29 Kasım 2015 04:07

Sennur Sezer anısına

Paylaş

Suna ARAS

Aydın (Çubukçu) “anamızı kaybettik” diye sarıldığında, bilincin algıladığından kendini koruma isteği belki, belki Aydın’ın sesindeki derin acının kuyusuna düşme korkusunun telaşı, katlayıp kaldırmışım o görüntüyü! Sonra acıyı, zamanı, mekânı, o anı...
Gözlerimi kaçırarak orta yerde upuzun duran o tahta sandıktan!
Sanki saklanmışsın da bir yerlere, sanki çıkıp gelecekmişsin gibi aniden, öyle anaç, öyle direngen, yüzünde şakacı bir gülümseme, katılacaksın özgürlüğün uzun, engebeli, tutkulu direnişine.
Tıpkı şiirlerin gibi sahici, tıpkı duruşun gibi anlamlı, tıpkı sesin gibi gür, tıpkı memelerin kadar anaç, yüreğin gibi cömert, Adnan’ın (Özyalçıner) eli, ayağı, sevgilisi olaraktan, çıkıp geleceksin bir yürüyüş kolunda gibi kararlı, güleç...
Sırf yalnız bırakmamak için emekçi oğullarını, kızlarını, grev yerlerini, sömürüye, faşizme inat, çıkıp geleceksin dostlarının, yoldaşlarının omuz başlarını ıssız bırakmaya kıyamadan, dudaklarında muzip bir gülümseme, direnç ve şiir.
“Yağmalanmamış bir sözcük gerekli / seçkinliği güzelliği yansıtmaya/ Yoncalar gibi bitek bir sözcük/ simge olsun/ öldürülen dostlarıma.”
“Öldürülen dostlarıma” dedin de Sennur, çıbanbaşları gibi patladı yaram.
Sahi ne kadardı öldürülen oğullar, kızlar, çocuklar, dostlar ne kadardı Sennur, ne kadardık sahi?
Rakam mıydık? Sayı mıydık? İnsan mı?
Her biri bir dünya iken, destanlara, öykülere, romanlara sığmaz iken, işkencehanelerde, bir kurşunun kalleş vızıltısında düşüp kalırken oğullarımız, kızlarımız...
Hangi ederle ölçülebilir bir gülüşün güzelliği?
Hangi rakama sığar hayatlar?
İyi haberler veremediğim için üzgünüm!
Bu kez Ankara’da kurmuştu cellât en kanlı tuzağını.
Kana bulayıp Ankara Garı önünü, barışın, kardeşliğin, özgürlüğün yürüyüşünü durdurup, türküsünü susturmaya çalıştılar! Bir görsen Sennur bir görsen alan karanfil tarlası?  
Yüreğimize onlarca yara açtılar derin mi derin!
Parçaladılar ruhumuzu onlarca yerinden, kolsuz bacaksız bıraktılar barış sevdalılarını!
Bağışla bizi Sennur, kızlarını, oğullarını, yoldaşlarını paramparça gönderdik o yıldızlı sonsuzluğa!
Karşılayıp basmışsındır bağrına.
Ağırlamışsındır onları en değerli konuklar gibi.
Sarıp sarmalayıp yaralarını yatırmışsındır dizine.
Şiirler okuyorsundur bir anaç tanrıça gibi. Gözlerin nemli olsa da umudun alevli...
“Elim ateşten korkmuyor,/ Ülkemin bütün kadınları gibi tırnaklarım küt/ Ateşten sıcak bir tencereyi yanmadan alabilirim/ Köz basarım yüreğime./ Yüreğim nasırlarıyla umudu koruyor,/ Bir küçük ışıltıyla baharı bekleyen/ Çekirdek ateşten korkmuyor.”
Seni ilk bir toplantı salonunda tanıdım Sennur. Mekânı ve tarihi tam olarak hatırlamıyorum ama konu şair kadınlar sorunuyla ilgiliydi ve doksanlı yılların başıydı. Sanıyorum demeyeceğim çünkü doksanlı yıllar benim için önemlidir, o tarihlerde firariler gibi duvarları delerek kendime nefes alacağım alanlar yaratmaya, başkaldırı provaları yapmaya başlamıştım. Senin gürül gürül konuşma yaptığın o mekânda ben de susturulanlar sınıfından geldiğim için çekingen, kalabalıklar önünde konuşmaya alışık olmadığım için ürkek, kendimden örnekler vermiştim şair kadın sorunsalına denk gelen örneklerle. Dilim, damağım kurumuş olarak, yüreğimde şiir yanığı izler! Yüzün iki elinin arasında dikkatle dinlemiştin. Söyleşi sonrası çağırıp yanına oturtmuştun.
Sanıyorum söylediklerim etkilemişti seni. Elini dizime koyarak, demiştin ki “Sakın vazgeçme, kadın olmak, hele kadın olarak şiir yazmak her zaman sıkıntılı olmuştur bu ülkede, hatta dünyada. Sen ne ilksin, ne de son olacaksın. Önemli olan her şeye rağmen direnmektir” ve bir sürü şey daha söylemiştin, örnekler vererek şiirlere yasaklanmış şair kadınlardan! Söylediklerini, altın bir küpe gibi asmıştım kulağıma. O günden sonra, düştüğüm yerde, ellerime uzanan bir dost elinin sıcaklığını hissettim ve ellerimi o sese uzatarak kalktım ayağa... Sonra birçok miting alanında, yürüyüş kollarında, grev yerlerinde omuz omuza vermenin keyfini yaşadık.
Söyleşilerde, şiirlerde buluştuk.
Gözlerimizde umuda yüklü sevinçler, damağımızda bedeli ağır olan kazanımların buruk tadı!
“İki çocukluyum/ Ozanım/ Düzeltirim/ Çocuklarımdır/ Bütün çocukları dünyanın//Evet kaygılıyım/Çocuklarım için/Korkmasınlar isterim/ Çalınışından kapının// Saygılıyım kurallara/Bu yüzden kurallar/ Saygılı olsun isterim/ İnsana/ Evet ozanım/ Çocuklarımdır/ Bütün çocukları/Dünyanın// İnsanın insandan korkmasına karşıyım/ İşte bunun içindir/ Bütün yazıp/ Altına imza attıklarım.”
Evet, bir aydın kadın, şair kadın ve yazar olarak imzanı attın Sennur.
Kadın olmanın yaralı tarihine! Özgürlük mücadelesinin direniş güncesine!
Alın terinin yoksullaştırılmış sofra sevinçlerine!
Çocukların tedirgin edilmiş, incitilmiş gülüşlerine!
İnsan olmanın erdemine! Sevgiye, aşka, şiire ve umuda...
Ne kadar da yakışmıştı yaşamın şiirine, şiirin yaşamına!
Birbirini sarıp sarmalayan toprak ve ağacın öyküsünü anımsattırdı bana!
Ne zaman karşılaşsam seninle, gördüğüm o bitimsiz döngüydü.
Bugün dünden daha karanlık görünse de, bugün dünden daha yüklüdür umutlarımız!
Çare yok geri döndüm bilincin yangın yerine!
İçimde yürüyüş ve şiir yoldaşını kaybetmenin kocaman boşluğu!
Sürekli derinlerime iteklediğim o görüntüyü, acıyı, zamanı, mekânı ve o anı sıkıştırdığım yerden alıp, açıp bıraktım önüme!
Aydın’ın acısını kalbime basıp, sana bu yaralı mektubu yazdım.
İçinde yaralı konuklarına selamlar, umuda çoğalmanın inadı, barışa mecburiyetimizin bilinci, önce insan olmaya yazılı erdemimiz var! Bir soluk esinti şiirin ve hayatın anlamına!
Bir de unutmama sözümüz...
Direniyoruz Sennur en kanlı tuzakların keskin acılarına.
İnatla...
Üzülme, şiirin yanımızda!

ÖNCEKİ HABER

Delikanlı çağımızdaki cevher

SONRAKİ HABER

Stendal üzerinden aşka bakmak -2

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...