06 Eylül 2015 03:46

Bir ‘şey’ olarak küfür

Paylaş

Kerem GÖRKEM

“Şeyler” hakkında yazmak, bana hep kalem tutmanın en heyecanlı hâli olarak göründü. Hayır, kurgu-dışı metinlerden bahsetmiyorum. Pekala kurmaca bir metnin bahsettiği de bir “şey” olabilir. İnsan bir fotoğraf hakkında onlarca sayfa kurabilir örneğin. Ya da -Richard Brautigan’ın yaptığı gibi-* bir sayfa boyu uçak kanadındaki kahve lekesinden bahsedebilir yazar. Fakat “şeyler” her zaman fotoğraflar gibi, kahve lekesi gibi algılanabilir dersek, yalan söyleriz. En basit haliyle: İnsan bir “şey”dir, insanın ağzı başka bir “şey”dir, küfür ise bambaşka. İnsan ve ağız algılanabilirken, küfrü nerede arasak bulamayız. Göremeyiz, tutamayız onu. Bu yüzden onun hakkında yazmak hep daha heyecanlıdır.
“Şeyler”i yazarken yakınında sözlük olmalı insanın.
TDK’ya göre iki anlamı var küfrün: “Sövme, sövmek için söylenen söz, sövgü” ve “Tanrı’nın varlığı ve birliği gibi dinin temellerinden sayılan inançları inkâr etme.” Biz ilkiyle ilgileneceğiz.
Temel bir soruyla başlayalım: Küfür nasıl bir şeydir?
Aslına bakıldığında, bu sorunun yanıtı coğrafyayla birebir ilgili. Ufak istisnalar dışında, küfrün nasıl bir şey olduğu, neye ve niye küfür edildiği, küfür bilinci ve küfür kültürü gibi kavramları aynı coğrafyada ortak cevaplarla açıklayabiliyoruz. Bu elbette küfre özgü bir durum değil. Tamamen, ortak kültürlerin ortaya çıkardığı bir sonuç. Yani, vakti zamanında aynı kültür havuzunda yıkanmış, sonraları birbirinin havuzuna su kaçırmış ve hâlâ, bile isteye, avucuna doldurduğu suyla ötekini ıslatmaya yer arayan toplumların ettikleri küfürler birbirine benziyor. Anadolu coğrafyasını ele alacak olursak, bu coğrafyada konuşulan dillerdeki küfür yapıları büyük oranda aynı. Bir Ermeni, Bir Türk, bir Kürt ve hatta bir Yunan, aynı niyetle küfrediyor ve karşıdakini aynı yerlerden vurmayı hedefliyor. O malum yerlerden. Cinsel bir altyapısı var yani Anadolu coğrafyasında küfrün. Yalnız Anadolu coğrafyasında mı, değil tabii! Biçim değişiyor elbette ama niyet baki.
Laf burada bir başka soruya götürüyor insanın aklını: Küfür hakikaten niyetlenilen bir şey midir? Ben bu noktada, bir niyetten öte öğrenilmiş bir toplumsal refleks olduğunu düşünüyorum küfrün. Öğrenilmiş ve normalleş(tiril)miş.
Başka bir coğrafyaya, örneğin İskandinav dillerine baktığımızda ise, küfretme kültürünün bizimkinin yakınından geçmediğini görüyoruz. İngilizcenin evrenselleşmesinin doğurduğu bir sonuç olarak bu dildeki cinsel içerikli temel küfürler yer yer kullanılsa da, örneğin İsveç dilinde kalıplaşan küfürlerin hiçbiri cinsellikle arasında bir bağ taşımıyor. Mesela Fanken diyor İsveçliler, “lanet” demek bu. On yedi anlamına gelen bir şey söylüyorlar bir de, bunun ise dinsel bir karşılığı olduğu zannediliyor.
Melissa Mohr, Küfür Etmenin Kısa Tarihi adlı kitabında küfrün farklı dillerde geçirdiği evrimin cinselliğe bakış açılarıyla ilgili olduğunu yazıyor.** Fakat az önce gösterdiğim İsveç dilindeki küfürler örneğinden yola çıkacak olursak, cinsellikten öte bir biçimde küfretmek de mümkün. Ve sanırım böylesi, bilinçli ya da bilinçsiz halde ettiği küfürlerden bir şekilde rahatsızlık duyan ve küfür üzerine düşünmek durumunda kalan birey için kolaycı bir kaçış noktası.
Bir üçüncü soru: İnsan neden küfreder?
Sinirliyken, hırslanmışken, nefret ederken, acı çekerken, isyan ederken, direnirken, pes ederken küfreder insan. Küfrü rahatlatıcı bir “şey” olarak düşündüğümüzde bunlar gelir akla. Fakat işin bir diğer boyutu -bana göre en “acayip” olanı da-, az önce değindiğim üzere birtakım coğrafyalarda küfretmenin sebeplendiği çeşitli durumlar. Örneğin Türkiye’yi ele alalım. Türkçe konuşan bir birey, nerede küfür edip ne derse en çok şaşırtabilir bizi? Taraftarı olduğu takım bir son dakika golü attığında, karşı takımda oynayan bir futbolcuyu dünyaya getiren hastane görevlisinin durumla nasıl bir alakası kurulabilir? Bunu düşünmek bile ne derece mantıklı olur?
Şu durumda, az önce sorduğum şaşkınlıkla alakalı soruyu evirip, yeniden, bu defa şu şekilde sormak gerekiyor belki de: Herhangi bir küfrün, artık bizi şaşırtması mümkün mü? Korkarım değil. Çünkü mahalle ağzından elitist telaffuzlara, edebiyat eserlerinden spor müsabakalarına kadar, tanık olma ihtimalimizin asla sıfıra inemeyeceği durumlarda küfürle yüzleşiyoruz. Tek yaptığımız ise alışmak, normalleştirmek, bazen keyiflenip gülmek hatta.
Burada savunmaya çalıştığım tez bir “şey” olarak küfrü tukaka etmek, insanları küfretmemeye özendirmek değil asla. Zira küfrü, salt kötü niyetle edilen birkaç söz olarak tanımlayamayız. Bir yerde, pekala bir ihtiyaç küfür. Hepimiz küfrediyoruz. Edeceğiz de elbet, gülerken de ağlarken de küfredeceğiz. Ağız dolusu hem de. Görünmez birtakım sınırları aşma cesaretini kendimizde bulmanın keyfiyle.
Ama nasıl? İşte bu soruyu sormalıyız kendimize.

* Amerikalı yazar Richard Brautigan, “Kürtaj: Tarihi Bir Aşk Romanı, 1966” isimli enfes kitabında, kütüphane görevlisi kahramanın Tijuana yolculuğunda uçağın penceresinden gördüğü kahve lekesini ustaca anlatmıştır.
** Sarphan Uzunoğlu, K24’e “Küfür Etmenin Kısa Tarihi” hakkında yazdığı yazıda Mohr’un bu tezi üzerinde ayrıntılı olarak düşünürken, küfrün evrimini dilin ve kentin muhafazakarlaşması ile açıklıyor.

ÖNCEKİ HABER

Cesedin karnına saplanan bayrak

SONRAKİ HABER

Edebiyatçılar her yaşta güzel

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa