‘Abluka’ altında bir sinema sezonu!

Şenay AYDEMİR
Başlık keşke, yılın en iyi filmlerinden Emin Alper’in ‘Abluka’ isimli filminin yakaladığı başarının gölgesinde ve etkisinde geçen bir yılı tanımlamak için kullanılmış olsaydı. Evet, bir bakıma öyle de kullanıldı ama başlığın ‘gerçek’ anlamı, ‘mecazi’ anlamının yarattığı etkiye yaklaşmaktan bile uzak.
‘Abluka’nın Venedik Film Festivali’nde jüri özel ödülüne değer bulunması Türkiye sineması açısından yüz güldüren gelişmelerden birisiydi, evet. Tolga Karaçelik’in ‘Sarmaşık’ filminin Sundance’de gösterilmesi ve beğeni kazanması. Sonra Türkiye festivallerinde yarattığı etkiyi de bu haneye ekleyebiliriz. Özcan Alper’in sosyalist bir Ermeni şairin İkinci Dünya Savaşı yıllarında siyasal baskı ve Varlık Vergisi yüzünden ülkeyi terk etmek durumunda bırakılışını anlattığı ‘Rüzgârın Hatıraları’nı da bu yılın artı hanesine yazalım. Alper’in filmi kimilerince eksik bulunsa da, Ermeni bir karakteri başrole taşıdığı ve yönetmenin politik sinema dilindeki ısrarını bir kez daha gösterdiği için önemliydi.
Başka ne oldu? Zeki Demirkubuz başrolünde yer aldığı ve memleket aydınının ‘karanlık’ dünyasını anlattığı ‘Bulantı’ ile çıktı karşımıza. Filmin sevenleri olduğu gibi burun kıvıranları da var. Ama ‘Bulantı’, Demirkubuz’un iğneyi kendisine en fazla batırdığı yapımı olarak da kayıtlara geçti. Bizim burada hem ‘sermaye yapısı’ hem de hikâyesini ele alış biçimini fazlaca ‘yabancı’ bulduğumuz ‘Mustang’ ise Oscar’a doğru yol alıyor. Yabancı Dilde En İyi Film Kategorisi’nde ilk dokuza kalan filmin beşlik listede yer alması sürpriz olmayacak. Çünkü Altın Küre Ödülleri’nde ilk beşe kalmayı başardı. Biz filmi fazla ‘oryantalist’ bulduk, Batılılar bağırlarına bastı. Ne diyelim yolu açık olsun.
SANSÜR YİNE BAŞROLDEYDİ
Geçen yıl satılan bilet adedi 60 milyonun üzerine çıkınca “Tutmayın bizi geliyoruz, Türk sinemasını kimse durduramaz. Gişede patladık coştuk…” nağraları atanların sesleri biraz cılız çıktı. Gişe rakamlarının geçen yılı yakalayamayacağı kaygısı yıl sonuna doğru ‘Düğün Dernek’ havasına bıraktı yerini. Hoş, geçen yılın rakamı yakalanacak mı henüz belli değil ama para belirli yerlere aktığı sürece sorun yok.
Tekrar ‘Abluka’ya dönelim biz. Film, devlet ablukası altında yaşayan bir mahalleye odaklanıyordu. Düşünün yönetmen hikâyeyi ‘distopik’ olarak tasarlamış ve yazmış. Emin Alper’in ‘distopik’ evreninin Türk devletinin Kürt illerinde başlattığı sokağa çıkma yasakları ve son dönemdeki operasyonlar nedeniyle kadük kaldığını bile söyleyebiliriz. Türkiye’de gerçek hayat, film evrenini bile geride bırakabiliyor bazen.
Ama başlıktaki ‘abluka’nın mecazi tarafı Türkiye sinemasının asıl gündemini belirliyor ne yazık ki. Nisan ayında İstanbul Film Festivali’nde ‘Bakur’ belgeselinin eser işletme belgesinin olmadığı gerekçesiyle gösterilememesiyle patlayan sansür süreci, ulusal yarışmadaki filmlerin çekilmesiyle alevlenmişti. Hemen ertesinde Ankara Film Festivali de bütün yerli yapımların gösterimini iptal etti. Antalya Film Festivali, geçen yıl “Yer Yüzü Aşkın Yüzü Oluncaya Dek” belgeseline uyguladığı sansürü bu yıl belgesel yarışmasını kapatıp, kimsenin hangi kriterlerle seçildiğini anlamadığı bir belgesel seçkisi göstermeyi uygun buldu.
Bu, sinema üzerindeki ablukanın festivaller ayağına dair olanı. Bir de ticari olanı var ki, nasıl çözüleceğine dair kimsenin fikri yok. Ülkenin eli yüzü düzgün bütün yönetmenleri ve filmleri salon bulma ve seyirciyle buluşma konusunda ciddi sıkıntılarla karşı karşıya. Bu uzun süredir devam eden bir sorun. Mesela, 4-6 Aralık’a denk gelen hafta sonunda “Düğün Dernek 2: Sünnet” ve “Ali Baba ve Yedi Cüceler” filmleri Türkiye’de var olan 2 bin 300 sinema salonun 1700’ünü kaplamıştı. Tam bir işgal.
PİYASA TEK ELDE TOPLANIYOR
Memleketin en büyük sinema gurubu Mars, seyirci piyasasının yüzde 50’den fazlasını kontrol ediyordu. Şimdi bir de dağıtım şirketi kurup bu alanın da yüzde 30’unu eline aldı. Bir yandan da film yapıyor. Ortalama bir ekonomi bilgisinin bile burada bir ‘tekel’ olduğunu görebilirken, bakanlık görmüyor. Ülkede sinema ekonomisinin bütün geliri adaletsiz bu ekonomik yapı yüzünden birkaç elde toplanırken, diğer film üreticileri yeni filmler için kaynak ve daha sonrasında da gösterim yapacak salon bulmakta zorlanıyor. Geçen yıl yerli film başına 330 bin seyirci düşerken bu rakam 2015’te 240 bine geriledi. Bir filmi isterse on milyon kişi izlesin, adaletli bir dağıtım ve gösterim modeli oluşturamazsanız sinemanızın ömrü uzun olmaz.
Ama bu ülke ders almamasıyla meşhurdur neticede. Yeşilçam’ın kolay para uğruna yaratılan arz fazlası ve istismar edilen seyircinin kaçışıyla nasıl çöktüğü ortadayken aynı şey bir kez daha tekrarlanıyor. Ne diyelim...
Kültür Bakanlığı, festivaller ve adil olmayan rekabet koşulları altında kendisini var etmeye çalışan bir sinema sektörü söz konusu epey zamandır. Üzerine bir de sansürü, bakanlık desteklerinin “Demokles’in kılıcı” gibi sinemacıların üzerinde sallandığını düşünün… Yalnızca Türkiye siyasetini değil, sinemasını da tanımlamak için kullanabileceğimiz en etkili sözcük: Abluka!
Evrensel'i Takip Et