13 Aralık 2015 02:09

Bir ‘an’ içine hapsedilmiş yaşam öyküsü

Fotoğraf sanatçısı Ayçin Bayraktaroğlu dünyanın bir çok ülkesine gidip portre çekiyor. Şektiği portreleri 'bir ‘an’ içine hapsedilmiş bu yüzler- yaşlısı, çocuğu, genci ile aslında bize evrensel insanı anlatan birer yaşam öyküsü' olarak tarif ediyor.

Paylaş

Önder GÖKSAL
www.rotka.org

Malum hepimizin cebinde bir fotoğraf makinesi var artık, ama fotoğrafçılık sadece deklanşöre basmakla yapılan bir işlem değil. Her gün sosyal paylaşım siteleri aracılığıyla yüzlerce fotoğraf görüyoruz ama çok azı için parmaklarımız ‘beğen’ butonuna dokunuyor. Ayçin Bayraktaroğlu dünyanın birçok köşesine seyahat etmiş bir portre fotoğrafçısı, onun fotoğrafları her yüze bir öykü sığdıran cinsten. Onun fotoğrafları sizi ‘beğen’ butonuna ister istemez götürecek emin olun. Kendisiyle çalışmaları ve fotoğrafçılığı üzerine bir söyleşi gerçekleştirdik...

Fotoğraflarınızı çektiğiniz insanlarla ilişki kuruyorsunuz. Nedir insanlarda yakaladığınız şey?
Profesyonel olarak çalıştığım dönemde gerek iş nedeniyle gerekse seyahat etmek benim için bir tutku olduğundan yaptığım yolculuklarda fotoğraf ile tanıştım. Daha o dönemde dahi her yolculuk, her gidilen ülke, her yeni keşif benim için en çok oranın insanları ile ilgilenmek demekti. Hiç bir zaman turistik yerlerde turistik geziler yapmakla ilgilenmedim, beni ilgilendiren insan suretleri oldu hep. Aynı yer kürede yaşadığımız halde en yakınımızdaki insanları, onların öykülerini bile gerçek anlamda paylaşamıyorken; bir de uzak diyarlardaki insanlar ve onların yaşamları…. Kimi zaman çok uzak, kimi zaman anlaşılmaz; bazen sıcak ve yakın. O insanlar bizim maceracı bir turist hevesiyle geldiğimiz - ve nihayetinde bırakıp gideceğimiz-  şehirlerinde, köylerinde, günlük yaşamları olağan bir şekilde akıp giderken neler yapar, neler düşünür, nasıl yaşarlar; Beni ilgilendiren hep bu oldu. Fotoğraf maceram da bu şekilde başlayıp bir tutkuya dönüştü.

Her fotoğrafçının kendine göre bir tarzı var. Sizin fotoğraflarınıza bakınca aynı zamanda fotoğrafını çektiğiniz kişilerin yaşamlarına ilişkin ‘izler görüyoruz. Siz tarzınızı nasıl tanımlıyorsunuz?
Bu fotoğraflar -sadece bir “an” içine hapsedilmiş bu yüzler-  yaşlısı, çocuğu, genci ile aslında bize evrensel insanı anlatan birer yaşam öyküsü. Yaşamı irdeleyen, sanatın üstüne inşa edilmekle yükümlü olduğu felsefenin yerini alabilecek; yoğunluk ve derinliği algılayabileceğimiz yaşamın ta kendisi. Üstelik gerçekçi ve naif algının önünü açar mahiyette.  
İşte bu nedenle, ‘kalıcı olsunlar’ diye ve belki izleyenler de bu öyküleri onların yüzlerinde görür diye ve onlar için belki de ‘yeni ve sonsuz öyküler yazar’ diye ve belki böylece ‘dünyamız biraz daha zenginleşir’ diye fotoğraflarımı paylaşmak istiyorum.
Benim yapmaya çalıştığım şey, ruhları bir fotoğraf karesinde sonsuzlamak. Portrelerimin tek amacı ifadeleri hapsetmek, insanlığın bin bir öyküsünü bu yolla anlatabilmek. Bana takipçilerim “ruh avcısı” diyorlar. Zira yapmaya çalıştığım tam olarak bu.

Fotoğrafçılık ekipmanları oldukça pahalı; ‘Bu işe ne kadar çok para dökerseniz o kadar iyi fotoğraf çekersiniz.’ gibi yaygın bir inanış var. Bu görüşe katılıyor musunuz?
Kısmen doğru, kısmen değil. İyi bir ekipman tartışmasız teknik anlamda iyi bir fotoğraf çekilmesinde rol oynuyor. Ancak teknik anlamda iyi çekilmiş fotoğraf gerçekten “iyi” bir fotoğraf olmayabiliyor.  Fotoğrafın doğasında izleyende bir duygu uyandırmak var. İzleyici normalde fotoğrafı izleyip “ teknik olarak çok iyiymiş bu fotoğraf” demiyor. “çok sevdim, beni hüzünlendirdi, çok keyif aldım, ne kadar şaşırtıcı” gibi tamamen duygularını ortaya döken tepkiler veriyor. Bu nedenle izleyiciye ulaştırabildiğimiz duygu geçişi teknik ekipmandan öncelikli bana göre.

INSTAGRAM’IN TİCARİ KAYGISI ENDİŞELENDİRİYOR

Instagram’ı fotoğrafçılık açısından nasıl değerlendiriyorsunuz? Muhakkak katkıları olmuştur; ama olumsuz olarak eleştireceğiniz bir yönü var mı?
Instagram’ın fotoğraf adına bir çığır açtığına kuşku yok. Her türlü olumlu olumsuz eleştiri yapıldı hakkında. Kuralları alt üst etmesinden yakınıldı, fotoğraf olmayan fotoğraflar da olur mu dendi ama hiç kimse ne vazgeçebildi ne de karşı koyabildi. Instagram bir topluluk deneyimi çünkü.  Orada her birimiz yalnızca fotoğraf paylaşmıyoruz. Yaşamımızdan kesitleri, duygularımızı, acımızı, kızgınlığımızı, doğum günlerimizi bize dair birçok şeyi paylaşıyoruz. Yeni insanlar tanıyor, yeni arkadaşlıklar kuruyor, dünyanın her köşesinden insanlarla ortak paydalarda buluşuyoruz. Bu topluluk deneyimi eşsiz, bunun fotoğraf üzerinden yürüyor olması ayrıca eşsiz. Ben orada paylaşılan her karenin bir emek ürünü olduğunun farkındayım. Fotoğraf iyi ya da kötü olabilir ama bir emek harcanmış, o fotoğraf çekilmiş, oraya yüklenmiş, paylaşılmış, ne olursa olsun bir emek var. Bu nedenle de her bir fotoğrafa saygı duyuyorum.
Eleştirim Instagram’ın da son zamanlarda giderek daha fazla ticari kaygılar nedeniyle bu topluluk deneyimini kısıtlıyor, azaltıyor olması. Umarım böyle bir oluşum salt ticari kaygılarla ruhunu kaybetmez. Sözüm Instagram’a ama kim duyar ne kadar duyar orası meçhul…

İLK 10.000 FOTOĞRAFINIZ EN KÖTÜ FOTOĞRAFINIZDIR

Fotoğrafçılığa yeni başlayacak birine yol göstermek için ilk önerileriniz neler olur?
Fotoğraf tutku işi. Yürekte hissetmek ile ilgili her şey. Yeni başlayacaklara önerim normalde hiç yürümeyecekleri yerlerde yürümeleri, normalde hiç konuşmayacakları insanlarla iletişime geçme yollarını aramaları, çok fazla fotoğraf ve resim izlemeleri ve tabii onlarca yüzlerce kare çekmeleri. Bresson’un meşhur sözü: ilk 10.000 fotoğrafınız en kötü fotoğrafınızdır.

ÖNCEKİ HABER

Aile, aşk, devlet

SONRAKİ HABER

Adana'da 'Dünya Rakı Günü' etkinliğine tabancalı, döner bıçaklı saldırı girişimi

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...