27 Eylül 2015 06:02

Bayrak, kurban ve din*

Paylaş

Aydın ÇUBUKÇU

Her türden baskı, zulüm, sömürü ve savaşı haklı ve gerekli gösterebilmenin, tarihin çok eski zamanlarından beri eskimeyen birkaç aracı vardır. Halk yığınlarında, coşku ve heyecan yaratmaya, böylece de aklı uykuya yatırıp duyguları kışkırtmaya yarayan araçlardır bunlar.

Abartılmış kahramanlık masalları üzerine kurulmuş bir tarih, fedakârlığı ve tâbi olmayı öğütleyen din, düşmanları aşağılamayla beslenen militarizm, milliyetçilik ve “vatan” sevgisi bunların başında gelir.
Tarih, hepsinin birleştirildiği bir alan özelliği taşır. Nasıl olsa, masalı dinleyenler gerçekte yaşanmış olanları zaman yolculuğunda çok gerilerde bırakmışlardır ve sırtlarını sıvazlayan her uyduruk öyküyü yutmaya razıdırlar. Uydurma “tarih” yaratma çabalarının gösterdiği gerçek şudur: Yöneten ve yönetilen ilişkisi, araya masalın inandırıcı gücü girmeden yürümez!

TEVFİK FİKRET ADLI BİR DOĞRUCU

1903’te, Abdülhamid’in başta bulunduğu bir sırada, Tevfik Fikret Tarih-i Kadîm adlı uzun bir şiir yazar. Gözünün önünde akıp giden baskı ve zulüm iktidarının, herkes tarafından görülemeyecek bir yanını ele alır ve şiddetle eleştirir. Ne var ki, şiir o kadar güçlü ve dayandığı felsefi temeller o kadar sert ve sağlamdır ki, eleştirileri çağıyla ve kendi toplumuyla sınırlı kalmamış, devlet ve halk arasındaki çatışmalı birliğin sergilendiği bütün zamanlar ve bütün toplumlar için geçerli bir evrenselliğe ulaşmıştır.

Özellikle, siyaset meydanında yerine göre Kur’an, yerine göre bayrak sallanan günümüz koşulları merceğinden bakılınca, şiirin ölümsüz içeriği daha net görülüyor.

Her fırsatta şanlı tarih sayfalarını, ecdadın cihangirane kahramanlıklarını önümüze dökenlere şöyle seslenir Fikret;
Sizi tarih korur, gidin
Haydutları ancak gecenin karanlığı barındırır.

Haydutların sığınağı olan bu tarih, Fikret’in gözünde masallar, ninniler uydurup bizi uyutur ve sonunda sadece şunu zihnimize çakar: Gelecek günlerin, geçen gecelerden farkı olmayacak!

Bütün mesele, geleceğe umudumuzu ve onu elde edebileceğimize olan güvenimizi kırmaktır. Ağzından kanlı köpükler saçarak konuşan, “biraz feylesof, biraz sırtlan” gibi görünen bu hortlağı, Fikret, iğrenmeden dinler. Tarih ona “boğuk, paslı bir sesle”, önünde kanlı bir bayrak, bir de kanlı tacın yürüdüğü hükümdar ordularından bahseder… Şiddeti, kanı, katliamı övüp durur ve güçlünün aynı zamanda haklı olduğunu öğütler. Zayıfsan, aşağıdaysan zaten haksızsın demektir!

Fikret tamamen tersini düşünür:

Hak kuvvetlidedir demek, kötülüğün lafıdır
En açık gerçek şudur: Ezmeyen ezilir!
Her şeref yapma, her mutluluk piç,
Her şeyin başlangıcı, sonu hiç,
Din şehit ister, gökyüzü kurban
Her zaman her tarafta kan, kan, kan!

Son iki dize bir kurban bayramı öncesinde, bir kayığa doldurulmuş koyunları gördüğünde kendiliğinden ağzından dökülmüş ve sonra bu şiire girmiştir.

KİMİN İÇİN DİN VE NASIL BİR TARİH

Şehit isteyen bir din ve sürekli kurbana ihtiyaç duyan “gökyüzü hükümdarlığı” tarihin yalancı şahitliğinde kol kola yürüyüp giderken, Tevfik Fikret, gerçeğin ışığını onların yarasa gözüne tutar. Hiçbir imaya, tevile ihtiyaç duymadan gökyüzüne ve kendisini gökyüzünün yeryüzündeki temsilcisi sayanlara saldırır.

Ey göklerin İlâh’ı
Seni dindar dedelerimizden dinledim
“kimseye benzemez, yoktur noksanı
“yaşar, ölümsüzdür, kadirdir, katı yüksektir,
Rızkları o dağıtır, yapılanları o bağışlar
İsterse kahreder, intikam alır, her şeyi bilir
(…)
Diye tanımlıyorlar. En parlak tanımın
“başka bir ortağının olmaması” iken bak ki,
Şu bataklıkta ne kadar ortağın var.
Onların hepsi işinin başında, her şeye kadir, kahredici,
Onların tarifleri de “başka bir ortağının” olmaması,
Hepsinin emri, yasası, saltanatı var,
Hepsinin ilham alacak göğü,
Hepsinin güneşi, ayı ve yıldızları,
Hepsinin gizlice secde edenleri
(…)

Şirk konusunu, yeryüzü iktidarı üzerinden ele almak, şiirin başlangıcından itibaren, gerici ideoloji ve baskıcı iktidar birlikteliğine yapılan vurguya konulan son nokta olmuştur. İslamiyet’in putlara karşı savaşla birlikte tek Allah prensibini en temel ve ayırt edici nitelik olarak belirlemiş olması, bu noktada bizzat dini iktidar aracı olarak kullananlar tarafından yerle bir edilmiş haliyle sergilenir. Yeryüzü muktedirleri, göklerin İlâh’ından eksik olmamayı tahtlarının-taçlarının güvencesi görmüşler, tebaalarını kulları, kendilerini de –en azından- “Allah’ın yeryüzündeki gölgesi” olarak ilan etmişlerdir. Müşrikler, yani kendilerini Allah’a ortak gösteren iktidar sahipleri, halklarından kahırla iki büklüm olmalarını sağlayacak sabırlı bir itaat beklerler:

Hepsi halkından istiyor makhûr
İki büklüm bir inkıyâd-ı sabur

DEMEK Kİ NEYMİŞ?

Şehit ailelerine çocuklarının ölümünü bir müjde gibi verenler, onları “Kurban bayramını zaten kutlamış” mutlu insanlar olarak kutlayanlar, bunun karşılığında onlardan iki büklüm itaat ve sabır bekleme hakkını da yine gökyüzünden aldıklarına inanmamızı umuyorlar.

Tevfik Fikret’in bu büyük şiirine karşı Mehmet Akif, “peygamberimize hakaret ediyor” diyerek şiddetli tepki göstermiş, Fikret’i, “Hıristiyanlara satılmış alçak, inek, serseri, satılık, utanmaz” gibi “edebî ve fikrî” düzeyi yüksek sözlerle “eleştirmiştir”!!!

Günümüzde de, Akif’in yolunu izleyenlerin bundan fazla söyleyebilecekleri bir şey yoktur. Pardon, vardır: Linç edilirsiniz, yakılırsınız, taşlanırsınız!

Ve gerçek yine değişmez. Onlar iddialarında ısrarlıdır:

Din istemiştir şehid olmanızı, oluk oluk akan kandan ise gökyüzü sorumludur!

Onlar ise tertemiz, üzgün, gururlu, ecdatları gibi kanlı taç başlarında, kanıyla övündükleri bayrakları önlerinde, başları dik!

*Bu yazı, Evrensel Kültür dergisinin Ekim sayısında yayımlanacak olan “Tarih-i Kadim” başlıklı yazıdan
özetlenerek güncellenmiştir.

ÖNCEKİ HABER

Kürt’e Kur’an olmadı, Türk’e bayrak verelim

SONRAKİ HABER

Castro'dan ABD'ye çağrı: Ambargoyu kaldırın

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...