04 Ekim 2015 00:34

Kadın taraftarlar: Sevdaya yasak olmaz!

Futbol, en erkek egemen spor dallarından biri. Ama kadınlar tribünlere el attığında işler değişebiliyor; kadın cinayetlerine, savaşa, ayrımcılığa karşı buluşma mekanına dönüşebiliyor sahalar. Peki ama nasıl?

Paylaş

Özge AYAZ
İzmir

“Sevdaya yasak olmaz” sloganı taraftarların deplasman yasaklarına karşı ürettikleri bir slogan aslında. Fakat biz kadınlar için başka bir anlam da taşıyor. Tuttuğumuz takımların maçlarını “Aman tacize uğramayalım, küfürleri duymayalım, kavga gürültü çıkarsa aralarında kalmayalım” diye gidemediğimiz tribünleri simgeliyor bu slogan. Meriç ve Alev… Biri Göztepeli öteki Karşıyakalı. Tribünlerin yalnızca erkeklerin değil kadınların da alanı olduğunu bulundukları her alanda haykıran iki cevval kadınla görüştük…

MAÇ SEYİRCİSİZ İSE BİZ NEYİZ?
Seyircisiz maç oynama cezasını herkes bilir. Fakat bir dönem bu ceza verildiğinde kadın ve çocuklar tribüne alınıyordu ve bu durumu nasıl yorumlamıştınız?
Meriç Devrim Erturan:
 Başta Türkiye Futbol Federasyonu (TFF) olmak üzere tribündeki erkekler cinsiyet ayrımcılığı içerisindeler. TFF’nin tribündeki erkekleri seyirci olarak görüp, kadınları görmeme meselesiydi o dönem yaşananlar. Ama kadınlar bu duruma tepki gösterdi. Mesela o dönem “Maç seyircisiz ise biz neyiz?” pankartları açılmıştı. Çünkü futbol sevgisi sadece erkeklere has bir durum değil. Biz kadınlar olarak ne olursa olsun tribünde olacağız. Bu bir cinsiyet ayrımcılığıydı ve biz tepkimizi koyduğumuz için de bu uygulama kalktı. 

Ama o dönem bu uygulamadan hoşnut olan kadınlar da vardı. Bunu neye bağlıyorsun?
Alev Özgür:
Evet bu durum vardı. Bunu bir ayrıcalık olarak görüyorlardı ve mutlulardı. Hatta ilk başta eksik kalmıştık. Örgütlenememiştik. “Biz ceza mıyız?” diyememiştik. Sonradan örgütlendik ve eylemler düzenledik. Mesela bir maça kar maskeleriyle çıkmıştık. “Cinsiyetimizi dışarıda bıraktık” demek için. 
Meriç: Mesela bana Göztepe sevgisini aşılayan kişi babamdı. Kendimi bildim bileli beni maçlara götürürdü. Ama büyüyüp tek başıma maça gidecek yaşa geldikten sonra, tek başıma gitmeme izin vermedi. Nedenini sorduğumda ise; orada küfür edildiğini, kavga çıktığını, arada kalırsam ezilebileceğimi falan söylemişti. Ama asıl mesele küfür edenlerden biri de kendisiydi ve nasıl bir ortam olduğunu bildiği için özellikle kız çocuğunu oradan çekmeye çalışıyordu. Ve o dönemde kadınların bu uygulamadan memnun olmasının sebebi de buydu. Küfür eden yok-tu, çocuğuyla rahatça maç izleyebiliyordu. Sonradan bunun bir ayrımcılık olduğu anladı kadınlar. 

Kadınlar için çok da büyük bir ihtiyaç gibi değil sanki tribüne gitmek… 
Alev:
İhtiyaç olup olmadığını kadın bilmiyor ki. Evde sürekli “Futbol erkek işidir, kız çocuğunun maçta ne işi varmış” gibi cümlelerle büyüdüğü zaman tabii ki çocuk da futbol erkek işidir, tribün erkek işidir diyebilir. Ama belli bir yaşa gelip, kendi özgüvenini kazandıktan sonra bu değişebiliyor. Mesela benim tribüne gitmem de çok uzun yıllara dayanmıyor. Herkesin belli sebepleri vardır. İzmir’e gelip ilk tribüne gittiğimde orada olmak, tek ses olmak, hiç tanımadığın kişilerle aynı şeye sevinip, üzülmek insana çok iyi geliyor. Günlük dertten tasadan uzaklaşıyorsun. Ve bir grubun içinde olmak sana kendini aslında çok güçlü hissettiriyor.

Küfürlere karşı kadınlar nasıl tepkiler veriyor peki?
Meriç:
Bir gün yine maça gitmiştim. Adamın biri küfür etti, diğer kişi de küfür etme ‘bayan’ var dedi. Bütün bunlar maçın ilk 10 dakikasında olmuştu. Sonra o uyarıyı yapan kişi küfür edenlerin başını çeken pozisyona geçti. Yani bir süre sonra kendilerini kaybediyorlar. Biz de pankartlar açarak, eylemler yaparak, sosyal medyadan tepkiler göstererek yok etmeye çalışıyoruz. Ama asıl tehlike, bazı kadınlarımızın da tribünde kendini kabullendirebilmek için küfretmesi. Fakat kendimizi kimseye kanıtlamak zorunda değiliz; biz zaten vardık, var olacağız. 

HİŞTTT! KİM DEMİŞ Kİ FUTBOL ERKEK İŞİDİR DİYE?
Kadın sporu ve erkek sporu diye bir ayrım var gibi özellikle futbol meselesinde…
Alev:
Aslında böyle bir ayrım olmamalı. Ama mesela voleybolda kadın oyuncular biraz daha yoğunlukta ve voleybol seyircisi, oynayanların ailelerinden oluştuğu için daha aile ortamı gibi değerlendiriliyor. Dolayısıyla voleybol kadın sporuymuş gibi geliyor. Ama futbol daha sert bir spor. Küfür ediliyor, çok kalabalık ve zaman zaman taciz olabiliyor. Dışarıdan bakıldığında kadınların izlemesine pek uygun değilmiş gibi görünüyor. Ve direkt erkek sporu olarak adlandırılıyor. Ama kadınlar hayatın her alanında. Bir inşaatın tepesinde inşaat mühendisi olarak da, tribünde de, futbol sahasında da var artık.

Kadın futboluna da gereken önem verilmiyor genel olarak…
Meriç:
TFF açıklama yapmıştı, kadınların futbol oynamasını saçma buluyorum diye. Kadınları tribünde nasıl istemiyorlarsa, futbolda da istemiyorlar. Aslında futbolu kaptırmamak için ellerinden geleni yapıyorlar. Kısacası durum bu. Kadınların şampiyonlar ligine çıkmasını hazmedemiyorlar. 
Alev: Özeleştiri vermek gerekirse biz de kadınlar olarak çok fazla sahip çıkmıyoruz kadın futboluna. 

Konak Belediyesi kadın futbol takımı bu yıl yeterli desteği görmedi belediyeden ve belediye bu konuda eleştirildi. Siz bunu gündeminize aldınız mı?
Meriç
: Taraftar Hakları Derneği olarak Konak Belediyesine bu konuyla ilgili randevu talebinde bulunduk. Sayın Sema Pektaş yoğun olduğu için daha bize dönüş yapamadı. Duyduğumuz kadarıyla maddi sıkıntılardan ötürü desteği çekmişler. Fakat belediye yeniden destek sunmalı. Çünkü “kadınlar yapamaz” denilen alanda o kadınlar çok büyük başarılara imza attılar. İzmir’e 3 kez şampiyonluk getirdiler. Orada futbol oynayan kadın arkadaşlarım var onlar şöyle söylüyor: “Biz maça çıktığımızda her şeyi dışarıda bırakıyoruz, bizim için önemli olan şey top ve kale. Erkeklerin bize ne söylediği umurumuzda bile değil. Bizim tek hedefimiz tur atlamak.” Bu çok önemli bence. 

‘GÜNDEMİMİZİ BİZ BELİRLİYORUZ’
Taraftar Hakları Derneğinin yönetimindesiniz aynı zamanda. Bu durum gündemin belirlenmesinde özgünlük yaratıyor mu?

Meriç: Taraftar Hakları Derneği renklerin kardeşliğini savunan bir dernek zaten ve biz de içindeki kadınlar olarak gündemimizi kendimiz belirliyoruz. Örneğin Özgecan Aslan’ın öldürülmesinin ardından Alev de ben de çok kötü olmuştuk. Ne yapabiliriz diye konuştuk, sonra bunu derneğe açtık ve tribüne gönül veren kadınlar olarak sokağa çıktık. Çünkü kadına yönelik yapılan zulümler kadınların değil, erkeklerin sorunudur ve kadın cinsel bir obje değil, sadece kadındır. Biz de bir eylem düzenledik, dedik ki “Kadına yönelik şiddete sessiz kalma, ortak olma, tribünde küfüre ve şiddete hayır!”

SİYASİ RANT ALANI OLARAK TRİBÜN
Özellikle futbol ama genel olarak spor milli duyguların yeniden üretildiği yerler. Bunu nasıl yorumluyorsunuz?
Alev: Bütün takımlar aslında çok faşisttir. Meriç kendi takımının rengini savunur ben de kendi takımımın. Kim ne derse desin bu faşizmdir. Her yer olduğu gibi artık statlar da birer siyasi rant alanı. Tribünü toplumun minyatürü olarak düşünürsek daha da kolay anlaşılacaktır sanırım. Orada da kitleyi kimin yönettiğinin büyük önemi var. Mesela bir kıvılcım çıktığında bunun aleve dönüşmemesi için o kitleyi idare eden kişinin daha ılıman davranması gerekiyor. İzmir için bu biraz daha zor bir durum. Çünkü burası milli duyguların yoğunlukta yaşandığı bir şehir. Ben buradan aslında kitle içerisinde büyük saygınlığı olan o ağabeylerimize sesleniyorum. Büyük alevlerin olmaması ve sporun dostluğun kalesi olduğunu gösterebilmek için lütfen daha hümanist ve ılımlı olun. 

Meriç: Aslında biz geçmişte siyasi düşünce ile stada girmiyorduk. Tribün vardı, takım vardı önemli olan şey ise maçı kazanmaktı. Fakat son 3-4 yıldır tribünler siyasi yerler olamaya başladı ve dönüp de kendilerinden olmayan birine “Seni tribüne almayacağız” gibi cümleler kurabiliyorlar, aynı takımın taraftarı olsa bile. Burada siyasi durum da etkili. Mesela Davutoğlu’nun şehit çocuğunu alıp maça gitmesi, o çocuğun koltuğunun altına oyuncak yerleştirip arkada gol sevincinin olması bana göre çok yanlıştı. Bu durum tribünler üzerinde etki sağladı. Pankartlar açıldı “Şehitler ölmez vatan bölünmez” diye. Ama olan o çocuğa oldu. Unutabildi mi acısı, babasızlığını, babasının cenazesini?
Alev: Yıllardan beri tüm siyasi çevrelerde aynı kişiler aynı cümleleri kuruyor. Değişen hiçbir şey yok. Aynı şeyleri yapıp farklı sonuçlar bekliyorlar ama olan hep aynı: Ölümleri kutsamak. Artık ölümleri kutsamak yerine, ölümlere engel olmak gerekiyor. 

SAVAŞIN ORTASINDAKİ ŞEHİR: İZMİR
Taraftar Hakları Derneği olarak İzmir Barış Blokunda yer alıyorsunuz. Buna nasıl karar verdiniz?
Alev: Biz barışın olduğu her yerde varız. Bize ilk geldiğinde oy çokluğuyla değil, oy birliği ile Barış Blokuna girmeyi kabul ettik. Bu çok güzel bir durum bizim için çünkü içimizde çok farklı siyasi görüşler var. Mesele barış olduğu ve İzmir’de bunu çok fazla hissettiğimiz için oradayız. İzmir savaştan uzak bir şehir gibi düşünülse de aslında değil. Basmane bölgesinde özellikle Suriye’den gelmiş, binlerce mülteci var. Oraya gittiğinizde her birinde can yeleği görebilirsiniz. Yunanistan’a gitmek için alıyorlar o can yeleklerini. İşte savaş burada, İzmir’in göbeğinde. Oradaki insanların gözlerinin içine bakamıyoruz. Ben İzmir sınırları içerisinde bir semtten başka bir semte taşındığımda bile inanılmaz zorlanmış birisi olarak, onların her şeylerini arkalarında bırakıp gelmiş olmaları ve İzmir’de çok kötü koşullarda yaşıyor olmaları beni çok yıpratıyor. Sokaklarda yaşıyorlar ve pislik muamelesi görüyorlar. “İzmir’de Suriyelileri istemiyoruz” diye kampanyalar düzenlendi. Bu savaşın sorumlusu olmadıkları halde çocuklar dövüldü. Tüm bunlar yaşanırken bizler de taraftarlar olarak susamazdık. Ve elimizden geleni yapmak istedik. Siyasi kimliğimizle değil, insani duygularımızla Barış Blokundayız. Ve hemen barışın gelmesini istiyoruz. 

ÖNCEKİ HABER

Demirtaş: Bu devletin modelini, rejimini değiştirmek zorundayız

SONRAKİ HABER

Adatepe direniyor

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa