18 Ekim 2015 02:55

Kırmızı cumartesi

Katliamın boyutu ve yol açtığı tepki Hükümeti çok açık olarak ürkütmüş, bunun seçimlerde AKP’nin zararına olacak bir algı oluşturduğu düşünülerek karartma yoluna gidilmiştir. Hükümete yakın basının Ankara katliamını PKK, IŞİD ve ‘paralel yapı’ olarak adlandırdıkları Gülen Cemaati arasında paylaştırma gayreti, Hükümet üzerindeki basıncı alma amacının bir sonucudur.

Paylaş

Fatih POLAT

20. yüzyılın en büyük Latin Amerikalı yazarı, Kolombiyalı Gabriel García Márquez’in 1981’de yayımlanan yedinci romanı Kırmızı Pazartesi, işleneceğini herkesin bildiği, engel olmak için kimsenin bir şey yapmadığı bir cinayetin öyküsüdür. 10 Ekim 2015 günü saat 10.04’te Ankara Garı’nın önünde, barış mitingine katılmak için bir araya gelen kitleyi hedef alan bombalı saldırıların da, devletin yaklaşımı bakımından ‘Kırmızı Cumartesi’ olarak anılacak bir ‘toplu cinayet’ olduğunu artık biliyoruz.
İlk gün tahminlerimiz de bu yöndeydi. Ardından ortaya çıkan deliller ise bu konuda hiçbir kuşkuya yer bırakmadı.
Bu açıdan sadece birkaç veri şöyle:
* Suruç’taki intihar bombacısının abisi olan Yunus Emre Alagöz ile diğer saldırgan Ömer Deniz Dündar, dört aydır istihbarat tarafından ‘aranıyorlardı.’
- Suruç katliamcısı Şeyh Abdurrahman Alagöz’ün ağabeyi Yunus Emre Alagöz hakkında Adıyaman’da yürütülen IŞİD soruşturması kapsamında 23 Temmuz tarihinde, Ömer Deniz Dündar hakkında ise 26 Temmuz tarihinde yakalama kararı çıkarılmıştı.
* Ömer Deniz Dündar’ın ablası Fatma Dündar’ın iki yıl önce hem Başbakanlık İletişim Merkezi’ne (BİMER) hem de Cumhurbaşkanlığı’na ihbar ve şikâyette bulunduğu ortaya çıktı.
* Türkiye’de 7 Haziran’dan beri HDP ve seçimde birlikte hareket eden güçlere, buna ek olarak başka bazı muhalif kesimlere yönelik operasyonlar yürütülüp, ev baskınları yapılıp insanlar gözaltına alınırken devletin elindeki ‘canlı bomba’ listesinde yer alan ve ‘aranan’ iki kişi turist rahatlığıyla hareket ederek saldırılarını gerçekleştirebildiler.
Alagöz ile Dündar’ın, özel bir araçla Antep’ten Ankara’ya gelip Gölbaşı ilçesinde indikleri belirlendi. Yol kenarındaki duraktan bir taksiye binen intihar bombacıları Balgat’taki bir kafeye gitti, burada miting için toplanma saatini bekledi. Alagöz ile Dündar, ardından taksiyle gar meydanına gitti. Ayrı noktalarda mitinge katılanların toplanmasını beklediler ve eylemi gerçekleştirdiler.
Bütün bunlar karşısında iktidar, kendisine yöneltilen eleştirileri ve istifa taleplerini Ankara Emniyeti Müdürü ile iki şube müdürünü görevden alarak yatıştırmaya çalıştı. Reyhanlı’dan itibaren bombalı saldırılar zincirinin devlet engeliyle karşılaşmadan hükmünü icra etmiş olması akla iki ihtimali getiriyor. Bunlardan ilki, bu saldırıların doğrudan devletin istihbarat örgütlerinin desteği ya da göz yumması ile gerçekleşmiş olma ihtimali, ikincisi ise, devletin IŞİD’i öncelikli tehdit görmediği için ona dair ‘arama’ kararlarını gönülsüz birer sözde aramamaya dönüştürerek bu katliamlara yol verilmiş olması.

ERDOĞAN, ‘DAEŞ YURT DIŞINDA TEHDİT’ DEMİŞTİ

Bu, doğrudan devletin zirvesi tarafından da itiraf edilmiştir. Cumhurbaşkanı Erdoğan, CNN International’da Becky Anderson’ın “Connect to World”programında yayınlanan söyleşide,
Türkiye’nin ulusal güvenliğe yönelik en büyük tehdidin PKK mi yoksa IŞİD mi olduğu sorusuna şu yanıtı vermişti: “İçeride terör örgütlerinin hepsini tehdit olarak tanımlıyoruz. Ama içeride birinci derecede şu anda PKK. Ülkemizdeki terör noktasında birinci derecede tehdidi PKK oluşturmaktadır. DAEŞ (IŞİD), şu anda bizim için yurt dışında bir tehdit oluşturmakta.” (6 Eylül 2015)
Mesele ortaya böyle konulunca IŞİD’in bu resmi yaklaşımın sağladığı güvenle hareket etmesi şaşırtıcı bulunabilir mi?
Buradan hareketle IŞİD’in doğrudan resmi destek gördüğü zamanlarda zaten bunun sağladığı konforla rahat davrandığını, bu desteği doğrudan görmediği süreçlerde de öncelikli tehdit görülmemenin verdiği güvenle hareket ettiğini söyleyebiliriz. Bunu yaparken, kendisine düşman gördüğü kesimlerin aynı zamanda siyasal iktidar tarafından da düşman görülen kesimler olmasının da, IŞİD’e elverişli bir dayanak noktası oluşturduğu görmek gerekiyor.
7 Haziran seçimlerinden sonra Cumhurbaşkanı Erdoğan ve AKP kurmaylarının, HDP’yi barajın altına düşürmek için her yolu denemesi ve kendisine yönelik muhalefeti bastırmak için tam bir saldırı durumuna geçmesi de IŞİD açısından doğal korunaklı bir iklim oluşturmuştur. 1 Kasım seçimlerinden 20 gün önce başkentte barış talebiyle bir araya gelenlerin iktidar tarafından ‘makul şüpheli’ bir kitle olarak görülüyor olması da IŞİD’e kolaylık sağlayan, yol veren bir zemin oluşturmuştur.
Katliamın boyutu ve yol açtığı tepki ise Hükümeti çok açık olarak ürkütmüş, bunun seçimlerde AKP’nin zararına olacak bir algı oluşturduğu düşünülerek karartma yoluna gidilmiştir. Hükümete yakın basının Ankara katliamını PKK, IŞİD ve ‘paralel yapı’ olarak adlandırdıkları Gülen Cemaati arasında paylaştırma gayreti, Hükümet üzerindeki basıncı alma amacının bir sonucudur. Davutoğlu’nun ‘kokteyl terör’ kavramı bu taktiği ifade ederken, iktidarın kokteyl kararma hesabını da itiraf etmiş oldu.
Tüm bunlar karşısında 1 Kasım’da iktidardan bu katliamın hesabını sormak önemlidir. HDP ve birlikte hareket eden güçlerin seçimlerde 7 Haziran’dakini aşan bir başarı kazanması bu açıdan anlamlı olacaktır. Ancak bu katliamın hesabı sandığa sığmaz.
Bu tür saldırıları bir istisna olmaktan çıkaran devletin toplam bölge politikaları ve onunla bağlantılı iç politikası ise, bunun aşılması da daha köklü bir mücadeleyi ve esaslı bir değişimi gerektirir.

ÖNCEKİ HABER

Umudu büyütmeye bekliyoruz

SONRAKİ HABER

Cenazeler üzerinden siyaset ya da vicdan yoksulluğu

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa