3 Ekim 2015 17:23

BARIŞ SÖYLEYİP BARIŞ EYLEYELİM

Kanlı ve vahşi taht koruma yöntemlerini sık sık hatırlamamıza vesile olan son üç ayda yaşananlar, çok iyi bilindiği gibi, 7 Haziran seçimlerinde HDP’ye yüksek oranlarda oy vererek AKP’nin oy kaybetmesine yol açtı diye belirli Kürt il ve ilçeleri halkını, resmi ve sivil para militer kuvvetlerin Saray ve AKP emri ile açtığı ve sürdürdüğü yok etme savaşına dönüştü.

BARIŞ SÖYLEYİP BARIŞ EYLEYELİM

Cevriye AYDIN
Kanlı ve vahşi taht koruma yöntemlerini sık sık hatırlamamıza vesile olan son üç ayda yaşananlar, çok iyi bilindiği gibi, 7 Haziran seçimlerinde HDP’ye yüksek oranlarda oy vererek AKP’nin oy kaybetmesine yol açtı diye belirli Kürt il ve ilçeleri halkını, resmi ve sivil para militer kuvvetlerin Saray ve AKP emri ile açtığı ve sürdürdüğü yok etme savaşına dönüştü.
Bugün iktidarı elde tutma saplantısı dışında her şeyi ikinci plana atan Saray ve AKP iktidarı, keskin nişancılar tarafından hedef seçilerek öldürülen bebek ve çocuk cenazelerini “gömdürmemek” gibi bir ‘şerefe’ nail oldular. Başları göğe erdi! Onların bu tutumu nedeniyle tarih belki de ilk defa, bir zulüm türü olarak, dükkanların/ kasapların buzhanelerinde çocuklarının cenazelerini saklamak zorunda kalan Kürt ana-babalarını yazacak.
Bu savaşın görünüşte bile hiçbir inandırıcı nedeni, dayandığı en ufak bir haklılık zemini, 75 milyon Türkiye nüfusu içinde, karar verenler dışında, üç kişinin üzerinde hemfikir olup her yönüyle kalıbını basabileceği, vicdanına söz dinletebileceği zerre kadar meşruiyeti yoktu! Bir halka karşı tasarlayarak, planlayarak ve adım adım şiddetin dozunu ve biçimini seçerek, deneyerek külliyen dize getirmek veya külliyen yok etmek arasında ayar verme kastı ile işlenmiş bir cinayetler zinciriydi. Korku filmlerine taş çıkaracak terörize yöntemler uygulandı.
 

ÇÜNKÜ SEÇME HAKKINI BİLİNÇLİ KULLANDILAR
Seçimlerle gelinip gidilen bir makamı işgal eden yöneticiler, kendi sarayını/koltuğunu korumak uğruna akıl ve havsala sınırlarını aşan, kuralsız, yasa hukuk tanımayan bir tutumla, iktidardan gitmemeyi zor yoluyla sağlamaya giriştiler. Aynı mahalleye aynı gün hem asker hem gerilla cenazesi geldi, aynı sokağın çocukları birbirini kırmaya zorlandı. Bu yetmezmiş gibi, ilçe ilçe, mahalle mahalle bu kısacık sürede öldürülen 46 kişiden 21’i çocuk olma üzere kaç bebek, çocuk, yaşlı, kaç anne, baba resmi-sivil suikastçiler tarafından nişan alınarak öldürüldü. İlçe sakinleri, günlerce aç, susuz bırakıldı; kafasını çıkaran vurulduğu için bebek, çocuk, yaşlı cenazeleri defnedilemedi. Bir ilçe halkı; sadece seçme hakkını çok bilinçli ve örgütlü bir şekilde, sandıklarına ve oylarına sahip çıkarak kullandığı için ve bu nedenle AKP’nin düşüşünü hızlandırdığı için, devasa askeri yığınaklarla, tam teçhizat, tüm halkı kitle kırımından geçirmeye ant içmiş bir kinle ateşe tutuldu. Aslında henüz tanımlamaya sözcüklerin yetmediği, kötülükler, vahşilikler, dehşetler, nefretler, işkenceler, kinler, öldürmekten zevk almalar dahil olmak üzere tahayyüllerimize sığmayan bir tarih-ötesi ahlaksızlık ve zulümle Sarayın ve AKP’nin iktidarı ayakta tutulmaya çalışılıyor.
7 HAZİRAN’DAN DAHA BETER BİR YENİLGİ
Ama hiçbir sınırsız zulüm de sonsuza kadar sürdürülememekte…
Cizre’de halk o müthiş terörize koşullarda, bütün dehşetengiz ablukaya, bütün suikastçilerin her kıpırdayana nokta atışına, ağır silahlara, bomba, roket bombardımanına rağmen, 9 gün aç, susuz, elektriksiz, haberleşmesiz tecrit koşullarına rağmen, bütün korkusunu yenerek, o ölümden saklanacak yerin kalmadığı ilçede olağanüstü bir dayanışma ve yardımlaşma göstererek, açıkça toptan yok oluşa karşı direnmiş ve bu direnişi ile 7 Haziran seçimlerinden sonra Saray ve AKP’nin bir iktidar hamlesini daha boşa çıkarmıştır. Cizre halkı, Saray’ı ve AKP’yi 7 Haziran’dan daha beter bir yenilgiye uğratmıştır!   
Diğer saldırıların, sokağa çıkma yasaklarının, öldürmelerin gözaltıların devam ettiği yerlerde de benzer durumlar yaşanıyor.
Bu iktidarın artık topla tüfekle yürüttüğü bu “mevzi savaşlar”ın yanında, bütün olanın bitenin Türkiye ve dünya kamuoyundan gizlenebilmesi için aynı kudurganlıkta bir sansürle birlikte, HDP merkez ve şubelerine yapılan sivil-faşist saldırılarla ve bunların yarattığı terörize bir ortamla Türkiye 1 Kasım seçimlerine “götürülüyor”!...
Bütün bu saldırıların hedefinde yer alan ve bebeğinden yaşlısına kısa bir sürede onlarca evladını bu açık saldırılarda yitiren Kürt halkı ve kadınları ise hala ısrarla “Barış istiyoruz” demeye devam ediyor.
 

SİLAHLAR SUSMALI!
Kuşkusuz, ne kadar eksik ve yetersiz bir “barış”ı ifade etse de öncelikle hem PKK’nın karşı atışlarının, asker-polis-güvenlik güçlerine yönelik saldırılarını durdurmasına hem de iktidarın halka karşı yürüttüğü savaşı, ablukayı, sokağa çıkma yasaklarını, sansürü, toplu gözaltı ve tutuklamaları kesinlikle ve derhal durdurmasına ihtiyaç var.
AKP ve Saray’ın 7 Haziran’da elde edemediği sonucu her türlü iktidar gücünü kullanarak 1 Kasım’da zorla almaya çalışması ne kadar başarılı olacak kuşkulu. Hatta böyle bir seçimi (Cumhurbaşkanının erteleme yetkisi olduğu için) yaptırıp yaptırmayacağı da kuşkulu. Dolayısıyla Türkiye’nin 1 Kasım’dan sonraki geleceğinin AKP ve Saray’ın hiçbir şekilde kestirilemeyecek tutumu kadar belirsiz olması da endişe konusu.
Hiçbir durumun (ne seçimi yapmanın, ne seçimi ertelemenin) Saray’ın ve AKP’nin işine yaramayacağı ihtimalinin daha yüksek göründüğü anlaşılıyor. Günübirlik yaptırılan anketlerle, anket sonuçlarına göre halkın bir kesimine topla-tüfekle savaş açmak dahil her türlü yöntemle bu anket sonuçlarını kendi lehine “çıkarttırmayı” zorlayan Saray’ın ve AKP’nin, direksiyonu ne zaman nereye kıracağı, anlık bir borsa hareketi gibi, bütün basın ve siyaset erbabı tarafından hop oturup hop kalkarak ancak gerçek bir endişe zemininde takip ediliyor. Türkiye devletinin faşist uygulamalarının her daim yanında ve önünde savunucusu durumunda “amiral gemisi” ünvanına sahip Hürriyet gazetesinin bile basılarak hizaya getirilmesi artık son nokta olarak nitelenirken, gazeteci Ahmet Hakan’ın evinin önünde saldırıya maruz bırakılması da bu tekin olmayan iktidarın her an her şeyi yapabileceği görüşünü güçlendiren etkenler olarak öne çıkıyor.  
Böyle kritik bir siyasal dönemeçte seçimle gelenlerin seçim sonuçlarına rağmen gitmemekte direnmesi, hem ülkeyi kan gölüne boğmakta, hem de bölge ve uluslararası ölçekte savaş etkenlerini çoğaltan bir rol oynamaktadır. Ve nitekim uluslararası güçler, Türkiye’nin Güneydoğu’sundaki bu gelişmeleri takiben Suriye, IŞİD, Kürt Bölgesi ve PKK’nın pozisyonu ile ilgili yeni hamlelere girişmiş bulunmaktalar.
 

GEÇ KALMIŞ OLMAMAK İÇİN
Bu nedenle, iç ve dış gelişmeler de dikkate alındığında bugün, sadece silahların susması kadar en “dar” manasında bir “barış” bile; demokrasi ve özgürlük isteyen, ekmeğinin büyümemesi, sosyal haklarının genişlememesi halinde çok büyük sorunlara gark olacak işçi-emekçi için de, anadil dil hakkı ve diğer ulusal hakları için her şeyi göze almış bulunan Kürt emekçi ve yoksulları için de güç kazanmaya, demokratik müzakere yolunun tekrar açılabilmesine, hak ve özgürlükler için daha güçlü adımlar atabilmeye fırsat yaratabilir.
Elbette sadece silahların susması hiçbir sorunun köklü olarak çözüldüğü anlamına gelmeyecektir. Hiçbir zaman da bu anlama gelmemiştir. Hatta dünya tarihinde savaşlar kural, silah patlamayan dönemler istisna halini almış bile denebilir.
Bugün silahların susmasını mevcut yöneticiler dışında bütün Türkiye halklarının kesinlikle ve “artık yeter” diyerek istediğinden eminiz. Önemli ve ilerletici olan şudur ki, işte bu isteğimizi en güçlü şekilde haykırabilmek; duymak istemeyen kulakları duymak, görmek istemeyen gözleri görmek zorunda bırakmalıyız. Aksi taktirde hep birlikte kaderimizi değiştirebilmek için geç kalmış olma olasılığımız da yüksektir.  
Çünkü ortada seçilmiş bir iktidar bile yokken beş aydır kendi onaylanmayan arzusunu gerçekleştirmek için hukuksuz ve keyfi bir şekilde ülkenin ve insanların kaderi ile oynayan, topla, tüfekle, keskin nişancılarla istediği yerde cirit atarak ölüm kusabilen, hoşuna gitmeyen gazetenin binasını basanları zevkle seyreden, ülkenin en tanınmış gazetecilerinin sokak ortasında haydutça saldırıya uğramasına dil ucuyla bile ses çıkarmayan Saray ve AKP, bugünkü pozisyonu itibariyle halkı, haksız-hukuksuz emellerine engel bir güç olarak görmemektedir. Engel olarak gördüklerini de silah zoruyla ya hizaya getireceğini, olmazsa yok edeceğini düşünmekte ve bunu denemektedir!
 

SEÇİM YAPILSA DA ERTELENSE DE
Tekrar etmek gerekir ki, hiçbir sınırsız zulüm de sonsuza kadar sürdürülememiştir. Ve hatta zulmün başlaması, zalimlerinin sonunun da yakın olduğunu gösteren şaşmaz bir belirti oluşmuştur.
Bizler Türkü, Kürdü, Rumu, Ermenisi, Arabı, Lazı, Çerkesi, Sünnisi, Alevisi, Hıristiyanı, Musevisi, ateisti, dindarı topyekun bir halk olarak ve halkın yarısını oluşturan kadınlar olarak, ülkenin ve kendimizin kaderini elimize almak için, iktidara karşı yeri göğü inleten bir “Artık yeter!” öfkesini, çığlığını ve gücünü 1 Kasım seçimleri yapılsa da ertelense de ortaya koymazsak, sesimizi ve sözümüzü çoğaltmazsak... Tıpkı bugün olduğu gibi, Saray ve AKP, ne yaptığı kestirilemeyen, sarhoş bir sürücünün intihara gider gibi araba kullanmasına benzer bir inatla, kendi keyf ve çıkarlarına göre hak hukuk tanımadan, akıl izan aramadan geleceğimizi uçurumlara atmaktan çekinmeyecektir.
Artık Sarayın ve AKP’nin yolu bellidir. O, iktidarda kalmak için bir intihar eylemcisi davranacaktır. Çünkü somut koşullar ve ülkeyi bugüne getirirken işlediği suçlar, ona “demokratik” davranma olasılığı tanımamaktadır. Azıcık demokrasi onu derhal işlediği suçlar için sanık sandalyesine oturtmadan “demokrasi” olamayacaktır.
Bu nedenle bugünkü koşullar, demokrasi ve özgürlük güçlerine, halklara da fazla  seçenek tanımamaktadır. AKP gitse bile aynı rolü oynayacak yeni bir aktöre Türkiye’nin ihtiyacı yoktur. Kadınların seslendirdiği gibi ihtiyacımız “barış”tır.
İhtiyacımız, AKP’den sonra da “barış”ı güvenceye almak için siyasi uyanıklık, her türlü ülke siyasetine ve yerel siyasete sonuna kadar karışmak ve bulaşmaktır. İhtiyacımız siyaseti ve siyasetin mevcut oy vermekten ibaret yapısını halkların, ezilenlerin, kadın, genç ve çocukların lehine ve geleceğine hizmet edecek şekilde yeniden ve hızla kurmaktır. 7 Haziran seçimlerinde olduğu gibi her bilinçli eylem ve her yüksek moralli adım mutlaka önce silahları susturacak, ardından da ısrarlı ve talepkar kitlelerin eylemi mutlaka kalıcı barışın yolunu açacaktır.
Sesimiz, sözümüz, türkümüz, şiirimiz, grevimiz, direnişimiz ve her eylemimiz “barış”ı kendi ihtiyacımız doğrultusunda halkların ve emekçilerin çıkarlarını birleştirmeye ve büyütmeye yarasın; bir taş, bir tuğla, bir harç olsun!
Sözümüz barış olsun, eylemimiz barış olsun!

Evrensel'i Takip Et