01 Eylül 2015 03:42

Eşitlik, özgürlük ve kardeşlik Türkiyesi’ni hep birlikte kuracağız

'Türkiye’nin içine sokulduğu savaşa karşı, barışın kazanılması için sizce neler yapılmalı?' sorusunda 14. günün yanıtları...

Paylaş

Forum: Barışı kazanmak için ne yapmalı?

Eşitlik, özgürlük ve kardeşlik Türkiyesi’ni hep birlikte kuracağız

Murat Arslan (YARSAV Başkanı):

Bugün çağdaş düşüncenin aydınlığında yetişmiş Türkiye halklarının her bir bireyinin sergileyeceği tutum ve kararlılıkla; çevremizde planlı kundaklamalarla tutuşturulan ve etkisi yalnız bu ülkede değil, neredeyse tüm komşu ülkelerde hissedilen yangınların  ardından ortaya  çıkacak olan tabloyu düşünmek ve topyekün çölleşmiş bir iklimle karşılaşmamak ve 20. yüzyılın başlarına dönmemek için, çağdaş uygarlığın geliştirmiş olduğu araçlardan yararlanmak suretiyle bu sürecin tahribatından kurtulmak zorundayız.
Yarınlara dair, çocuklarımızın özgür bir dünyanın umut dolu bireyleri olabilmeleri ve geleceğe dair barış ve huzur içinde yaşayabilecekleri bir atmosferin hayalini kurabilmeleri için bugün hepimize düşen sorumluluklar vardır.
İnsanlığını unutarak zorba tiranlara dönüşen yüksek egolu çıplak kralların boyunduruğunda yaşamayı kanıksamış, haksızlıklara karşı itiraz etmeyi unutmuş, uygar davranış biçimlerinden habersizce tebaiyeti kutsamış ve kurşun askerlere dönüştürülerek mutasyona uğramışlara karşılık, geleceğimiz için bir zamanlar bu coğrafyada da düşünen ve barış için mücadele veren ve her türlü bedel ödemeyi göze almış insanların var olduğuna bir kanıt, bir iz bırakabilmek için, geçmişten bugüne medeni cesaretle verilen ve özveriye dayalı emeklerin sonucu olan çağdaş düşüncelerle bir forma ulaşmış deneyimlerini ülkemiz ve dünya kamuoyuyla ve özellikle hukukçuları, baroları, hukuk dernekleri ve diğer demokratik kitle örgütleriyle paylaşarak, hep birlikte hareket ederek geniş halk kesimlerine bir nevi öncülük yaparak, “Hep birlikte yürüyeceğiz” mesajlarını vererek hukuksuzluğa geçit verilmeyeceğini tüm dünyaya duyurmak için belki de son şansımızı kullanacağız…
Bireysel aktivizmle ya da örgütlü mücadele ile, hukuksuzluklara meydan okuduğu her platformda kendisine terörist damgası yapıştırılmasına, mevzilerinin bombalanıp tahrip edilmesine, beyinlerinin oksijensiz bırakılmak istenmesine, aykırı seslerinin kısılmasına ve medeni cesaretlerin kırılmasına ve bu suretle düşünen beyinleri anarşizme, usa dayalı hareketten vazgeçirmeye zorlanmasına aldırmadan,  tüm hukuksuzluklara karşı isyan bayrağını kaldırarak hep birlikte el ele, barış ve huzur içinde yürüyeceğiz mesajlarını vererek bu coğrafyada uygarlıkla bağdaşmayan her türden bedeviliğe, bedevice yaklaşıma ve hukuksuzluklara geçit verilmeyeceğini hem içeride hem dışarıda dünya halklarının aktif-gönüllü-üreten-konuşan-eleştiren bilge insanlarına sesimizi duyuracağız.
Özgürlük, demokrasi ve barış için, mücadeleden yılgın, umutsuzluğa teslim olarak düşünsel ötenaziyi yeğleyen milyonlarcasına bedel, cesur insanlar yollara düşmeli ve ülkesine, hukukuna, cesur sözcülerine sahip çıkmak için, yargısına ve bağımsızlığına dişleriyle asılmalı, hukuksuzlukların peşini bırakmamalı ve kanunsuzluğa sapanların en büyük amacının boğazlarına kadar battıkları bu bataklığı toptan ateşe vererek çıkaracakları yangınla geride bıraktıkları tüm delilleri ortadan kaldırmak olduğunu tüm ulusun görmesini sağlayarak, halkın uyanışını sağlamalıdır. Yurdun cesur ve bilge emekçilerinin çırpınışları karşılıksız bırakılmamalı, aradaki görüş ve düşünce farklılıklarına takılmadan, ortak barış hedefine doğru kararlı adımlarla yürünmelidir.
