10 Kasım 2015 00:53

Şebnem’im, kardeşim, yoldaşım…

Paylaş

Serap YURTMAN

Çok defa elim gitti sana yazmak için, yazdım yazdım sildim. Nereden başlasam, neyi anlatsam karar veremedim. Sonra senin bana doğum günümde yazdığın mektubunu okudum 13 Mayıs 2010’da. ‘Hediye alamadığım için mektup yazıyorum ablacım kusura bakma’ diyorsun. Ne kadar şanslı olduğunu yazmışsın bizim gibi ablaların olduğu için asıl biz ne kadar şanlıyız senin gibi kardeşimiz olduğu için sıpa. Bir de şapşiklik yapmışsın mektup yazarken ‘Ağlayıp gözyaşlarımın mürekkebi dağıtmasını çok isterdim ama çok cıvık bir moddayım ablam’ demişsin. Artık ben her okuduğumda ağlıyorum yazdıklarını ıslatmadan. Mektubun sonunda da ‘10 yılda bir gelir bana bu ilham bir daha 33. yaş gününde yazarım artık’ demişsin. 5 yıl sonra tekrar yazacaktın bana mektup şimdi ben yazıyorum sana. En çok sevdiğin şarkıyı Kara Güneş’ten ‘Yeniden’i dinleyerek yazıyorum. O kadar çok şey var ki sana yazmak istediğim. İçim dolup dolup taşıyor ama anlatamıyor ki insan kolay mı öyle? Sadece kardeşim olsan, ya da sadece yoldaşım belki paylaşımlarımız daha sınırlı olabilirdi. Ama sen benim hem kardeşim hem de yoldaşımsın. Nasıl anlatayım Şebnem’im seni, hayatımda ki eksikliğini, doldurulamaz boşluğunu nasıl anlatayım. İnan öyle zor ki çok zor sensizlik… 

Şebnem’im, daha doğmamış kızımın teyzesi, beni en çok güldüren insan, diğer yarım, canım, ciğerim senle birlikte hayattaki en değerli sıfatımı, kimliğimi kaybettim ben biliyor musun? Artık abla değilim, artık üç kız kardeş değiliz, artık ne büyüktür ne küçük kusursuz bir arada kalış hikayesi olan ortanca çocuk değilim. 
Çantan, eşyaların geldi geçen günlerde Mersin’den. Daha birkaç hafta önce götürdüğümüz kıyafetlerin, bir valiz ve karton kutu içinde geri geldi bize. Geçen doğum gününde aldığımız çantandan çıkan kalemle yazıyorum ardından bu yazıyı. Barış Blokunun kalemi ‘Kaleminiz barış yazsın’ yazıyor üstünde. Sonra kıyafetlerine baktık, uzun uzun kokladık. Bizi ziyarete gelen arkadaşların, yoldaşların istedi senden bir şeyler, çoğunu onlara dağıttık. Ama giymiş olduğun kıyafetlerini, sen kokanları annem kimseye vermedi. Bir bohça yaptı; ‘Kızım kokuyor, bunları veremem kimseye’ diyor. Aslında kirliydi kıyafetlerin ama mis gibi sen kokuyordu. Başına bağladığın yazmaları kokladık uzun uzun. Ağladık inanamadık tekrardan.  Sonra kitaplarına baktım. Yeni başladığın kitabın ‘Sakindi oranın şafakları’nın arasına ayraç koyduğun yerden öptüm. Bitiremedin kuzum kitabını. Keşke bitirseydin. Sonra Barış Blokunun sitıkırları çıktı çantandan ve bir bildiri Mersin Üniversitesi öğrencileri imzalı. Suruç’ta katledilen ‘Mersin Üniversitesi Tarih Bölümü Öğrencisi Emrullah Akhamur ölümsüzdür’ yazıyor içinde. ‘Savaşa hayır, Barış hemen şimdi’ diye de bitiyor. Tıpkı senin ölmeden önce son sözlerin gibi. 

Suruç Katliamı’nı öğrendiğimde saatlerce bağıra bağıra ağlamıştım, bir sürü çocuğu öldürdüler diye. Uzun uzun Polen’in Ezgi Saadet’in fotoğraflarına bakmış, ağlamıştım. Geleceğe dair hayallerini düşündüm. Aileleri geldi sonra aklıma, anneleri en çok da. Gidenler yarına gidiyor güneşe gömülüyor da ya anneleri? Ya geride kalanlar? Hep çok üzmüştür beni. Ağlayan bir anne görmek en büyük ızdırap benim için şu hayatta. Hele ki evladını kaybetmiş ve bu yüzden ağlayan bir anne. Şimdi kendi annem ağlıyor; ‘Kar kuzum, bahar gülüşlü kuzum’ diye. Şimdi senin fotoğraflarına bakıyorum uzun uzun, ağlıyorum. Senin yarım kalan hayallerini düşünüyorum. Bitiremediğin kitabın, çantandan çıkan yiyemediğin çikolatan, Mersin’e dönünce görüşürüz dediğin arkadaşını, bana bıraktığın acıyı, kızımı teyzesiz bırakışını düşünüyorum. 
Babamla çok farklı bir ilişkin vardı. Evin en küçüğü olmandan kaynaklı sanırım. Çok hazır cevap bir çocuktun. Babamla tartışmaların, atışmaların, babamın sana laf yetiştiremeyişi geliyor aklıma. Kürt sorunu üzerine tartışıyorduk ya bir gün, babam, sen, ben. Benim söylediklerime itiraz eden babam, aynı şeyleri sen söyleyince, ‘Tamam o konuda haklısın’ diyordu. ‘Ee aynı şeyi söyledim ben de’ deyince, ‘Kızım şunun bakışına baksana korkuyorum itiraz etmeye’ deyip gülüyordu. Bir gün yine babam sana ‘Senin yaşın kadar kitap okumuşluğum var. Bana mı anlatıyorsun?’ dediğinde senin; ‘Benim de senin yaşın kadar kitap okumuşluğum var, hiç girme istersen o konuya’ demene, çok gülmüştük. Babamın tepkisi ise ‘Kime çekti bu sıpa’ olmuştu. Babam şimdi bensiz ne yapar diye üzülme sakın. O kadar gurur duyuyor ki seninle, o kadar metanetli ki görsen şaşırırsın.

Anneme başsağlığı için gelenlerden biri kaç kızın var diye sorduğunda ‘üç kızım var’ dedi annem, daha doğrusu vardı. En küçüğüydü kaybettiğimiz dedi. Sustu, ağlamadı. Sadece sustu. Annem hep güçlü bir kadındı biliyorsun sen. Ama seni sevenler, arkadaşların, yoldaşların daha güçlü kılıyor onu. ‘Kızımın yaşı küçüktü ama ne kadar çok arkadaş, yoldaş edinmiş’ diye gururlanıyor. ‘Acılar paylaşıldıkça azalıyormuş’ diyor annem. Yoldaşların anneme anne diyor. O da onlara senmişsin gibi sarılıyor, ‘Bir Şebnem’im gitti ama bin Şebnem geldi’ diyor. Annem de metanetli merak etme. 
Ha bi’ de unutmadan, direnişleri boyunca yalnız bırakmadığın belediye işçileri başsağlığına geldi. Onlarla birlikte direniş çadırında tuttuğun nöbetleri, onların mücadelesini anlatmak için dağıttığın bildirileri, yaptığın çalışmaları anlattılar. Bir işçi çadırda çocuğuna matematik dersi verdiğini anlattı. İlerde seni anlatacaklarmış çocuklarına. Anneme babama ‘Böyle güzel evlat yetiştirdiğiniz için teşekkür ederiz’ dediler.                           
Kızıma seni anlatacağım uzun uzun. Ne kadar yürekli yiğit bir devrimci olduğunu, ne kadar vicdanlı, merhametli bir insan olduğunu. Ailemizin en güzeli, en zekisi, en sıpası olduğunu. Nasıl sürekli güldüğünü, hatta benim sana sürekli gülmenle ilgili tepki gösterişimi ‘İyi ki bi’güzel dişlerin var ha kapat şu ağzını’ dediğimi. 

Olmuyor biliyor musun Şebocan acıya alışılmıyor. Ama bir şeyler var değişecek, bir şeyler var değiştirmemiz gereken, önce acılardan başlanacak. 

Berkin’in alamadığı ekmek, senin bitiremediğin kitabın, Ali İsmail ile alamadığınız diplomalar, yarım kalmışlıklar o kadar yakıyor ki içimi. O kitabı ben bitireceğim ablacım. Senin alamadığın diplomanı kızım alacak. Hatta belki aynı üniversitede aynı bölümü okuyarak. Ama senin hayallerini yarım bırakmayacağız. Tamamlayacağız. Yere düşmüş bayrağını kaldıracağız. Daha da sıkacağız yumruğumuzu. Daha çok bağıracağız, Şebnem Yurtman dediklerinde yaşıyor diye. 

Ve son olarak ben seni çok seviyorum ablacım çok seviyorum. İyi ki benim kardeşimsin, iyi ki benim yoldaşımsın. Gülüşünden öperim çocuk…

Ablan, yoldaşın Serap

ÖNCEKİ HABER

Mültecileri ‘umuda’ yolcu ettik: Ölümle yaşam arasında 45 dakika

SONRAKİ HABER

Kırklareli ve Bursa Şişecam işçileri işçi kıyımını değerlendirdi:Sonu gelmeyen kıyımların habercisi

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...