yarattı.
7 Haziran’da amacına ulaşamayan Erdoğan, ‘savaş ve kaos planı’nı devreye sokarak 1 Kasım’da ülkeyi yeniden seçimlere götürdü. Diyarbakır, Suruç ve Ankara’da patlatılan IŞİD bombaları, Kürdistan’da tırmandırılan savaş, ekonomik gidişatın giderek kötüleşmesi, kısacası her alanda sorunları derinleştiren AKP-Erdoğan iktidarı adeta toplumu rehin alarak 1 Kasım’da yeniden başa geçti. O günden bu yana Kürdistan coğrafyası adeta bir ateş çemberi. Sokağa çıkma yasakları eşliğinde kuşatılan kentler, JİTEM zihniyetinin devamcısı Esedullah timi gibi yapılanmalarla halka karşı dizginsiz terör dalgası bütün Kürdistan’ı sardı. Yakılmış ormanlarda kuş-yılan ölüleri, Cizre’de ablukada devlet güçleri tarafından katledilen 13 yaşındaki Cemile’nin cesedini kokmaması için dondurucuya koyan anne, gerilla Ekin’in çıplak cesedinin sergilenmesi, Hacı Birlik’in katledildikten sonra zırhlı aracın arkasına bağlanıp sürüklenmesi, Sur’da Esedullah timinin harabeye dönen evlerin duvarlarına Kürt halkını aşağılayan yazılamalar yapması ve Dört Ayaklı Minare’nin dibinde boylu boyunca uzanan Tahir Elçi…Bu kirli savaşın hafızalarda en çok yer eden kareleri oldu.

GAZETECİLER TUTUKLANIYOR, HABER SİTELERİ YASAKLANIYOR

Ve bu savaşın cephe gerisi. Ülkenin batısında işçi ve emekçi halk kitleleri bu savaşı kabullenip sustukça savaş onları da kuşatıyor. Gazeteciler tutuklanıyor, haber siteleri yasaklanıyor, sendikalar basılıyor, grevler yasaklanıp grevci işçiler coplanıyor. Şovenizm ve gericilik cenderesi altına alınan emekçi halk kitleleri daha fazla açlığa, yoksulluğa sürükleniyor. Yani bu kirli savaş yalnızca Kürt halk mücadelesini ezmeye çalışmakla kalmıyor, AKP-Erdoğan iktidarı savaşı ekonomik, sosyal, siyasal olarak daha fazla açmaza sürükledikleri ülkeyi yönetmenin bir aracına dönüştürüyor.
Rusya’nın Akdeniz’e etkin müdahalesinden sonra Akdeniz’e emperyalist güçlerin askeri yığınağı devam ediyor. ABD’ye üslerini açan ve Rusya’ya karşı NATO’nun ileri karakolu olarak önemi artan Türkiye’deki Erdoğan iktidarı, Rojava kantonlarına karşı saldırganlığını sürdürüyor. Kobanê ve Efrîn kantonlarının arasına tampon bölge oluşturmak için çetelere desteğini sürdürüyor.  Musul’a asker gönderirken -bu askerleri geri çekmesi hesabın ne olduğu gerçeğini değiştirmiyor- Sünni güçler ve Barzani yönetimi üzerinden Irak’ta etkin bir güç olmaya çalışıyor. Ülke içinde Kürt halkına karşı savaşın bir sonucu olarak ortaya çıkan hendekler bahane edilerek kamu görevlilerinin tahliye edildiği bir topyekûn savaş hali ilan ediliyor. Uzun lafın kısası yeni yıla içeride ve dışarıda geleceğini savaş politikaları üzerine inşa eden bir iktidarın, halklarımızı adım adım daha büyük felaketlere doğru sürüklediği koşullarda giriyoruz.
Bu yılı ‘yeni’ yapacak olan elbette mahşerin üç atlısı gibi savaş, ölüm ve yoksulluktan başka bir şey vaat etmeyen ülke gericiliğine karşı bütün emek, barış ve demokrasi güçlerinin seslerini, güçlerini birleştirmesi olacaktır. Çünkü ancak emek ve demokrasi güçlerinin birleşik mücadelesi ile sesini kaybeden ülkede halklar yeniden seslerine kavuşacak ve kendilerine dayatılan kadere ‘dur’ diyebileceklerdir.

Evrensel'i Takip Et