İhkak-ı Hakka alkış tutup, kısas hukukuna eyvallah demeyi değil, çağdaş hukukun ve bağımsız yargının tarafı olmayı tercih ederek, yargıçlık onurunu korumak için her türlü bedel ödemeyi göze alan yargıç ve savcıların sesi soluğu olarak YARSAV, bugün görünür hale gelen hukuksuzlukların bir parçası haline gelmeyi reddederek, haklı olmanın onuruyla başımız dik bir şekilde hukukun egemenliğinin inşasında liyakatini ortaya koymuştur. Gerek yurt içinde, gerekse de içinde yer aldığımız jeostratejik bölgede, şiddet ve savaş dilinden uzaklaşmayı öncülleyen ve barış için mücadele vermeyi göze alan tüm demokratik kitle örgütlerinin ve hareketlerin kararlı bir şekilde hukuk çizgisinde kalarak, çağdaş toplumların özenilesi toplumsal uzlaşma dilini kullanarak barış içinde tartışarak sorunlara çözümler üretebilme kültürünü yeşerteceğimiz forumlar- seralar oluşturmaya koyulmaları gerekmektedir.
Korku duvarlarının arasında en küçük çıtırtıya silahların doğrulduğu dünkü ortamda susanlar, konuşmamayı ya da konuşuyormuş gibi yapmayı tercih edenlerle, korku duvarlarının çatırdamaya başladığı bugünlerde ya da  tamamen yıkılacağı yarınlarda konuşanların da değeri aynı olmayacaktır.
Cehalet ve kabalığın iç içe olduğu bedeviliğin en zirve temsilcilerinin, demokratik yolları kullanarak elde ettiği olanaklarla köpürttükleri nefret söylemlerini kapkara bir zift yağmuru gibi bu ülke insanının üzerine boca ederek, binlerce yıllık uygarlıkların beşiği olan bu yurdun baştan başa çölleşmemesi, yemyeşil topraklarımızın ırkı, düşüncesi, dili, dini fark etmeksizin “insan” kanıyla boyanmaması için;
- Politize edilmeyi, ayrıştırılmayı, karşıtlaştırılmayı ve düşmanlaştırılmayı reddederek, toplum mühendislerinin Makyavelist manipülasyonlarını, psikolojik algı operasyonları ve polarizasyon çabalarını gördüğümüzü ve aldanmadığımızı belirterek,
- Benzerliklerimizle birbirimizle iletişime geçebildiğimizi ve doğal farklılıklarımızla birbirimizi sevebildiğimizi, düşünsel farklılıklarımız ve karşıtlıklarımızla da gelişebildiğimizi kabul ederek,
- Türkiye halklarına haksızlıklar ve hukuksuzluklar karşısında susmamalarını salık vererek, dünya barışını bozmak için kışkırtıcı nefret ve savaş söylemleriyle dünyayı ateşlere salmak isteyen en büyük kaos planlayıcılarının karşısında, onların oyunlarını bozacak hukukun savunucularının, yargıç ve savcılarının da bu ülkede var olduğunu hatırlatarak,
- Ne dün, ne de bugün susturulamayan hukuk, demokrasi ve barışın yılmaz savunucularının savaşların önünde en büyük engel olduğunu ilan ederek,
- Gerek yurt içinde halklar arasında gerekse de bölgesel ve dünya çapında savaşların önüne geçebilecek yegane unsurun bu sivil direniş olduğunu belirterek,
- Savaşların önüne kurmaya çalıştığımız bu sivil barikatlara halkların sahip çıkacağına inanarak,
Hiç bir zaman susmayacağız, emperyalizme ve savaşa karşı barış talebimizi en gür sesle dile getireceğiz, eşitlik, özgürlük ve kardeşlik Türkiyesi’ni hep birlikte kuracağız.


Barış için ahlak felsefesi

Ahmet Tulgar (Gazeteci-Yazar)

İKİ asırdan uzun bir zaman önce filozof Kant şu uyarıyı yapıyor: “Barış eğer savaşın bir sonucu olarak tesis edilirse nihayetinde şiddetle zorlanmış bir sonuç olacaktır. Sonuç mu? Hayır, bir durak. Barış, savaşı göz önünde bulunduran, savaşı unutmayan ama savaştan bağımsız bir akıl, ahlak ve felsefenin getirdiği bir durum olmalı.”
Türkiye, çözüm süreci ile eline geçirdiği tarihi ve anlamlı bir fırsatı işte siyaset sınıfının tam da bu tariften bihaber olması ya da bilmezlikten gelmesi sebebiyle kaçırdı ve serin anısını muhafaza edeceğimiz ‘durağı’ yine terk etti. Yani Türkiye yine felsefesizliğinin bedelini ödüyor.
Burjuva siyaseti Türkiye’de fazladan pragmatiktir. Cumhuriyetin ne kuruluşunda ne sonrasında bir nebze felsefesi oldu bu devletin, hükümetlerin. AKP de bu durumdan azade değildi ve ‘çözüm süreci’ denilen siyasa aracını, kendisine oy kaybettirdiği sanısına kapıldığında hemen kaldırıp kenara koydu.
Barışın felsefesini yapmazsan ne onun niye ahlaki bir zorunluluk olduğunu kavrarsın ne de toplumsallaştırabilirsin. Bugün savaş karşıtı olan çoğu insan Kürtlerin kolektif haklarını tanımayı bir ahlaki sorumluluk olarak görmüyor. Bu yüzden de talep ettiği şey bir ateşkes ile sınırlı kalıyor. Elbette ateşkes çağrıları kıymetlidir, insanlar ölmeyecek. Ama bizim esas ihtiyacımız kalıcı barıştır.
Bunun için gereken sorular da cevaplar da barışın felsefesini yaparken ulaşılacak ahlak felsefesinde.
“Kürt’ün derdini niye dert edinmeli, hakkını niye tanımalı?”
Soru bu.
Cevap ise dünyevi gerekçelerle temellenen bir ahlakta. Kant’ın ‘kategorik imperatif’ buyruğuna referansla “Kürt’ün hakkını tanıyayım ki benimkini de kimse tanımazlık edemesin.”
Evet, yine faydalı ve faydacı bir cevaba ulaştık. Ama bu, herkes için, ‘aşkın’ bir faydacılık.
Habermas’ın deyimiyle “transandantal pragmatik”.
Felsefe, lüks değil, acil bir gerekliliktir.


Demokratikleşme yolunda acil adımlar atılmalıdır

Yıldız İmrek (Demokrasi İçin Hukukçular Grubu):

AKP Hükümetinin Suriye iç savaşına müdahalesi, Türkiye’nin iç barışını, çözüm ve müzakere sürecini de belirleyen bir tutum oldu. AKP Hükümeti, bir yandan Rojava devrimi ile özerk yönetim oluşturan Suriye Kürtlerinin statüsüne karşı savaş açtı. Bu savaşı, el Nusra ve IŞİD gibi cihatist örgütler üzerinden onları destekleyerek ve yönlendirerek yaptı. Diğer yandan, Sünni eksen olarak adlandırılan Suudi Arabistan, BAE-Katar gibi bölge devletleriyle, cihatçı örgütlere açık ve örtülü destek vererek, Esad rejimini devirme eylemine doğrudan katılmış oldu. IŞİD’in önce Şengal’de ardından Kobane’de Kürt gerillaları ve halk direnişiyle yenilgiye uğratılması, bölgesel dengeleri değiştirdi. Bu değişikliklere paralel, AKP Hükümeti, Suruç Katliamı’nın kamuoyunda yarattığı öfkenin de sonucu olarak, IŞİD’le mücadele adına Koalisyon güçleriyle beraber hareket edeceğini açıkladı. Ancak, AKP Hükümeti, IŞİD’e karşı mücadele adı altında, Kürt gerillalara karşı savaş ilan etti. İçeride de, Kürt muhaliflere karşı gözaltı ve tutuklamalar başlattı. 7 haziran seçimleri öncesinde Cumhurbaşkanının yön vermesiyle AKP Hükümeti Dolmabahçe Mutabakatı’nı çöpe atmış ve müzakere masasını devirmiştir. Seçim boyunca HDP’ye karşı sözlü ve fiziki saldırılar olmuş, HDP mitingleri ve HDP binalarına bombalı saldırılar düzenlenmiştir. 7 Haziran seçimlerinde, RTE’nin başkanlık hayali, AKP’nin tek başına hükümet beklentisi hüsrana uğrayınca, Kürt halkına karşı fiili bir saldırı başlatılmıştır. Devletin güvenlik güçleri tarafından Kandil Zergele köyünde, Şırnak Silopi’de sivil katliamları gerçekleştirilmiş, binlerce Kürt muhalif gözaltı ve tutuklama operasyonuyla karşı karşıya kalmıştır.
Tüm yandaş medya ve Hükümet yetkililerinin kara propagandasına rağmen, ilan edilen savaşın geçerli bir nedeni yoktur. İktidarı paylaşmak istemeyen RTE-AKP’nin, demokratik meşruiyet dışındaki arayışlarıdır. Henüz güvenoyu almamış bir hükümetin ülkeyi büyük bir iç çatışmaya sürükleyen sonuçları ağır olan bu kararları almasının hukuki ve siyasi meşruiyeti de yoktur.
Keyfiyet ve kırılmalardan arındırmak için, çözüm ve müzakere sürecinin çerçeve yasası çıkarılmalı, demokratikleşme yolunda acil adımlar atılmalıdır. İfade ve örgütlenme özgürlüğü önündeki engeller kaldırılmalı, İç Güvenlik Yasası kaldırılmalı, sınır ötesi ve dahili siyasi operasyonlara son verilmeli, hasta tutsaklar derhal serbest bırakılmalıdır. Müzakere heyetleri, tarafların özgür iradesi ile belirlenmeli, müdahaleden arındırılmalıdır. Müzakerenin en önemli siyasi aktörü olan Öcalan üzerindeki tecride son verilmeli ve heyetlerle serbestçe görüşmesinin önü açılmalıdır. Öte yandan çözüm sürecinde görüşmeleri güvence altına almak üzere, kadınların müzakere heyetlerine dahil olması ve bağımsız bir aktör olarak sürece katılması sağlanmalıdır. Yine, uluslararası bağımsız gözlem heyetleri de sürecin bir parçası olabilir.


Barış politikası ve toplum

Doç. Dr. Doğan Göçmen
(DEÜ Felsefe Bölümü Öğretim Üyesi)

Yanıtlanmak üzere iletilen sorunun en azından bir teorik bir de pratik boyutu var. Teorik boyut, barış kavramına dair bilincimizin berraklaştırılmasını talep eder; pratik boyut ise, barış güçlerinin buna göre derlenip toplanmasını ve barışı gerçekleştirmek üzere yönelmesini şart koşar. Hangi açıdan bakarsak bakalım, sorunun her iki yanına ilişkin az çok anlamlı ve doyurucu yanıt vermek, kapsamlı ve ayrıntılı bilgiye sahip olmayı şart koşar. Aşağıda sorunun daha çok teorik yanına ilişkin bazı gözlemlerimi sunuyorum.
Ülkemiz karanlık bir savaşın içine sürükleniyor. Herkes için bedeli çok ağır olacak kanlı bir savaşın. Bunun için herkes herkese düşman ediliyor. Bunun için etnik köken, dini inanç, bölgesel ve kültürel aidiyet, renk ve görünüş; kısacası insanları farklı ve bu nedenle ilişkilerini zengin kılan ne varsa, tersine çevriliyor ve birbirlerine düşman etmek için kullanılıyor.
Bu neyi gösteriyor?
Bu bize hem barış kavramının ne anlama geldiğine hem de kalıcı barışın sağlanması için yerine getirilmesi gerekene ilişkin bazı ipuçları vermektedir. İnsanlığın savaş olgusuyla karşılaştığından beri barış kavramının anlamı üzerine düşünür. Bu akıl emeğinin verdiği ürünlerin en başında, sıcak savaşın olmadığı durumların zorunlu olarak barış durumu olmadığına ilişkin bilimsel bulgu gelir. Buna göre, hiçbir ateşkes durumu kalıcı olarak barış durumu olamaz. Bilimciler bu gerçeğe yüzyıllardan beri işaret edip dururlar: İçinde en ufak çatışmaya yol açabilecek tehlike barındıran bir ateşkes durumu, bu tehlike çok küçük bile olsa, hiçbir zaman için tam anlamıyla barış durumu anlamına gelmemektedir. Barış ancak içinde hiçbir çatışma tehlikesini barındırmayan bir durumda gerçekleşebilir. Savaştan sadece sıcak savaş durumu anlaşılmamalıdır. Bilimciler bize yüzyıllardan beri en ufak bir rekabet durumunun bile aslında bir savaş durumu olduğunu göstermeye çalışıyor. Barışçıl toplum ancak tüm rekabet ilişkilerinden arındırılmış bir toplum olabilir. Yani barış ya ebedi olur ya da hiç olmaz.
Barışın kalıcı ve sürekli olabilmesinin olmazsa olmaz olan bazı ön koşulları vardır. Bunların en başında iç barış ile dış barışın birbirini şart koşmasıdır. Kendi içinde kalıcı barış ilişkileri geliştiremeyen toplumlar, bu istikrasız durumlarını er ya da geç dış ilişkilerine de yansıtırlar. Aynı şekilde dış ilişkilerinde barışık olmayan toplumlar er ya da geç kendi içlerinde de çatışmaya ve giderek savaşmaya başlar.
İçte ve dışta kalıcı barışın sağlanmasının ise yine bazı ön koşulları vardır. İç barışın sağlanmasının ön koşullarının başında, herkesin kendisini teoride ve pratikte özgürce ifade ettiği, kendisini her bakımdan gerçekleştirebileceği toplumsal ilişkilerin oluşturulması gelmektedir.
Dışta barışın olmazsa olmaz ön koşulu, tüm halkların, iriliğine veya ufaklığına bakmadan birbirlerini eşit ve kendi içlerinde egemen olarak tanımasıdır. Bu ise ancak hakların birbiriyle hep iş birliği ve dayanışma içinde olduğu bir dünya ve halklar federasyonunun kurulmasıyla mümkün olabilir.
Gerçek kalıcı ve sürekli barışın sağlanmasının bir başka ön koşulu, barış amacının özgürlük amacıyla birleştirilmesidir. Tüm halkların ve herkesin özgürlüğünü amaçlamayan bir barış çabası sonunda muhafazakâr, hatta faşizan “law and order” talebinde son bulabilir. Bu nedenle barış ve özgürlük amacı birbirini tamamlayan ve muhakkak birleşmesi gereken iki erektir.
İçte barışık ve özgür bireylerden oluşan toplum ve dışta eşit, özgür ve egemen halklardan oluşan dayanışmacı bir dünyanın kurulması aynı zamanda insanın doğayla ve diğer canlılarla da uyumlu ve barış içinde yaşamasının da ön koşuludur.
Bu anlamda kalıcı ve sürekli barışın kurulabilmesi için atılması gereken ilk adım, silahların susturulması için tüm güçlerin mümkün en asgari müştereklerde birleşip savaş hükümetine karşı hemen şimdi harekete geçmesidir.

ÖNCEKİ HABER

Av yasağı bitti, balıkçılar denize açıldı

SONRAKİ HABER

İstanbul Emniyet Müdürlüğü'ne vekaleten atama yapıldı

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa