06 Eylül 2015 00:55

Devletin çiseden sorumluluğu ya da samimiyetler

Paylaş

Cömert Uygar ERDEM

17 Ağustos 1999’daki depreme uykudayken yakalanmak, ölümlerin, yıkımın, korkunun yanı sıra birçok şaşkınlıkla da baş başa bırakmıştı. Sallantının bitmesi sonrasında tekrar uyumayı planlarken, babam dışarı çıkmamızı söylemişti. Elektrikler kesikti. Ulaşamayan her yakınımız öldüğümüzü sanıyordu. Hoparlörlerden durumla ilgili herhangi bir anons yapılmadığı, mahalleler dolaşılarak yurttaşlara durumla ilgili bilgilendirme ya da uyarı yapılmadığı için olanı biteni kendi imkanlarımızla anlamaya çalışmıştık.
Gün ağardıkça bilanço ortaya çıkıyordu. Başka mahalleden bir arkadaşıma, onların mahallesinde de deprem olup olmadığını sordum. Oysa bir bölge yıkılmıştı. Sonra Gölcük’te kıyıya oturan vapurun haberinin güvenirliğini tartışıp, kahkahalar atmıştık. İnandırıcı gelmiyordu. Karamürsel sahilindeki dolgu alanları sular altında kalmış, Atatürk’ün şahlanmış bir atın üzerinde olduğu heykeli, denizde bir ada gibi duruyordu.

O gece toprak üzerine atılan yataklarda uyuduk. Şaşkınlıklarım yerini korkulara bırakmaya başlamıştı. Tekrar deprem olacak, üzerinde uyuduğumuz toprak birden açılıp bizi içine alarak kapanacaktı. Bu korkumu, depremi önlemeleri yönünde bir beklentiyle ailemle paylaşmıştım. Yani depremi ihbar etmiştim.

YA YİNE AYNISI OLURSA?

Selden sonra dayanışma arzusuyla, Hopa’ya gittim. Orta Hopa Mahallesinde, Hopa’ya göre yukarılarda kalan bir konakta olanı biteni konuşuyoruz. Sabah, selin vurduğu köy ve mahallelere gideceğiz ve hak ihlallerini tespit etmeye çalışacağız. Gök gürültüsü sözümüzü balla kesti. Gök gürültüsünün sonrasında düşük oranlı bir yağmur başladı. Saatini not ettim, 23:50. Yağmur ile eşzamanlı yapılan anonsta sadece tedbirli olmamızı öneriyordu. Deprem sonrası korkuyla aynı şiddette olmasa da içimden yine aynı duyguyu geçiriyorum; “Ya yine aynısı olursa?” Yağmurla birlikte aşağıya inmeyeceğimizin garantisini sunmuyordu devlet.
Yağmur kısa sürdü. Sonra ne zaman yağmur çiselese, eş zamanlı bir anons bizi tedbirli olmamız konusunda uyardı. Peki ne yapmalıydık. Bilmiyorum. Su akıtan tavanın altına leğen koyan, cam ve kapı önlerine eski havlular yerleştiren insanoğluna “Tedbirli olun” demenin anlamsız kaldığı zamanlar oluyor elbet. Belli ki, idare uyarıda bulunarak olası dava süreçlerine karşı delil toparlıyor, bu durumu ise sorumluluğunu yerine getirdiği önleyici tedbir olarak gösteriyordu. Maalesef önleyici tedbir mekanizması, bireylerin ceza ve tazminat sorumluluğundan kurtulabilmek maksadıyla işlettiği, Türkçesi “kılıf uydurma” yöntemiyle işletiliyor.

Sabah, hak ihlallerini tespiti için gittiğimiz ilk köy olan Yoldere (Zurpici) Köyünde selden sonra dört kişi yaşamını yitirdi. Erdal Eren Gedik, Emniyet Gedik ve Ünsal Gedik isimli 3 yurttaş göçük altında kalarak, aile yakınları olan bir kişi ise yaşanan olaylara bağlı geçirdiği kalp rahatsızlığı nedeniyle yaşamını yitirdi. Selden önce köye gelen kamu görevlileri, yurttaşları evlerini boşaltmaları konusunda uyarmışlar. Evlerini boşaltacak yurttaşların nereye gidecekleri konusu ise belirsiz. Felaketi öngören kamu kurumlarına felaket anında yapılan ihbarlar karşılıksız kalmış; yurttaşlar kendi imkanları ile yaşamını yitiren yakınlarını göçük altından kurtarmaya çalışmışlar. Göçük altında kalan evin üst kısmındaki menfezlerle ilgili Hopa Kaymakamlığı’na yapılan sayısız cevapsız başvuru, tarihe bir not olarak düşer mi, bilmiyorum.

Selden en çok etkilenen Sugören (Kise) Köyünde evlerine “oturulmaz” şerhi düşülen yurttaşlarla yaptığımız görüşmede “Günlerdir gelip incelemelerde bulunuyorlar ama derdimizi soran yok, günlerdir dışarılarda kalıyoruz, çadır yardımı dahi yok” diye yakındılar haklı olarak. “Valilik misafirhaneleri açtık, KYK’nın yurtları kullanabilir açıklamasında bulundu bilginiz yok mu ?” diye sorduk. “Bize, kimse bir şey demedi” cevabıyla karşılaştık.

SAMİMİYET

Fen Bilgisi derslerinde, sınıfın küçük bir azınlığı dışında hepimizin mutsuz olduğuna inanıyorduk. Küçük azınlığın dediği oluyor ve bu ders hayatımızdan çıkmıyordu. Bu alanda yeteneksiz olduğumuza inanıyorduk. Hal böyle olunca, yaşananlar işkence gibi geliyordu ve küçük eylemler ile yaşananların hesabını sormayı planlıyorduk. İlk eylem bir sonraki sene gerçekleşti. Fatih, okul servisinde çantasını Fen Bilgisi öğretmeninin ayağına düşürür ve fark etmemiş gibi başka şeylerle ilgilenmeye başlar. Önce, kulağında bir eli hisseder. Sonra bir ses der ki : “Hadi göz görmüyor, kulak da mı duymuyor?”

Göz istediği yeri görüşmüş derler. Görmek bir niyet meselesidir yani. Günlerce yolları kapalı kalan köylere ulaşılamadı. Görülmedi haliyle.  Elektriği, suyu kesik kalan Hopa’da olası salgın ve bulaşıcı hastalıklara karşı halen bir tedbir alınmadı. Görülmedi çünkü. Kayıp olan üç yurttaşın aramaları sürmesine karşın; yasal yollarla Türkiye’ye giriş yapan ama düşük ücretler karşılığında kayıt dışı olarak inşaat, tarım, ev işçiliği gibi alanlarda çalışan Gürcistanlı işçilerinden bahsedilmiyor. Görülmedi çünkü. Yaşamını yitiren, sel sonrasında kaybolan hayvanlarının durumu belirsiz. Merak edilmedi çünkü.

Hopa Hükümet Konağı’nın karşısındaki parkta açılan Hopa halkı tarafından kurulan “Sivil Dayanışma İnisiyatifi” masasına gelerek kiracısı olduğu eve “oturulmaz” raporu verildiğini, günlerdir minibüste uyuduğunu, kiralık ev aradığını anlatan yurttaş, Valiliğin hizmetlerinden habersiz kira bedelini toparlamanın kaygısını paylaşıyor.Kulak kabartılsa duyulurdu elbette.

Görevlileri hasar tespit yapan, “oturulmaz raporu” veren, tutanaklarının bir suretini asla yurttaşlarla paylaşmayan Valilik, bu yurttaşların evsiz kaldığından görmek ve duymak istediği kadar haberdar.

ÖNCEKİ HABER

Şiir ve devrim

SONRAKİ HABER

Can Yücel’le planladığımız barış otobüsleri

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa