06 Eylül 2015 03:48

Edebiyatçılar her yaşta güzel

Paylaş

Hakan GÜNGÖR

Ana akım medya başta olmak üzere gazeteler son haftalarda çokça “Uzun yaşamanın sırları”, “Ömre ömür katan yiyecekler”, “Pek uzun yaşatacak kasabalar” yazıları yayımlar oldular. Uzun yaşamanın elbette biyolojik ve tabii sosyoekonomik nedenleri var. Ancak şu uzun yaşam meselesinde “Yahu yaşarız da, ya sonrası” diye soran da yok. Yaş almak her insanı etkiler ancak yaşlılık özellikle sanatçılara kimi alışılagelmemiş sıkıntılar yükleyebilir. Zaman içinde kitapların yeni baskıları yapılır ve içeriklerin de elden geçirilmesi gerekebilir. Mizahın büyük kalemi Aziz Nesin de kitaplarının yeni basımlarını yayına hazırlarken bazı zorluklar yaşıyordu.
Aziz Nesin, Nesin Vakfı 1985 Edebiyat Yıllığı için kaleme aldığı yazıda sıkıntısından şöyle bahsediyor:
“Yaşlandığımı en çok ne zaman anlıyorum biliyor musunuz? Eskiden basılmış kitaplarımı yeni basım için düzeltip düzenlerken. Örneğin kırk yaşımda yazdığım bir öykümde şöyle demişim: ‘Elli yaşındaki moruk, yirmisindeki fıstık gibi kızı almış…’ Elli yaşıma gelip de bu kitabımın yeni basımını yaparken o sözü şöyle değiştiriyorum: ‘Altmış yaşındaki moruk, yirmisindeki fıstık gibi kızı almış…’ Şimdi yetmiş yaşındayım. Benim için yetmiş yaşındaki insan moruk olmayacağına göre o sözü yine değiştiriyorum. Seksek yaşıma gelirsem, elbet moruğun yaşı da doksan olacak ama o fıstık gibi kızın yaşı hiç değişmeyecek, hep yirmisindedir o fıstık.”

SALAH BİRSEL’İN DEĞİŞEN İLGİ ALANLARI

Cinsellik konusunda, Aziz Nesin’den daha açık yüreklice bir itiraf da Sâlah Birsel’den gelmişti. 1973 yılı 2 Temmuz’unda Birsel, kendisi için Afrika’daki yaban hayvanları üzerine yazılmış kitapları okumanın, cinsel konulara dair kitapları okumakla eşdeğer olduğunu yazıyordu. “Kamerun’da, bir su kenarında, esmer yeleli bir Atlas aslanını vurmaya çıkan bir avcı, yapayalnız bir odada sevişme oyunlarını büyülten bir çift kadar coşku verir bana” diyen Birsel, durumla ilgili dalgasını şöyle geçiyordu: “Ama bu, belki de yaşımın elli dörde gelmiş olduğunun bir işaretidir.”

DAĞLARCA KENDİNE ŞAİR DİYOR MUYDU?

Deneyimli edebiyatçıları bazen genç şairlerin tez canlılığı da sinirlendirebilir. Mesela şiir yazan biri kendine ne zaman şair unvanını hak görür? Fazıl Hüsnü Dağlarca ile o yıllarda yirmili yaşlarında bir şair olan Ayhan Bozkurt’un karşılaşması ilginçtir.
Ayhan Bozkurt, ilk şiir kitabının çıkması sürecinde Dağlarca’ya rastlar.  Oturduğu masadan kalkıp yanına gider ve “Hocam pardon” der. Dağlarca şöyle bir bakar ve “Sen kimsin” diye sorar. Bozkurt gençliğinin verdiği olanca heyecanıyla “Şairim” diye yanıt verir. Bunun üzerine Dağlarca hiddetlenir, “Ben yüz yaşımda kendime şair demem, defol, uzaklaş” diye bağırmaya başlar, Bozkurt da can havliyle oradan kaçar…

HALİT REFİĞ İLE KİM ALAY ETTİ?

Ayhan Bozkurt büyük bir hayal kırıklığına uğramıştır. Kimi zaman genç sanatçının “üstat” olarak gördüğü mühim bir isimle karşılaşması böylesi sükut-u hayale neden olabilir. Genç bir sanatçının hayranı olduğu başka bir sanatçıyla çalışma isteği ise daha vahim hadiseler de yaratabilir.
Halit Refiğ henüz genç bir sinemacıyken, Alman bir yapımcıdan teklif almıştır. Teklife göre Almanların belirlediği bir konu senaryolaştırılacak ve çekilecektir. Refiğ teklifi kabul eder ve Aziz Nesin’e beraber çalışmayı önerir. Ancak bazı sebeplerden dolayı bu mümkün olmaz. Sonra olanları Halit Refiğ “Düşlerden Düşüncelere Söyleşiler” kitabında şöyle aktarır:
“Aziz Nesin, benim ona müracaatımı bir mizah konusu haline getiren bir hikaye yazmış.  Adımı vermeden. Ama işte “bir genç yönetmen geldi. Almanlarla film yapacakmış. Alman kızı Türkiye’ye gelecekmiş. O kızı ben şimdi ne yapayım” gibi bir hikaye. Tabii buna üzüldüm. Ben ona üstat diye genç bir hayranı olarak gittim. O benimle alay eden bir hikaye yazmış.”

ATIF YILMAZ, YILMAZ GÜNEY GİBİ  AYAK GIDIKLAR MI?

Anlaşılan o ki, Refiğ’in ziyareti Aziz Nesin’e ilham olmuştu ve bundan yola çıkarak bir öykü yazmıştı. Ancak Refiğ buna alınmıştı. Sanatta bazen gençlerin, yaşlılara ilham verdiği anlar olur elbette. Sözgelimi bir yönetmen, kendisinden daha genç bir sinemacıdan etkilenebilir...
Atıf Yılmaz, bir film çekmeye karar verir. Yılmaz Güney, Arkadaş filmini çekerken filmdeki fahişe rolleri için gerçekten fahişelik yapan iki kadını oynatmıştır. Atıf Yılmaz, bu doğal oyunculuk performansından etkilendiği için yeni filminde profesyonel oyuncularla çalışmamayı düşünmektedir. Bu fikrini Yılmaz Güney’e açar. Gerisini Atıf Yılmaz’ın “Söylemek Güzeldir” isimli kitabından okuyalım:
“Yılmaz, ‘Öyle oyuncu yönetmek sana yakışmaz abi’ diyor.  Sonra anlamadığımı görüp ‘O sahne çekilirken ben yere yatmış, güldürebilmek için kızın ayağının altını gıdıklıyordum. Şimdi koskoca Atıf Yılmaz yere yatıp ayak gıdıklasın, yakışık alır mı?’”
Bilim insanları bin yıl yaşamanın sırrını bulmaya, gazeteler bitip tükenmez ömür için kılavuz hazırlamaya devam ededursunlar. Kuşkusuz tecrübe büyük nimet ama her nimetin külfeti, her tecrübeli yazarın ayrı ayrı sıkıntı ve hayreti var. Yine de başımızdan eksik olmasınlar, derde derman elbet bulunur.

ÖNCEKİ HABER

Bir ‘şey’ olarak küfür

SONRAKİ HABER

Şehitler ölür!

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa