28 Ekim 2015 13:28

34. kez 6 Kasım'ın gelip çatmasına ithafen!

Bu yazıda konumuz 34. Kuruluş yıldönümünü karşıladığımız YÖK’ün kurulduğu günden bugüne üniversitelerde neye etki ettiği ve bugün üniversitelerde bize bu noktada neyin düştüğü olacak.

Paylaş

Deniz ORTAKÇI
Ankara

“Yükseköğretimin tüm düzeyleri için etkili ve koordineli bir merkezi planlamanın olmaması, özellikle de altmışlı ve yetmişli yıllarda yükseköğretim kurumlarının sayısı, çeşidi ve öğrenci sayıları ile başka birçok hususta gözlenen hızlı artış nedeniyle yukarıda belirtilen yükseköğretim sistemi bir süre sonra başarısızlık ve yozlaşma işaretleri vermeye başlamıştır. Bunlara ek olarak 1960-80 arasında ortaya çıkan siyasi, sosyal ve ekonomik sorunlar, yükseköğretimdeki kötüye gidişi daha da artırmıştır. Bu nedenle yetmişli yılların sonunda köklü bir reform kaçınılmaz hale gelmiş ve sonunda 1981 reformu yürürlüğe konmuştur.” Bu cümleler YÖK’ün sitesindeki tarihçe bölümünden alıntı.
REFORM REFORM DEDİĞİNİZ
Bahsedilen ‘reform’ 17 yaşındaki gençleri idam sehpalarında katleden, yüzlerce binlerce insanın cezaevlerinde işkence görmesine sebep olan bir ‘reformlar sürecinin başka bir reformu’. Bu ‘reform’ öyle bir reform ki üniversitelere 6 Kasım 1981’de, memleketin dört bir yanında olduğu gibi faşist askeri cunta çizmesinin giydirilmesine vesile olmuş bir ‘reform’. Bu kısmı çok uzatmaya gerek yok, hepimiz bu ‘reform’ diye bahsedilen şeyin “12 Eylül faşist darbesi” olduğunu çok iyi biliyoruz. Bu yazıda konumuz 34. Kuruluş yıldönümünü karşıladığımız YÖK’ün kurulduğu günden bugüne üniversitelerde neye etki ettiği ve bugün üniversitelerde bize bu noktada neyin düştüğü olacak.
ÜNİVERSİTE NEYDİ?
Abbasi Halifelerinden Me’mun’un Bağdat’ta kurduğu Dar’ülHikme denilen akademi ilk yükseköğretim kurumu olarak kabul edilir. “Ders” sözcüğünden türeyen “medrese”, İslam dünyasında üniversite işlevi gördü ve medreseler, Hıristiyan Ortaçağ üniversitelerinin atası ve modeli oldu. Öyle ki bugün kullanılan rektör, dekan gibi terimler, o dönemde yalnız kiliseye ait terimlerdi. “Akademi” terimi ise ilk olarak karşımıza Platon’un “akademia”sında ortaya çıkıyor. Platon bu akademinin girişine “Ageometretosmedeiseisito!” sözlerini yazmıştı. Bu sözler “Matematiksel olanı kavramamış olan buraya giremez” anlamına geliyordu(*). Aslında bir akademinin ne olduğunu anlamak için asıl koşulu Platon ortaya çok net bir şekilde koymuştu. Bu koşul bilimselliktir, akılcılıktır. Modern üniversitede öne çıkan en önemli unsurlardan birisi de “akademik özerklik” kavramı olmuştur.

ÜNİVERSİTE NE OLDU?
Türkiye’deki üniversitelerin dönüşüm süreçlerine şöyle kısaca bakalım. 1923-46 dönemi ( Darülfunun’un kapatılıp İstanbul Üniversitesi’nin kurulduğu; rektör, dekan gibi terimlerin dahil olduğu dönem ), 1946-1960 dönemi ( fakültelere tüzel kişilikle bilimsel ve idari özerkliğin kısmen tanındığı dönem; bu kanunla Ankara Üniversitesi kuruldu, çok üniversiteli döneme geçildi ), 1960-1973 dönemi ( Anayasaya ilk defa üniversite ile ilgili bir madde konuldu, “Üniversiteler, bilimsel ve idari özerkliğe sahip kamu tüzelkişileridir” ifadesi yer aldı ), 1973-1981 dönemi ( özerkliğe yeni sınırlamalar getirildi ) ve son olarak 1981’den bugüne gelen dönem, yani “YÖK dönemi”(*) .  Şimdi bu dönemlere dikkatlice baktığımızda yapılan bütün düzenlemelerin ya tek parti iktidarı döneminde ya da askeri darbelerin gerçekleştiği dönemlerde yapıldığını görüyoruz. Ne kadar da Platon’un kriterlerine uyan bir tablo değil mi ?!
BU 6 KASIM’DA ÜNİVERSİTENİN KAPISINDAN GİRDİĞİMİZDE…
34 yıllık dönüşüm süreci bugün üniversiteleri halktan soyutlanmış, etrafı yüksek betonlar ve dikenli tellerle çevrili olan, dar girişinde onlarca güvenlik görevlisinin kimi zaman polisin beklediği yerleşkeler haline getirdi. 34 yıldır kapısından her girildiğinde aklı tahakküm altına alınmak istenenler olarak yükseköğrenim görmeye çalışıyoruz. Elbette 34 yıldır YÖK’ün kaldırılması için; üniversitenin gerçek değerleri için; parasız, bilimsel, demokratik ve anadilinde bir eğitim için mücadele ediyoruz. Bu yazı yazıldığında 1Kasım seçimleri gerçekleşmemişti, 6 Kasım bu kez tam da seçim sonuçlarının beraberinde getirdikleriyle karşımıza çıkacak. Baskının, tek adam otoriterliğinin, diktatörlüğün koşullarının yaratıldığı bir dönemde ülkedeki tüm kurumlar da buna göre şekillendirilirken 6 Kasım YÖK’ün kuruluşunu bu şekliyle yeniden anlamlandırmamız gerekiyor. Bütün üniversite bileşenlerinin, akademinin yanı sıra memleketin halinden şikayetçi olan her kesimin 6 Kasım’a dair bir mücadele pratiğinin gelişmesi hepimizin boynumuzun borcudur. Bu pratik en geniş birleşme çağrılarının örgütlenmesiyle sağlanabilir, her gün bu sistemin teşhirini yine en birleşik halimizle yapmaktan geçer.


YÖK’TEN BUGÜNE

YÖK'le birlikte akademik özerklik kavramının bugün ortadan net bir şekilde kalktığını görüyoruz. YÖK üniversitelerin bir denetim mekanizmasını gerçekleştirdiğini iddia etse de aslında "bütün akademinin tepesinde sallanan ve her an kelle almak üzere olan bir kılıç" olmanın ötesine geçebilmiş değil. YÖK'ün denetimi bugün bilimsel araştırmaları teşvik etmek, akademinin özgürlüğünü sağlamaktan öte üniversitede özgür düşünceyi, bilimselliği, akılcılığı yani üniversiteyi üniversite yapan değerleri savunanların denetiminden ibarettir. Bologna süreciyle üniversitelerin ticarileştirilmesinin de denetimini ve yürütücülüğünü üstlenen de elbette YÖK oldu. Yani üniversitelerdeki bilimselliğin sermayenin, sömürücü sınıfların lehine işlenmesini üstlendi. Bugün savaş çığırtkanlığı yapıp mitinglerde barış isteyenleri bombalatan, Kürdistan'da sokağa çıkma yasaklarıyla buzdolabında saklanan çocuk cesetlerinin mimarı AKP'nin, seçim vaadi olarak sunduğu "Türkiye'nin ilk yerli savaş uçağını biz yaptık" demesinde YÖK'ün payı yok mudur?  Sonuçta bilim insanlarımız, üniversitelerde bugün iktidarda olanlar için hunharca savaş uçağı, bombalar, füzeler yapar oldu! Ne bilimsel gelişme ama!

 

(*) ile ifade edilen bölümlerdeki bilgiler Durmuş Günay’ın “Üniversitenin Neliği, Akademik Özgürlük ve Üniversite Özerkliği” konulu makalesinden yararlanılarak kullanılmıştır.

 

ÖNCEKİ HABER

Yaşıyoruz, çalışıyoruz ama insan gibi değil

SONRAKİ HABER

Boğaziçi barış için birarada

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...