27 Aralık 2015 04:37

Cumhurbaşkanına hakaret sınırları aştı!

Paylaş

Nihan GÜNELİ

Ülkemiz 2014 yılı ağustos ayından bu yana, esasında eskiden beri kullanılagelen ve fakat bu denli yoğun şekilde uygulanmayan bir Türk Ceza Kanunu maddesiyle tanıştı. Türk Ceza Kanunu’nun “Devletin Egemenlik Alametlerine ve Organlarının Saygınlığına Karşı Suçlar” başlıklı üçüncü bölümünde 299. maddede düzenlenen “cumhurbaşkanına hakaret suçu”, cumhurbaşkanına hakaret eden kişinin, bir yıldan dört yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılmasını ve suçun alenen işlenmesi hâlinde, verilecek ceza altıda biri oranında artırılmasını öngörüyor. Maddenin son fıkrasında, bu suçtan dolayı kovuşturma yapılması, adalet bakanının iznine bağlanmış.
Cumhurbaşkanına hakaret maddesinin, ağırlıklı olarak cumhurbaşkanına eleştiride bulunan kişilere uygulanıyor olmasının yarattığı korku ise, bu madde sebebiyle tutuklanma haberlerinin gelmesiyle pekişti. 299. maddenin soruşturma ve kovuşturma sebebi olarak kullanıldığı durumlar oldukça çeşitli: Mitinglerde yapılan açıklamalar da bu suça konu teşkil edebiliyor, cenazelere katılan ölen askerlerin yakınlarının yakarışları da; gazete haberleri, köşe yazıları ve dahi karikatürler de, sosyal medya paylaşımlarının yanında, sosyal medyada paylaşılan içeriği ‘beğenmek’ de. Üstelik yalnızca cezai soruşturma ve kovuşturmalar değil, aynı zamanda tazminat talepleri de ağustos 2014’ten beri neredeyse takip edilemeyecek şekilde artmış durumda.
Cumhurbaşkanı, deyim yerindeyse, toplumun her kesiminden kendisini eleştiren insanlardan bir eleştiri bedeli talep ediyor; ama maddi, ama manevi.
CHP eski Milletvekili Melda Onur tarafından 2015 yılı mart ayında TBMM’ye verilen bir soru önergesinin cevabı olarak Adalet Bakanlığı, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın seçildiği tarihten 28 Şubat 2015 tarihine kadar geçen altı aylık sürede, toplamda 105 adet kovuşturma yapıldığını ve bunlardan 8’inin tutuklama ile sonuçlandığını belirtti. 28 Şubat 2015 tarihinden bu yana ise kaç kişi hakkında cumhurbaşkanına hakaret suçundan kovuşturma başlatıldığını takip etmek oldukça güçleşti. 28 Ağustos 2015 tarihinde CHP Erzincan Milletvekili Erdoğan Özyalçın, dönemin Adalet Bakanı Kenan İpek’in yanıtlaması istemiyle TBMM Başkanlığına sunduğu soru önergesinde özet olarak, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın göreve başladığından bu yana kaç kişi hakkında “cumhurbaşkanına hakaret suçu” kapsamında dava açıldığını sordu. Bu önerge dönemin Adalet Bakanı tarafından yanıtlanmamış olacak ki, mevcut durumda TBMM internet sitesinde yapılan sorguda, önergenin son durumu “hükümsüz” olarak belirtiliyor. Dolayısıyla, cumhurbaşkanını eleştirilerden korumak için açılan davalar, artık milletvekilleri tarafından bile cevap alınamayan bir mit haline dönüştü demekte, sanıyorum herhangi bir sakınca olmayacaktır.

ULUSLARARASI MEVZU OLDUK

Üstelik cumhurbaşkanına hakaret suçu artık yalnızca ulusal meselemiz de değil: Aralık ayında, bu suçu işledikleri iddiasıyla Rusya Devlet Başkanı Putin ve Savunma Bakan Yardımcısı Antonov hakkında dahi suç duyurusunda bulunuldu. Yine, Aydın 3. Asliye Ceza Mahkemesi’nde süren bir cumhurbaşkanına hakaret davasında, hakarete konu “Gollum” karşılaştırmasının araştırılması için bilirkişi atanması haberi, Türkiye sınırlarını aşınca, Gollum karakterinin yer aldığı Yüzüklerin Efendisi filminin yönetmeni Peter Jackson, fotoğraflardaki karakterin esasında ‘neşeli ve tatlı bir karakter olan, yalan söylemeyen, aldatmayan bir karakter olan Smeagol’ olduğuna ilişkin bir açıklama yayınladı.
Gelinen son durumda, cumhurbaşkanının hassasiyetlerini belirlemek ve cumhurbaşkanına hakaret suçunun sınırlarını tespit etmek de oldukça güçleşti: Parti başkanlarına, gazetecilere, öğrencilere, eşitlikçi bir yaklaşımla(!) soruşturmalar ve kovuşturmalar başlatılıyor; hatta bu kişiler, cumhurbaşkanına hakaret suçu katalog suçlardan olmamasına rağmen tutuklanabiliyor. Asker/Polis cenazelerinde, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ı eleştiren ölenin yakınları ve sokakta yüksek sesle Cumhurbaşkanı Erdoğan’ı eleştiren vatandaşlar tutuklanıyor. Sosyal medya hesaplarından Cumhurbaşkanı Erdoğan’ı herhangi bir şekilde ve biçimde eleştirenler tutuklanıyor. Tutuklanan vatandaşlara hukuki destek sağlayan, onların savunmalarını yapan avukatlara dahi soruşturmalar açılıyor.
Oysa cumhurbaşkanına hakaret suçu tutuklama sebebi olamayacağı gibi, suçun kendisi de başlı başına Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin 10. maddesinde düzenlenen ifade özgürlüğüne aykırılık teşkil ediyor. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin (AİHM) pek çok kararı, istikrarlı olarak, eleştirinin Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin 10. maddesi hükmü olan ifade özgürlüğünün bir parçası olduğunu; hele ki, bir siyasetçinin kabul edilebilir eleştiri sınırlarının vatandaşlara göre çok daha geniş yorumlanması gerektiğini ve devlet başkanlarının hakaret söz konusu olduğunda, vatandaşlardan daha ayrıcalıklı değerlendirilemeyeceklerini açıkça belirtiyor.
Türkiye, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’ne (AİHS) taraf olması sebebiyle ve Anayasa’nın 90. maddesi uyarınca, “usulüne göre yürürlüğe konulmuş milletlerarası antlaşmalar kanun hükmünde” olduğundan ve de cumhurbaşkanına hakaretin ayrı bir suç olarak düzenlenmesi gerek AİHS’in ifade özgürlüğüne ilişkin maddesine ve gerekse AİHM içtihatlarına açıkça aykırı olduğundan, esasında TCK m. 299’da düzenlenen cumhurbaşkanına hakaret suçunun esas alınarak uygulanma alanı bulması düşünülemez. Bugün bu maddeden verilen cezaların, yarın AİHM önüne geldiğinde Türkiye aleyhine yüklü tazminatlara sebep olacağını tartışmaya gerek dahi yoktur. Dolayısıyla, bu madde sebebiyle ifade özgürlüğünün engellenmesine devam olunması halinde, Türkiye’yi AİHM nezdinde bekleyen gelecek, hiç de parlak olmayacaktır.

İÇİNE ATA ATA...

Fakat bence, Türkiye’nin gelecekte muhatap olacağı tazminatlardan daha önemli bir sorunu var: Korku ve korkunun sonucunda oluşan otosansür. Eleştiri hakkını kullanan kişilerin, hem de bu kadar şiddetle, hatta tutuklanarak cezalandırılması, demokrasinin mutlak gerekliliklerinden olan tartışma ortamını sürekli olarak zedeliyor ve bu durum sürekli bir otosansüre sebep oluyor. Yaratılan korku atmosferi, vatandaşların düşüncelerini özgürce paylaşmalarını, eleştirilerini mutahaplarına iletmelerini engelliyor. Bu tam da bir toplumsal “içine atma” durumu. Mecburi olarak susuyoruz. Susuyoruz ki, başımıza bir şey gelmesin; susuyoruz ki, soruşturmaların, kovuşturmaların, ceza ve tazminat davalarının ve hatta tutulanmanın muhatabı olmayalım; susuyoruz ve içimize atıyoruz. Freud, ifade edilmeyen duyguların hiçbir zaman ölmeyeceğini, canlı canlı gömüldüklerini ve daha sonra çok daha çirkin bir şekilde ortaya çıkacaklarını söyler. Mutsuz, kırgın, öfkeli, derdini, sıkıntısını paylaşamayan ve en önemlisi hiçbir şekilde adalete güvenmeyen bir toplum... “Çok değil, kısa bir süre önce verilmiş ‘ileri demokrasi’ ve ‘Yeni Türkiye’ sözlerine inanmış bir halk için ne hazin bir son...”

ÖNCEKİ HABER

Krizlerin, çatışmaların ve eksen savaşlarının yılı

SONRAKİ HABER

‘Abluka’ altında bir sinema sezonu!

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...