06 Aralık 2015 03:55

Kayıp tünel

Cem Pekdoğru, basketbolu bırakma kararı alan Kobe Bryant için yazdı.

Paylaş

Cem PEKDOĞRU

Gece gelen bir telgraf daha... Kobe Bryant, serbest vezinde, basketbola vedasını duyuruyor.

Gözü hâlâ Kobe’nin üzerinde olanları yerinden sıçratacak bir haber değil bu. Son sakatlığından yüzde 20 isabetle maç başına sekiz üçlük deneyen bir oyuncu olarak dönmüştü ve günleri sayılıydı. Michael Jordan gibi bir veda turu yapmayacağını söylüyordu sık sık. Son maçını izlerken bile izlediğimizin son maçı olduğunu bilmemizi istemiyordu. Bunu bir zayıflık olarak mı görüyordu? Hâlâ bu sözde zayıflıkları dert ediyor muydu gerçekten? Ya da her biri yüz milyon doları aşan değerde kontratlara, sponsorluk anlaşmalarına imza atarken bile asıl kazananın kendisi olmadığını hisseden bir “televizyon yıldızı” olarak, bu uydurma turun da bir ürüne, mezarlıkta tertiplenen ticari bir panayıra dönüşmesinden mi rahatsızlık duyuyordu? Gerçekten kazanmak istiyorsa bunu Duncan ve Nowitzki gibi yıldızları takip edip daha düşük bir yıllık ücrete gönül indirerek ispatlaması gerektiğini buyuranlara “Neden fedakarlıkta bulunan ben olacakmışım ki?​” diye karşı çıkan birinden bunu pekala bekleyebilirdik.

Sezonun açılış maçında Kobe ve Lakers, Timberwolves’u ağırlıyordu. Duygusal bir maç olacaktı. Hava aydınlanmak üzereydi. Bir gün geçmesine rağmen hâlâ Flip Saunders’ın ölüm haberini hazmetmeye çalışıyordum. Oyuncular hava atışı için pozisyonlarını aldıklarında da gördüğüm daha çok Flip’in izleriydi: Bir düşün gölgeleri. Birkaç hücum sonra bunun Kobe ve Garnett’i karşılıklı izleyeceğim son sezon olduğu gerçeğiyle yüzleştim. Kobe’den emin değildim ama Garnett’in geri dönmeyeceği kesindi. Bu sırada Kobe, ligdeki yeni süperyıldız adaylarından Andrew Wiggins’in üzerinden ilk saha içi isabetini buldu.

Bu basketle 2013’ün Mart ayına döndüm. Lakers felaket bir sezon geçiriyordu. Howard ve Nash’in sahadaki hallerini görmeye katlanamıyordum. 20 sayıya ulaşmak için 20 şut atmak zorunda olduğu verimsiz gecelerde bile suçu Kobe’de aramıyordum. Bununla birlikte, belleğimde büyük bir yer kaplayan mucizevi Kobe gecelerine bir yenisini ekleyebileceğini de zannetmiyordum. O Mart ayında bir gece, Raptors’a karşı, Kobe tam da bunu yaptı. Herkesin ümit kestiği bir maçı önce uzatmaya taşıdı. Takım savunma yapmadığı için hücumda hata payı neredeyse sıfırdı, fakat efsunlu bir uzatma devresinin sonunda Raptors’ı bir kez daha tek başına yendi.

Alan Anderson’ın çaresiz gözlerini, kenarda takım elbisesi içinde ayağa kalkan Pau Gasol’ü düşünmeyi bırakıp maça geri dönüyorum. Kobe hemen hemen aynı noktadan üç şut daha deniyor, bunların ilkinde yaptığı crossover ile Tayshaun Prince’in hayaletini ekarte etmesinin ardından salonda büyük bir gürültü kopuyor. Ama üç şut da çembere girmeyi reddediyor. Bu resme alışkınım. O ağır sakatlıklardan sonra 2013’ün Mart ayı bile tarih öncesi çağlar kadar uzak artık Kobe için. Staples Center sakinleri de bunu biliyor. Buna rağmen o zayıf crossover karşısında büyülenmiş gibi davranmaya çalışıyorlar. Bu kolektif “orgazm taklidi” acı verici bir şey mi, yoksa bilakis sporun yol açabileceği en güzel şeylerden birini mi izliyorum? Kobe ilk molaya 1/5 ile giderken sağ üstteki çarpıya tıklıyorum ve bu soruyla birlikte yatağa giriyorum.

Geçtiğimiz Pazar gecesi, Staples Center’ın boş koltuklarına bıraktığı bir mektup ve The Players’ Tribune’a astığı bir aşk şiiriyle karşılıyordu Kobe milyonlarca hayranını. Taraftarlara teşekkür ediyor, basketbol topuna ise son bir serenat yapıyordu. Bir yandan da bu veda turuna –tüm o yalancı büyülenme nidalarıyla beraber– ihtiyacı olduğunu itiraf ediyordu sanki. Takımına ne kadar zarar verdiğini ortaya dökmek için sıraya giren ileri istatistik meftunu yeni nesil yazarlara da “Hiç zahmet etmeyin,” diyordu, “zaten biliyorum.”

Vakit geldi. 24 numaralı oyuncunun işi tamam. Onu hak ettiği gibi uğurlamak için dört aydan fazla zamanımız var. Mektubun sabahında herkes bunun farkında, en iyi Kobe hikayelerimizi sıralamaya başlıyoruz. 81 sayı attığı gecede nerede olduğumuzu soruyoruz birbirimize, “İstanbul’da deli kar yağıyordu” diyoruz. Üç çeyrekte 62 sayı attığı Mavericks maçının daha etkileyici olduğunu iddia ediyor biri. Üst üste dokuz maçta 40 sayı barajını aştığı olağanüstü seriye ait bir maçı yakalayacak kadar şanslı olanlar, böbürlenme fırsatını kaçırmıyor. Ama bu sabah en güçlü hikaye sizin olmasa da olur. Listelere girmeyecek bir Raptors maçı, 34 yaşındaki bir Kobe bile işinizi görebilir.

Hiçbir zaman tünelin ucunu görmediğini, sadece kendisini bir tünelden koşarken gördüğünü yazıyor bir dizesinde. Yirmi yıllık bir tünel aslında bu. Ya da başka bir ifadeyle, yirmi yıl uzunluğunda bir tünel-zaman. Yalnızca Kobe’yi değil, onunla birlikte içine adım atan herkesi dönüştüren bir tünel. Sezon sonunda bu tünelden çıkıyoruz. Bize Garnett’in, Duncan’ın, Nowitzki’nin tünellerinden çıkan başkaları katılacak. Onca yıldan sonra güneşi yeniden göreceğiz. Yakıcı olabilir. Ve yeni bir tünele girmeye bir daha asla cesaret edemeyebiliriz.

ÖNCEKİ HABER

Gökkuşağının renkleri hikayelerini yazar

SONRAKİ HABER

FM 2016: ‘Dikkat, bağımlılık yapar’

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...