27 Eylül 2015 05:54

Kürt’e Kur’an olmadı, Türk’e bayrak verelim

Paylaş

Şenay AYDEMİR

Dönemin İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Recep Tayyip Erdoğan, 28 Şubat’ın tantanalı günlerinde, 6 Aralık 1997 günü Siirt’te okuduğu şiirin ortaya çıkartacağı sonuçların bütün siyasi hayatını değiştireceğini öngörmüş müydü, bilinmez. Ziya Gökalp’e ait olduğunu sandığı – daha sonradan okuduğu dörtlüğün yanlışlıkla Ziya Gökalp’in ‘Asker Duası’ şiirine eklenen Cevat Örnek’e ait olduğu ortaya çıktı-  şu dörtlük, “Minareler süngü, kubbeler miğfer/ Camiler kışlamız, müminler asker/ Bu ilahi ordu dinimi bekler/ Allahu Ekber, Allahu Ekber” dönemin ‘şahin’ Yargıtay Başsavcısı Vural Savaş'ın dikkatinden kaçmamıştı tabii ki. Diyarbakır Devlet Güvenlik Mahkemesi’nde açılan dava sonucunda Erdoğan  “halkı din ve ırk farkı gözeterek kin ve düşmanlığa açıkça tahrik etmek” suçlamasıyla yargılandı ve 10 ay hapis cezasına çarptırıldı. Bu on aylık ceza 4 ay on güne indirildi ama daha ağır olanı artık siyasi yasaklı olmasıydı.

Erdoğan, ilerleyen yıllarda Mehmet Ali Birand’ın programına konuk olup bu dönemi anlattığında cezaevinde ‘yeni bir siyasi dil’ kurmak üzerine uzun uzun düşündüğünü söyleyecek ve aslında AKP’nin temellerinin o günlerde atıldığını itiraf edecekti. Erdoğan ve çevresinde yer alanların net olarak anladığı şeylerden birisi “Allah, kitap, camii” diyerek bir noktaya kadar kitleselleşebileceğini, ancak iktidara gelmenin pek de mümkün olmadığını kavramaları oldu. AKP, siyaseten bu ‘yeni kavrayış’ üzerine inşa edildi. Avrupa Birliği ilkeleri, demokratikleşme hamleleri, ekonomide liberalizm, Kürt kimliğinin siyaseten tanınması gibi hamlelerle inşa edilen ittifaklar; 2001 ekonomik krizinin yarattığı hayal kırıklığını giderebileceği, 80 darbesinin kronikleştirdiği sorunlara toplumun beklediği çözüm önerilerini getirebileceği beklentisi yarattı.

GEZİ VE KOBANÊ KIRILMA NOKTASI

Özellikle yüzde 49 oy alınan 2011 genel seçimleri de dâhil olmak üzere miting meydanlarında toplumun ‘hassasiyet’ taşıyan imgeleri kullanılmamaya özen gösterildi. Siirt’te okunan şiirden ders çıkartılmıştı çünkü. Tamam, tabanın beklentilerini karşılamak için muhafazakâr içerikli konuşmalar, dini ağırlıklı düzenlemeler yapıldı ama hep bir denge gözetildi. AKP’nin ülkenin yarısının oyunu alarak iktidarını güçlü bir şekilde tahkim ettiği 2011 seçimlerinden sonra, özellikle de kentli orta sınıfların yaşam tarzlarının hedefe konulması, içki, evlilik dışı ilişki, kürtaj gibi konularla ‘küçük’ gerilimler yaratılıp toplumun nabzının ölçülmesi sürecine tanıklık ettik. Ama bugünden bakınca bu ‘küçük’ yoklamalar toplumun ‘hassas’ sinir uçlarıyla oynama siyasetinin masum parçaları olarak bile görülebilir!

Gezi’den sonra “Kabataş yalanı” gibi toplumun sinir uçlarını harekete geçirecek provokasyonlar da dâhil olmak üzere toplumun kentli/seküler sınıflarına dair söylemler şiddetlenerek arttı. Öte yandan Suriye’de derinleşen iç savaş ve bu ülkede yaşayan Kürtlerin kendi yaşam alanlarında ilan ettiği kantonların Türkiye’ye yansıması iktidarın dilinin ve seçtiği simgelerin de değişmesine neden oldu. “Kobanê düştü düşecek” söyleminin yarattığı hayal kırıklığı, on yıllardır ‘Milli Görüş’ çizgisiyle barışık olan Kürt halkının kendi siyasal hareketine daha da yakınlaşmasına sağladı.

7 Haziran seçimleri öncesinde Kürt hareketi ve onunla birlikte hareket eden demokrasi güçlerinin yarattığı birlikteliğin iktidarı tehdit eder noktaya geldiğini fark eden Erdoğan, yıllar önce ‘terk ettiği’ bir yönteme geri dönme ihtiyacı hissetti. Evet, Kur’an belki iktidara getirmeyebilirdi ama iktidarda tutunmasına vesile olabilirdi. Seçimler öncesinde özellikle Kürt illerinde elinde Kur’an ile meydan meydan dolaşıp Kürt hareketinin liderlerinin Zerdüştlükle suçlamasının, kendisinin Kur’an ile kurduğu ilişkinin samimiyetinin derecesini gösterme cabasının ülkenin en dindar (ama muhafazakâr değil) kesimi olduğu varsayılan Kürt toplumu üzerinde bir etki yaratacağı öngörülmüştü hiç kuşku yok ki. Bir dönem ipek örtülere sarılarak rafa kaldırılan Kur’an, şimdi ihtiyaç hâsıl olduğu için bir kez daha meydanlara indirildi. Ortadoğu’nun dört parçasında kimliğini kurma mücadelesi veren ve onlarca evladını bu uğurda kaybeden bir halka “Din mi, kimlik mi?” dayatmasını yaptığınızda bunun geri tepeceği ise öngörülemedi. Seçimler sonucunda Kürt halkı hem kendi siyasi hareketine olan bağlılığını hem de Türkiye’deki diğer halklarla birlikte yaşama kararlılığını açıkça gösterdi. Yani Kur’an kartı, Kürtleri ikna etmeye yetmemişti.

UNUTULAN KITA HATIRLANDI

Erdoğan, 6 Aralık 1997 günü Siirt’te okuduğu şiirin bir kıtasını es geçmişti. O kıta şöyleydi:
“Kumandan,zabit babalarımız.
Çavuş,onbaşı,ağalarımız,
Sıra ve saygı,yasalarımız.
Orduyu düzgün eyle yarabbi!
Sancağı üstün eyle yarabbi!”

O dönem yapılan yorumlarda, bu kıtayı okumamasının gerekçesi olarak ‘orduya övgüler düzüyor’ görünmek istememesi gösterildi. Şimdi, 7 Haziran sonrasında dağlar bombalanır, kentlerde çocuklar öldürülürken, savaş yeniden siyasetin en önemli maddesi haline gelirken ‘asker ve bayrak’ bir kez daha seçim meydanlarına çıkartılıyor. Çok değil 7-8 yıl önce bayraklı ‘Cumhuriyet Mitingleri’ ile hedef tahtasına konulan bir iktidar, şimdi bayrak elde bütün Kürtleri hedef gösteriyor. Mesele Kürtler olduğunda bayrak, yalnızca milliyetçi/dinci çevrelerin değil, aynı zamanda ulusalcı/Kemalist çevrelerinde de hiçbir soru sormadan altında toplanabileceği bir sembol çünkü. Kürt halkı, Kur’an’ı gösterip tahakküm kurmak isteyenlere karşı “birlikte ve bir arada” olmayı tercih etti. Şimdi, o tahakküm diğerlerine bayrak sallanarak gerçekleştirilmek isteniyor. Cizre’de cami minarelerine keskin nişancılar yerleştirilip ‘Camiler kışlaya’ çevrilip çocuk- yaşlı demeden katledilirken; bunun Ankara’daki iki kilometrelik bayrağın altında görünmez kılınabileceğini düşünüyorlar.

ÖNCEKİ HABER

‘Millî’nin serüveni ve Erdoğan’ın hamlesi

SONRAKİ HABER

Bayrak, kurban ve din*

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...