06 Aralık 2015 04:44

Charlie Hebdo’dan MİT TIR’larına

Paylaş

Ayşe YILDIRIM

Hepimizin gözünden uykusuzluk akıyor. 24 saattir ayaktayız. Fransa’dan beklediğimiz sayfalar hem tahminimizden daha geç, hem de daha fazla geldi. Gazetede beş-altı kişiyiz ama dışarıda dev bir kadro bekliyor. Ragıp Duran’ın koordinatörlüğünde 8 kişilik ekip yazıları, karikatürleri Türkçeye çeviriyor. Sayfalar yeniden yapılıyor.
Yorgunluğumuzu silip atıyor yaptığımız işin verdiği gurur. Gün ağarıp ortalık hareketlenmeye başladıktan sonra gazete de yavaş yavaş canlanıyor.
Charlie Hebdo’nun katliamdan sonra çıkacak ilk sayısını Cumhuriyet’in vereceği sadece gazetede değil dışarıda da duyulmuş artık. Her kafadan bir ses çıkıyor. Hükümetin ‘basmayın’ baskısına, korku politikasına yenik düşen kimi gazetecilerden ‘uyarı’ telefonları geliyor. Gazete içinde de bir tedirginlik hakim. Kiminin ağzından ‘Bize ne yaparlar’, ‘Buraya da saldırırlar mı’ sorusu dökülüyor.
Akşam birkaç saatliğine uğramasına rağmen mesleğine yenik düşüp sabaha dek yazıları kontrol edip, çevirilere katkıda bulunan Özgür Mumcu’nun “En fazla bombalarlar, ona da biz alışığız zaten” dediğini duyuyorum.
Özgürlük düşmanlarınca katledilen Charlie Hebdo çalışanları... Evinin önünde bombalı suikastle katledilen Cumhuriyet yazarı Uğur Mumcu... Ve onun bugün Cumhuriyet yazarı oğlu Özgür Mumcu yazıişleri katında buluşuyor...
Çok değil 10 ay önce, Ocak 2015’ti tarih...
Aradan 10 ay geçti. Yıl bile değişmedi. Bir ifade özgürlüğü mücadelesi daha çaldı Cumhuriyet’in kapısını.
Genel Yayın Yönetmeni Can Dündar ve Ankara Temsilcisi Erdem Gül tutuklandı. İki gün sonra da Diyarbakır Barosu Başkanı Tahir Elçi öldürüldü.
“Geçmiş olsun” diyen, “Yanınızdayız diyen” dostlar, meslektaşlar, okurlar dolduruyor gazeteyi. “Alışkınız” diyoruz: “İlk defa yaşamıyoruz bunları.” Oysa ‘alışmamalıyız’, bir daha böyle şeylerin yaşanmayacağı bir ülke, bir dünya hayali için değil mi çabamız.

NASIL BİR GAZETE HAYALİ

Charlie Hebdo’nun artçı bedelini ağır biçimde ödemiştik. Gazeteye ve yazarlarımız Hikmet Çetinkaya ile Ceyda Karan’a Erdoğan ailesinin bireylerinin de müdahil olduğu davalar açılmış, yönetim yeniden şekillenmişti. Can Dündar henüz genel yayın yönetmenliği koltuğuna oturmamıştı. Haber Koordinatörümüz Murat Sabuncu, Can ve ben ‘nasıl bir gazete’ üzerine konuşuyorduk. Hayalimiz ortaktı; demokrasi, insan hakları ve ifade özgürlüğü öncülüğünde bir gazete... Doğal olarak bir gazetede olması gereken temel yaklaşımlar yani...
Şubat ayında yola çıktık. Peş peşe attığımız manşetler, yaptığımız haberlerle ezber bozduk. Charlie Hebdo’dan sonra soykırımın 100. yılında 24 Nisan’da ilk defa Ermenice attığımız başlıkla da kızdırdık birilerini.
Bugün yine bedel ödüyoruz. Belki bundan sonra da ödemeye devam edeceğiz. Tıpkı Evrensel’in, Özgür Gündem’in, Birgün’ün, Güneydoğu’da gazetecilik yaparken öldürülen, hapse atılan, dövülen onlarca gazetecinin ödediği gibi.
İfade özgürlüğünü savunmak hele de tek adam heveslilerinin iktidarda olduğu günlerde her zamankinden daha zordur. Böyle günlerde belli olur gerçek özgürlük savunucuları. Belki o yüzden Can ve Erdem’in ilk tutuklandığı gün bazı dostlar ‘yalnız bırakıldık’ diye yakındı. Ama bizler hep yalnızdık. Eğer çoğunluk olsaydık bugün bütün bunlar yaşanmıyor olacaktı. Onlara hep aynı şeyi söyledik; önemli olan az olmamız değil, kararlı olmamız ve dik durmamız. İstedikleri şeyi yani boyun eğmeyi kabul etmeyeceğiz. Biz tek bir kişi bile kalsak aynı kararlılıkla yolumuza devam edeceğiz.
Evet üzgünüz, hem arkadaşlarımız için hem mesleğimiz için hem ülkenin getirildiği hal için. Ama asla umutsuz değiliz.
Can ve Erdem, tutuklanmadan önce biliyorlardı aslında her şeyi. 1 Kasım sonuçlarıyla birlikte bazen ‘hangi gün gelirler’ diye espriyle karışık konuşuyorduk. Adliyeye gitmeden önceki gece Erdem ile olabilecekleri konuşmuştuk. “Ayşecim” demişti her zamanki zarif haliyle, “Biz bunların hepsini göze aldık. Bizim gidecek başka yerimiz, başka bir ülkemiz yok. Her koşulda mücadelemizi sürdüreceğiz.”
“Ya eşin?” demiştim: “Hazırladın mı onu da?” “Merak etme o benden daha güçlü” demişti. İçeriden gönderdiği ilk mektubunda yazdığı gibi onun üzüntüsü ‘mesleğe’ idi. Bir de çocuklarına...
Evet bizler bedel ödemeyi göze alarak çıktık bu yola. Ama gerideki çocuklar? Onlara nasıl anlatmalı bütün bunları. Sadece yazı yazdığı için, halkın haber alma hakkını savunduğu için babalarının hapse atılmasını kavrayamayan çocuklar onlar...
“Merak etme yavrum, MİT TIR’larının içinden silah falan çıkmadı, Suriyeli muhaliflere yardım olarak gönderilen Charlie Hebdo çıktı, baban bunu yazdığı için bir yere kadar gitti, bir dahaki kış gelecek” diye kafalarını karıştırsak belki şimdilik inanırlar bize. Ama sonunda onlar da bilecekler ki, büyüdüklerinde “Alışkınız biz” demesinler diyedir yaşanan bunca çile.

ÖNCEKİ HABER

Nusaybin'de yeniden abluka: 2 kişi polis saldırılarında yaşamını yitirdi

SONRAKİ HABER

Güvercin kanadındaki ömrümüz

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...